FEYZULLAH EFENDİ

Osmanlı âlimlerinden ve şeyhülislâmlarından. İsmi Feyzullah’tır. Şems-i Tebrîzî hazretlerinin soyundandır. Seyyid olup, Erzurum müftîsî Seyyid Muhammed bin Muhammed’in oğludur. Pâdişâh ve şehzâde hocalığı ile şeyhülislâmlık vazîfelerinde bulunduğu için, “Câmi-ur-riyâseteyn” ünvanıyla tanınmıştır. 1115 (m. 1703) senesinde Edirne’de Yeniçeriler tarafından şehîd edildi.

Küçük yaşından i’tibâren ilim tahsîline yönelip, babasından ve dayısının oğlu Molla Abdülmün’im’den; Kur’ân-ı kerîm, Arabça, Farsça lisanlarını, fıkıh usûlü ve fıkıh ilmini öğrendi. Dayısı, Molla Murtazâ bin İsmâil’den; sarf, nahiv, me’ânî, beyân gibi edebi ilimleri ve fen ilimlerini tahsil etti. Daha sonra Vânî Mehmed Efendi’den; tefsîr, mantık, matematik, geometri ve astronomi ilimlerini öğrendi. Muhammed Zâhir İbni Abdullah el-Magribî’den hadîs ilmini okudu. İlmî yüksekliği hertarafta duyuldu. Bu sırada İstanbul’a yerleşen hocası Vânî Mehmed Efendi’nin da’veti üzerine, 1074 (m. 1663) senesinde İstanbul’a geldi Vanî Mehmed Efendi’nin kızı Ayşe hâtunla evlendi. Şeyhülislâm Minkâri-zâde Yahyâ Efendi’nin hizmetinde bulunup, onun yanında mülâzım (stajyer) olarak vazîfe yaptı. 1678 (m. 1667) senesinde hac ibâdeti için Hicaz’a gitti. Hac ibâdetini ifâ edip, sevgili Peygamberimizin kabr-i şerîfini ziyâret etti. Orada bir müddet mücavir olarak kaldı. Hac dönüsünde Yenişehir’e gelip, kayınpederi tarafından pâdişâhın huzûruna çıkarıldı.

Pâdişâhla birlikte 1080 (m. 1669) senesinde Selânik’e gidip, aynı sene içinde Şehzâde Mustafa’nın vefât eden hocası Seyyid Muhammed Efendi yerine şehzâde hocalığına ta’yin edildi. Bundan sonra sırasıyla, 1081 (m. 1670) senesinde Haydarpaşa, aynı sene içinde Üsküdar’da Mihrimah Sultan, Fâtih’de Sahn-ı semân medreselerinde müderris olarak vazîfelendirildi. 1083 (m. 1672) senesinde Ayasofya Medresesi müderrisliğine, 1084 (m. 1673) senesinde Süleymâniye Dâr-ül-hadîsine ve Sultan Ahmed Medresesi’ne müderris ta’yin edildi. 1089 (m. 1678) senesinde Rumeli kadı-askerliği pâyesiyle Şehzâde Üçüncü Ahmed’in hocalığına tayin edildi. 1097 (m. 1686) senesinde bir mes’eleden dolayı bu vazîfeden alındı. Ancak pâdişâh konuyla ilgili olarak yaptığı araştırmada Feyzullah Efendi’nin suçsuz olduğunu anladığından vazîfesine iade edildi. 1097 (m. 1685) senesinde vefât eden Es’âd-zâde Seyyid Mehmed Efendi’nin yerine Nakîb-ül-Eşrâflığa (sevgili peygamberimizin soyundan gelen seyyid ve şerîflerin işleriyle ilgilenen kimse) ta’yin olundu.

