GULÂM MUHAMMED MA’SÛM

Evliyânın büyüklerinden. Muhammed Ma’sûm Fârûkî’nin torunlarından Şeyh Muhammed İsmâilî’nin ikinci oğludur. Doğum târihi bilinmemekte olup, 1161 (m. 1748) senesinde doksan yaşını geçmiş olduğu hâlde, Ramazân-ı şerîf bayramı gecesi vefât etti. Tasavvufda pek yüksek derecede olup, Kutb-ül-aktâb idi. İmâm-ı Rabbânî Müceddîd-i elf-i sânî hazretlerinin evlâdından bu torununun, zamanında bulunanlar arasında yüksek bir yeri vardı. Kayyûmluk, gavslık ve kutbluk mansıblarına sahipti. Asâletten de pay almış idi.

Kutb-ül-aktâb ismi ile meşhûrdur. İmâm-ül-evliyâ da denir. Yıllar önce İmâm-ı Muhammed Ma’sûm Fârûkî, Kayyûm-ı zaman olan büyük oğlu Muhammed Sıbgatullah’a buyurmuştu ki: “Senin neslinden çok yüksek bir oğul dünyâya gelecektir, ister oğlun, ister torunun olsun. O dünyâya gelince, onu benim kâim makamım biliniz ve benim ismimi veriniz. Çünkü Müceddidî ve Ma’sûmî nisbetinin asâleten vârisi o olacaktır. Onun feyz ve bereketi kıyâmete kadar evlâd ve müntesiblerinde (onun yolunda bulunanlarda) devam edecektir. Bu yolumuzu, o kuvvetlendirecek, başka bir i’tibâr verecektir.”

Daha dünyâya gelmeden önce hakkında bildirilen bu müjde; kendisinden yıllar sonra dünyâya gelecek olan Ebü’l-Hasen-i Harkânî’yi müjdeleyen, medheden Bâyezîd-i Bistâmî’nin müjdesine benzemektedir.

İlmi, babasından öğrendi. Aklî ve naklî ilimlerde arkadaşları arasında birinci oldu. Yirmi yaşında tahsili bitirip, Kayyûm-ı zamân’ın huzûrunda, kalbe âid nûrları elde etmeye başladı. Kısa zamanda tasavvufda çok derecelere kavuştu. Kemâl ve ikmâl sahibi oldu. Dedesinden mutlak hilâfet aldı ve nûrlarını cihâna yaymaya başladı. Yüksek dedelerinin nisbeti yeniden tazelendi. İrşâdı cihâna yayıldı. Çok yüksek derecelere, feyzlere, nûrlara, ma’rifet, tecellî ve tam huzûra, İmâm-ı Rabbânî Müceddîd-i elf-i sânî’nin nisbetine kavuştu. Sohbetinde ve murâkabe meclislerinde, binlerce talebe toplanırdı. Pekçok kimseyi tasavvufta yetiştirip kemâle ulaştırmıştır. En meşhûr talebelerinden dört tanesi şu zâtlardır: Mirzâ Ömer Hân, Hâce Nizâm, Hâce Hudrî ve Hâce Habîbullah. Bu dört talebesi vasıtasıyla pek çok kimse tasavvufda yetişip, kemâle gelmiştir. Gulâm Muhammed Ma’sûm’un talebelerinden biri şöyle anlatmıştır: “Peşâver âlimlerinden biri, talebelerinden bir cemâatle birlikte Gulâm Muhammed Ma’sûm hazretleri ile ilmî münâzara yapmak üzere huzûruna gelmişti. Huzûruna girince, bütün ilmini birdenbire unutuverdi. Gulâm Muhammed Ma’sûm ona, talebelerin oturduğu yere geçmesini işâret etti. Tek kelime konuşamadı. Sonra meclisinden kalkıp gitti. Gulâm Muhammed Ma’sûm ile münâzaraya girmek için ilmin ince mes’elelerini yeniden öğrendi. Bir gün yine aynı niyetle huzûruna gitti. Fakat huzûruna girince, öğrendiklerini gene unuttu. Tekrar dönüp gitti. Üçüncü sefer tekrar hazırlanıp, kitaplarını da yanına alıp huzûruna gitti. Bu sefer de bildiklerini unuttu. O hâle gelmişti ki götürdüğü kitaplardan bir harfi bile okumaya kadir olamadı, okumayı dahî unuttu. Bu durum karşısında talebeleri ile birlikte, Gulâm Muhammed Ma’sûm’un huzûrunda özür beyân edip af diledi. Kendisini de talebeliğe kabûl etmesini arzetti. Bundan sonra Gulâm Muhammed Ma’sûm o âlim zâta; “Sen bize Münâzara için gelirken, falan falan bahisleri ezberlemiştin. Ba’zı sorular da hazırlamıştın. Bu soruların cevâbı şöyle şöyledir” buyurup, herbirini tek tek izah ederek cevap verdi. Sonra o meşhûr âlimi talebeliğe kabûl edip, tasavvufda yetiştirerek kemâle ulaştırdı ve icâzet verdi.”

Umdet-ül-makâmât kitabının müellifi, Gulâm Muhammed Ma’sûm’un bir talebesinden naklen şöyle anlatmıştır: “Hocam Gulâm Muhammed Ma’sûm hazretlerinin vefâtına yakın bir zamanda, ziyâretine gitmek üzere köyümden yola çıktım. Giderken iki rub’iyye (Hindistanda kullanılan para birimi), miktarındaki parayı hocama vermeyi adamıştım. Yolda iken hocam bana rü’yâmda; “Yarın fıtr bayramı gecesidir. Kabrime gel orada bir kişi bulursun. Benim ona iki rub’iyye borcum vardı. Adadığın o iki rub’iyyeyi ona vererek benim borcumu öde” buyurdu. Yolculuğumu tamamlayıp hocamın şehrine girince, hocam Gulâm Muhammed Ma’sûm’un vefât ettiğini öğrendim. Hemen kabrine gidip ziyaret ettim. Kabrinin yanına varınca orada birisini gördüm. Bana dedi ki: “Bu zâtın bana iki rub’iyye borcu vardı, oğullarından isteyeceğim.” Ben nezrettiğim iki rub’iyyeyi çıkarıp ona verdim. “Artık oğullarından isteme” dedim.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Umdet-ül-makâmât sh. 396