Osmanlı Devleti’nde yetişen din ve fen âlimi. İsmi, Muhammed Es’ad bin Ali veya Es’ad bin Muhammed bin Ali’dir. Bugün Arnavutluk sınırları dahilindeki Yanya şehrinde doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. Yanyalı Hoca Es’ad Efendi nâmıyla meşhûr oldu. 1143 (m. 1730) senesinde vefât etti.
İlim sahibi bir aileye mensûb olan Hoca Es’ad Efendi, din ve âlet ilimlerini, memleketinde, müftî Mehmed Efendi ve müderris İbrâhim Efendi’den öğrendi. 1098 (m. 1688) senesinde İstanbul’a geldi. Akşehirlizâde İbrâhim Efendi’nin talebeleri arasına katıldı. Arkadaşları arasında ilk sırayı aldı. Akşehirlizâde İbrâhim Efendi’den icâzet alarak me’zûn oldu. Müderrislik vazîfesi verildi. Fen ilimlerine merakının çokluğundan, bir taraftan müderrislik yaparken, diğer taraftan eski Tekirdağ müftîsi Mehmed Efendi’den matematik ve kozmoğrafyayı, Müneccimbaşı Mehmed Efendi’den de irtifa usûlünü öğrendi. Rumca ve Arabcayı Yanya’da öğrenmişti. Molla Müncel’den de Farsçayı öğrendi. Din ve fen ilimlerinde çok ilerledi. Fıkıh, kelâm, astronomi ve matematik bilgilerinde âlim oldu. Onun ilimdeki yükselmesi dikkate alınarak, 1111 (m. 1699) senesinde, yüksek medreselere talebe hazırlayan Eyyûb Sultan Medresesi’ne müderris ta’yin edildi. 1138 (m. 1725) senesinde de Galata kadılığı verildi. Bu sıralarda İbrâhim Müteferrika, Türkiye’de ilk matbaayı kurmak için hazırlık yapıyordu. O zamana kadar İstanbul’da çok sayıda hattât bulunması (ba’zı araştırıcılara göre doksanbin) ve o zamanlar çok ibtidâî olan matbaadan daha serî kitap yazılması sebebiyle, matbaaya rağbet edilmemişti. Üstelik başlı başına bir sanayi kolu denilebilecek hattâtlığın (kitap yazma işinin) ve yan kolları olan cildcilik, nakkaşlık gibi meslek erbâbının birden bire açığa çıkıp işsiz kalması, memleket içinde ekonomik buhranlara sebep olabilirdi. Hâlbuki Avrupa’da ilimle uğraşanların sayısı çok olmadığı gibi, kitap yazma işinde çalışan fazla kimse de yoktu. Dolayısıyle Avrupalı için matbaa, ekonomik bir çöküntü getirmiyordu. Ancak papazların muhalefeti ile karşılaşılıyordu. Hattâ Cizvit (katolik) misyonerlerinin kışkırtmasıyla yeniçeriler, Rum-Ortodoks Patriği’nin kurdurduğu matbaayı, kuruluşundan bir sene sonra, 1038 (m. 1628) senesinde tahrib ettiler. Müslüman ahâli, matbaayı bir ihtiyâç olarak görmediği için o zamana kadar kurmadılar. Matbaanın geç gelmesi, müslümanların karşı çıkmasından dolayı değildir. Osmanlı Devleti’nin en yüksek dînî makamı olan şeyhülislâmlık makamında bulunan Yenişehirli Abdullah Efendi’nin, Sadrâzam Nevşehirli Dâmâd İbrâhim Paşa’nın ve pâdişâhın, matbaayı tasvip edip, kurucusu İbrâhim Müteferrika’yı teşvik etmeleri, müslümanların lüzumunda bu işe nasıl gönül ve destek verdiklerini göstermektedir. Yalnız fen ve âlet ilimlerine dâir eserlerin basılmasına müsâde edilerek, dînî eserlerin hattâtlara bırakılması da, yazı yazarak geçimini te’min edenlerin korunduğunu göstermektedir.