Yeniçerilerin ayaklanması üzerine tahttan indirilen Dördüncü Mehmed’in yerine pâdişâh olan ikinci Süleymân Hân tarafından, 1099 (m. 1687) senesinde şeyhülislâmlık makamına tayin edildi. Onyedi gün bu vazîfede kalıp daha sonra ayrıldı ve Erzurum’a gitti. Yedi yıl kadar memleketinde kaldı. Sultan İkinci Mustafa, 1106 (m. 1694) senesinde tahta çıkınca, daha önce hocalığını yapan Feyzullah Efendi’yi İstanbul’a da’vet etti ve şeyhülislâmlık makamına ta’yin etti. Pâdişâhın iltifât ve ihsânlarına kavuştu. 8 yıl 2 ay 3 gün bu makamda kaldı. 1115 (m. 1703) yılında Yeniçeriler ayaklandılar. Bu sırada pâdişâh ve şeyhülislâm Edirne’de bulunuyordu. Edirne Vak’ası diye bilinen büyük ayaklanma sonucunda, yeniçeriler tarafından çok eziyet edilerek şehîd edildi. Edirne’deki malları ve evi, isyancılar tarafından yağma edildi. Oğulları Yedikule’ye habs edildi.

Şeyhülislâm Feyzullah Efendi, aklî ve naklî ilimlerde derin âlim, fazilet ve güzel ahlâk sahibi bir zât idi. Keskin zekâya sahip idi. Allahü teâlânın dînine bağlı, ilmiyle âmil idi. Kendisi, aslen Erzurum’un asil âilelerindendir. İlmî üstünlüğü yanında hat san’atı ile uğraşmış idi. Nesih stilinde güzel yazı yazardı. Cömert ve kerem sahibi olan Feyzullah Efendi; Erzurum, Şam, Medine ve İstanbul’da, dâr-ül-hadîs, câmi, medrese ve kütüphâne gibi hayırlı eserler yaptırmış idi.

Feyzullah Efendi’nin, vakfa dayalı olarak bıraktığı hayır eserleri şunlardır: 1- Erzurum’da yaptırdığı “Feyziyye medresesi” ile “Dâr-ül-kurrâ” ve bir “Câmi”. Halk arasında “Kurşunlu Câmii ve Medresesi” olarak bilinir. 2-Şam’da yaptırdığı “Dâr-ül-hadîs”, 3-İstanbul’da içinde nâdir kitapların bulunduğu bugün Millet Kütüphânesi adıyla hizmet gören kütüphânenin de yer aldığı Feyziyye Medresesi. 4-Edirne’de Cebehâne yakınında gördüğü rü’yâ üzerine yaptırdığı bir sebil, çeşme. 5- İstanbul’da yaptırdığı Fevziyye Medresesi’nin dış duvarına bitişik hazneli (sarnıçlı), nefis mermer kitâbeli çeşme. 6- Mekke-i mükerremedeki Mescid-i Cin’i ta’mir ettirmiştir. 7- Medîne-i münevvere de bir medrese, bir kütüphâne ve bir muallimhâne inşâ ettirmiştir.

Feyzullah Efendi’nin yaptırdığı kütüphâne vakfiyesinden bir kısmı Feyzullah Efendi’nin ilme ve dîne hizmetini çok iyi anlattığından aşağıya alınmıştır:

“... Müfredat defteri mucibince, vakfe tamamen riâyet ederek vakfedilen kütüphâne için, üç Hâfız-ı kütüb ta’yin edilmiştir. Bunlar kitapları iyi muhafaza edecekler, kütüphâneyi açık tutacaklardır. Açık olduğu günlerde talebe-i ulûm (ilim öğrenenler) gerek mütâlâa (inceleme-araştırma), gerekse istinsah (aslına bağlı olarak yazma) edebilecekler, dışarıya asla bir kitap çıkarılmayacak. Kütüphâne anahtarı ikinci hâfız-ı kütübde bulunacak, kütüphâne kapandıktan sonra birinci hâfız-ı kütüb, kapıyı mühürleyecek ve üçü bir arada olmadan kütüphâne açılmayacaktır. Senede üç kerre umûmî temizlik yapılacak, 12 akçe yevmiye me’mûriyet için, 3 akçe de temizlik için olacaktır. Cildci çalıştırılacak, yıpranmış ve eskimiş kitaplar ta’mir ettirilecektir” denmektedir.

