Evliyânın büyüklerinden. İsmi, Abdullah bin Alevî bin Ahmed Muhacir bin Îsâ bin Muhammed bin Ali Arîdî bin Ca’fer-i Sâdık bin Muhammed Bâkır bin Ali Zeynel’âbidîn bin Sıbtı İmâm-ı Hüseyn bin Ali bin Ebî Tâlib’dir. Evlâd-i Resûl olup, seyyiddir. 1044 (m. 1634) senesi Safer ayının beşinde Pazartesi günü Yemen’in Terim şehrinde doğdu. 1132 (m. 1720) senesi Zilka’de ayının yirmiüçünde Salı günü akşamı Terîm’de vefât etti.
Abdullah Haddâdî küçük yaşta Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. Sonra ilim tahsiline başladı. Zamanının büyük âlimleriyle görüşüp derslerini dinledi. Fıkıh ilmini Kâdı Sehl bin Ahmed ve başkalarından öğrendi. Küçük yaşta ilimde söz sahibi oldu. Çok zekî ve hafızası çok kuvvetli idi. Okuduğunu ve gördüğünü bir daha unutmazdı. Bu durumu sebebiyle ilim kapıları kendisine açıldı. Çok ibâdet eder, öğrendikleriyle mutlaka amel ederdi. İlimdeki üstünlüğü herkesi hayran bırakırdı.
Abdullah Haddâdî 1079 (m. 1668) senesi Haremeyn-i şerîfeyne (Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevvereye) gitti. Daha birçok yerlere ilim öğrenmek için yolculuklarda bulundu. Kabirleri ziyâret eder, buna çok önem verirdi.
Seyyid Abdullah uzun boylu ve gür saçlı idi. Çok kerâmetleri görüldü. Kerâmetlerini göstermekten çok çekinirdi. Ba’zı talebeleri kerâmetleri hakkında risaleler yazmışlardı. Bu durumdan haberi olunca onları çağırıp dedi ki: “Yazdığınız kâğıtları suya koyun. Yazıdan hiçbir eser kalmasın.” Onlar da hocalarının dediğini yaptılar, sonra talebelerine buyurdu ki: “Böyle şeyleri yazacağınıza dînî nasîhâtleri, îmân bilgilerini, fıkıh bilgilerini, fetvâ kitaplarını ve bunlar gibi faydalı olan kitaplarla meşgûl olmanız yazmanız daha uygun olur.”
Talebesi Selî onun hakkında şöyle bildirdi: “Seyyid Abdullah bin Alevî’nin yanına her kim gelirse onun kalbinden ve hatırından geçenleri bilir ve haberdâr olurdu. Yanına gelenin nesebini (soyunu) ve ne iş için geldiğini önceden söylerdi. Birgün bir kimse gelip bir suâl sormak istedi. Ona; “Senin suâlin şöyledir, fakat daha zamanı değildir” buyurdu.
Birgün Hacer denilen yerde iken, yanına Şerîf Berekât bin Muhammed gelip, isteğinin kabûlü için duâ etmesini istedi. Şerîf Berekât o zaman Mekke emîri değildi. Haddâdî de duâ etti. O gidince duâ isteyen kişinin kim olduğunu sordu. Oradakiler, “Efendim bu zât Mekke’nin eşrafından bir kimsedir” dediler. Abdullah Haddâdî buyurdu ki; “O bizden Mekke’nin emîri olmak için duâ istedi. Biz de duâ ettik, Allahü teâlâ duâmızı kabûl etti. Bu vazîfe ona müyesser olacak.” 1082 (m. 1671) senesi sonunda Şerîf Berekât, Mekke-i mükerreme emirliğine ta’yin edildi.
Seyyid Abdullah Haddâdî birgün talebesi Şeyh Hüseyn bin Muhammed ile birlikte hac için yola çıktılar. Medîne-i münevvereye vardıklarında talebesi orada hastalandı. Yakalandığı hastalık çok şiddetli idi. Talebe nerede ise vefât edecekti. Seyyid Abdullah, hastanın başı ucuna oturduğunda onun ömrünün bittiğini anladı. Oradaki talebelerinden bir cemâati topladı ve; “Her biriniz ömrünüzden bir miktarını ona verin” buyurdu. Seyyid Ömer Emîn isimli talebe; “Efendim ben ömrümden onsekiz gün ona hîbe ettim” dedi. Bu yetmez buyurup diğerlerinden de birer ikişer gün hîbe etmelerini istedi. Herbirinin ömründen hîbe ettikleri miktarları bir kâğıda yazdı. Resûlullahın (s.a.v.) Kabr-i şerîfine gidip duâ etti ve şefaat istedi. Ziyâretten sonra Seyyid Abdullah Haddâdî sevinçle; “Allahü teâlâ duâmızı kabûl etti. O istediğini yapmağa kâdirdir. Ümm-ül-kitâb ondadır” buyurdu. Allahü teâlânın izni ile talebesi Şeyh Hüseyn hastalıktan kurtuldu. Bir zaman sonra Seyyid Abdullah, Yemen’in Terîm şehrinde iken buyurdu ki: “Bu sene Şeyh Hüseyn vefât edecek.” Buyurduğu gibi o sene Şeyh Hüseyn Mekke-i mükerremede vefât etti.
Abdullah Haddâdî çok eser yazdı. Bunlardan ba’zıları şunlardır: 1) İthâfüs-Sâil bi ecvibet-il-mesâil, 2) Dîvân (Dürr-ül-manzûm li zevil fâdıl vel-fühûm.), 3) Da’vet-üt-tâmme vet-tezkirat-ül-âmme fil-va’z, 4) Nesâih-üd-dîniyye 5) El-Müâvenetü vel-müâzerâ-tü lir-râgıbîn.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-6, sh. 85
2) Silk-üd-dürer cild-3, sh. 91
3) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 480
4) İzâh-ül-meknûn cild-1, sh. 4, 69
5) Brockelmann Sup-2, sh. 386
6) El-A’lâm cild-4, sh. 104
7) Câmi’u kerâmât-il-evliyâ cild-2, sh. 128