İlk defa matbaa kurmak için İbrâhim Müteferrika teşebbüs ve müracaat etmiş ve kendisine hem şeyhülislâmın fetvâsı hem de pâdişâhın fermanı verilmişti. Ayrıca, Osmanlı Devleti’nin en yüksek dînî hizmetlerini îfâ etmiş olan, eski Galata kadısı Yanyalı Hoca Es’ad Efendi ile, eski İstanbul kadısı Molla İshak Efendi ve eski Selanik kadısı Molla Sâhib Efendi gibi her ilimde söz sahibi kimselerden musahhihler ta’yin edildi, “İbrâhim Müteferrika’nın bastığı eserlerin, bu seçkin kimselerin kontrolünden geçmesi, basılan kitapların halkın i’timâdını te’min etmesinde mühim rol oynadı.
Matbaanın ilk kuruluşunda böyle mühim bir işte çalışan Es’ad Hoca Efendi, aynı zamanda, Sadrâzam Dâmâd İbrâhim Paşa’nın kurduğu yirmibeş kişilik tercüme hey’etinde de üye idi.
Es’ad Hoca Efendi, din ve âlet ilimlerinde çok ilerlemiş, Arab, Fars, Latin, Türk ve Avrupa’da yeni yeni ortaya çıkarılan bilgiler ve buluşlarla birlikte, klasik kaynakları da tarayarak, her husûsta bilgi sahibi olmuştu. Es’ad Hoca Efendi, ba’zı klasik kitapları Türkçeye tercüme etti. İbn-i Sina’nin tıbba dâir, “Eş-Şifâ” adlı eserini Türkçeye çevirdi. “Hikmet-ül-işrâk” kitabını şerhetti. “Metâli’ül-envâr”
“Kütüb-i semâviyye ve hikmet-i tabiiyye” ve “Şerh-ül-Envâr” adlı eserleri Türkçeye tercüme etti. Çok güzel şiirler yazıp, şiirlerini Dîvân’ında topladı. Ayrıca Sadrâzam Dâmâd İbrâhim Paşa ve Şeyhülislâm Yenişehirli Abdullah Efendi’nin teşvikiyle, Aristo’nun “Fizik” adlı kitabını, Yunancadan Arabçaya tercüme ve şerhetti. Bu eserlerden başka, Manzûme-i Şehdî”ye bir şerh yazıp, Rumcaya tercüme etti. “Hâşiye-i İsbât-ı vâcib” ve “Risâle-i tâhûtiye” adlı kitaplar da onun eserleri arasındadır.
Her müslüman gibi, Allahü teâlânın râzı olduğu yolda bulunmak için çırpınan Es’ad Hoca Efendi, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riâyette çok titiz davranırdı. Kalbini tasfiye ve nefsini tezkiye için Nakşibendiyye yoluna mensûb büyüklerin sohbetlerinde bulundu. Resûlullah efendimizin (s.a.v.) güzel ahlâkıyla ahlâklandı. Herkese iyilik yapar, elinde olanı Allah rızâsı için vermekten sakınmazdı. Devamlı ilim ve ibâdetle meşgûl olur, insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlatarak vakitlerini kıymetlendirirdi.
Es’ad Hoca Efendi, yazmış olduğu pek kıymetli eserler yanında, mümtaz talebeler de yetiştirdi. Oğlu matematik âlimi Mehmed Efendi ve meşhûr fen âlimi Vesim Abbâs Efendi, onun talebeleri arasındadır.
Es’ad Hoca Efendi’nin beytlerinden biri şöyledir:
“Anlamaz feyz-i Hüdâyî, sırrın idrâk
eylemez,
Girmeyenler halkay-ı tevhîde Allah aşkına.”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 205
2) Mu’cem-ül-müellifîn cild-2, sh. 248, cild-9, sh. 49
3) Osmanlı Müellifleri cild 1, sh. 234
4) Sicilli Osmânî cild-1, sh. 332