Eserleri: Değerli bir âlim, fazilet sahihi, güler yüzlü, zekî bakışlı, heybetli ve vakûr, oldukça nüktedân, müfessir ve muhaddis olan Şeyhülislâm Erzurumlu Feyzullah Efendi’nin eserleri şunlardır:

1- Hâşiyetü alâ envâr-üt-tenzîl ve Esrâr-üt-te’vîl: Kâdı Beydâvî hazretlerinin meşhûr tefsîrine yazdığı haşiyedir. 2- Îsâm haşiyesi, 3- Nesâyih-ül-mülûk, 4- Halhâlî’nin Şerh-i akâid’i üzerine ta’lîkâtı. 5- Kitab-ül-ezkâr, 6- Mecmûa-i hikâyât, 7- Fetâvâ-i Feyziyye: Feyzullah Efendi’nin verdiği fetvâlarının toplandığı eseridir. 8- Hatîb Kâzım’ın “Ravda” adlı eserinin tercümesi, 9-Riyâz-ür-Rahme, 10- Dîvân, 11-Feyzullah Efendi’nin kendi kaleminden tercümesi hâli (otobiyografisi), 12- Feyzullah Efendi vakfiyesi.

Feyzullah Efendi’nin “Fetâvâ-i Feyziyye” adlı fetvâ kitabında yer alan fetvâlarından ba’zıları:

“Bir kimse, sıhhatde iken evini vakf ve zevcesinin (hanımının) oturmasını, o vefât edince, kirasının Medîne-i münevvere fukarasına verilmesini şart etse, mütevelliye teslim edip mahkemede tescil ettirdikten sonra ölse, vârisleri bu vakfı bozamazlar. Bir kimse, evini vakf edip, bunun satılarak parasının fakirlere dağıtılmasını şart etse, böyle vakf caiz olmaz, bâtıl olur. Çünkü, vakf malı satmak sahîh değildir. Mülkümü vakf ettim diyen kimse, tescil ettirmeden önce vazgeçebilir. Tescil ettirdikten sonra vazgeçemez. Bir kimse, birisinde olan alacağını bir cihete (ya’nî bir yere) vakf etse, parayı almadan önce ölse, vârisleri bu vakfı bozabilirler. Bir kimse, evini vakf edip kiraya verilmesini ve kirasının, oğullarından yalnız Ahmed’e verilmesini şart etse, diğer çocuklarına birşey verilmez. Bir kimse, mütevellisi bulunduğu vakf paranın bir kısmını tüccâra ve esnafa mudârebe (ortaklık payı) ve sermâye olarak verip, birkaç sene bunlardan yalnız kârları alıp vakfın masraflarına harc etse, sonra yerine başkası mütevelli olsa, tüccârlar iflâs veya firar etseler, yeni mütevelli, eskisine sermâyeleri tazmin ettiremez. Vakf paranın mütevellisi, bunları tüccârlara mu’âmele ile ödünç verse, sonra azl olsa, yeni gelen mütevelli bu paraları geri isteyince, buna vermeğe mecbûrdurlar. Rehin alarak mu’âmele ile ödünç vermesi şart edilmiş olan vakf parayı, mütevellisi, rehinsiz ödünç verip, ödünç alan, iflâs ederek ölse, para geri alınmasa, bunu mütevelli öder. Bunun gibi, vekîl sâhibinin bildirdiği şarta uymayarak zarara sebeb olursa, bu zararı tazmin eder. Mütevelli, İmâm-ı ebû Yûsuf’a göre (r.aleyh), vakf sahibinin vekîlidir. İmâm-ı Muhammed’e göre (r.aleyh), fakirlerin vekîlidir. Belli bir yerde saklanması şart edilmiş olmayan vakf para, mütevellinin evinde yangında zâyî olsa, mütevelli ödemez. Vakf parayı, eşkiya mütevelliden zor ile alsa, mütevelli tazmin etmez. Vedî’a olan eşya da (Bir kişiye saklamak üzere verilen şey) böyledir. Mütevellî, vakfın kirasını almak için birini vekîl etse, vekîl aldığı kirayı kendi ihtiyâçlarına sarfetse, bunu mütevelli değil, bu vekîl tazmin eder. Kâdı, vakfda şart edilmiş olmayan bir vazîfe ihdas edemez. Meselâ, vakf câmide bir müezzin varken, ikinci müezzin berâtı veremez. Zeyd, bir vakfa birkaç sene mütevelli olup, kadı o senelerin hesaplarını tedkîk ile kabûl ve tasdik eylese, caiz olur. Şüphe eden olursa, cevap taleb eder. Bir vakfın nâzırı, bunun tevliyetini de kendi üzerine alamaz. Vakf sahibinin ta’yin ettiği mütevelli, nâzırın bilgisi altında, vakfı idâre eder.”

“Üç türlü vakf vardır Yalnız fakirler için olur. Önce zenginler, sonra fakirler için olur. Hem zenginler, hem de fakirler için olur. Mektebler, hanlar, hastahâneler, kabristanlar, câmi’ler ve çeşmeler hem fakirler, hem de zenginler için vakf edilmişlerdir.”

“Mehr-i mu’accel, çeyiz masrafı olarak düğünden önce verilir. Mangır (ya’nî fülûs) rayiç (geçer akçe) iken, mehr olarak şu kadar bin mangır diyerek nikâh yaptıktan sonra, mangır kâsid (geçmez) olsa, zevce vefât etse, vârislerine kesâd günü olan kıymetleri kadar altın, gümüş kıymetleri verilir. Mangır adedince gümüş verilmez. (Kâğıd lira da, fülûs demektir.) Zevc (erkek) nikâhdan sonra gönderdiği eşya için, mehr idi dese, zevce de, hediyye idi dese, şâhidleri yok ise, zevcin sözü kabûl edilir.”

“Zevci zengin olan kadın, oğlundan nafaka isteyemez. Baliğ ise de, farz olan ilimleri tahsil ettiği için, fakir olana, zengin olan babası bakar.”

“Bir baba, küçük çocuklarını paralarını, ihtiyâcı yok iken, kendisi için kullansa, çocuklar baliğ olunca, bunu tazmin etmesini isteyebelirler. Baba muhtaç olsaydı, kullanması caiz olurdu.”

“Kadın kendi malından zevcine (kocasına) verip; “Bunu sat, semeni (parası) ile nafaka al” dese, zevcini (kocasını) onu satmağa vekîl etmiş ve semeni ona âriyet (ödünç) vermiş olur. Âriyet olarak verilen misli mal, karz (borç) olur.”

“Zeyd kendi arsasında kendi malzemesi ile eni, boyu ve yüksekliği belli bir oda yapması için bir usta ile, belli ücretle sözleşme ve ücretini peşin verse, odayı yaptıktan sonra, ustanın daha para istemesi caiz olmaz. Usta kendi malzemesi ile yapsaydı, (ya’nî istisna’ (ısmarlama) sözleşmesi olsaydı) caiz olurdu. Bir kimsenin, kendi arsası üzerinde, istisna’ yolu ile ev yaptırmasının caiz olduğu bu misâlden anlaşılmaktadır.”

“Beyde (satışta) olduğu gibi, icâre (kiralama) de, lâzım olmayan şart ile fâsid olur. Meselâ, değeri ma’lûm olan malını gemi ile belli iskeleye götürmesi için, belli ücret ile sözleşirken, gemicinin malın gümrüğünü kendi malından vermesini şart etmek fâsid olur. Fâsid icârelerde, sözleşilen ücret değil, ecr-i misi verilir. Bey’de olduğu gibi, icâreyi de ikâle ve fesh etmek caizdir.”

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Devhat-ül- meşâyıh sh. 74

2) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh. 1007

3) Silk-üd-dürer cild-4, sh. 6

4) Osmanlı Müellifleri cild-1, sh. 393

5) İlmiye salnamesi sh. 491

6) Kâmûs-ül-a’lâm cild-5, sh. 3464

7) Sicilli Osmanî cild-4 sh. 33

8) Lügât-i târihiyye ve Coğrâfiyye cild-2, sh. 226

9) Fetâvâ-i Feyziyye, İstanbul 1324