Hanefî mezhebi âlimlerinden ve tasavvuf büyüklerinden. İsmi Abdülkâdir, nisbeti Sıddîkî ve Bağdadî olup, ilmi ve evliyâlığı kendinde toplamış büyük bir zât idi. Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk’ın soyundandır. Buna nisbetle Sıddîkî denilmiştir. Doğum târihi bilinmemektedir. 1148 (m. 1735) senesinde Kudüs’de vefât etti.
Aslen Bağdatlı olan Abdülkâdir Sıddîkî, daha sonra Kudüs’e yerleşti. O zamanda bulunan büyük âlimlerin ders ve sohbetlerinde bulunarak yetişti. Zamanında bulunan âlim ve velîlerin önde gelenlerinden oldu. Faziletler sahibi, âlim, âmil, ârif, âbid ve velî bir zât idi. İnsanlara İslâmiyetin doğru bilgilerini öğretmek için gayret ederdi. Keşf ve kerâmet sahibi idi.
Seyyid Muhammed bin Îsâ el-Kudsî şöyle anlatır: “Ben Abdülkâdir Sıddîkî hazretlerini çok gördüm. Meclisinde bulundum. Çok kerâmetlerine şâhid oldum. Kalbimden geçen “gizli düşünceleri kerâmet olarak anlar ve haber verirdi. Huzûr ve sohbetlerinde bulundukça, ona olan muhabbet ve bağlılığım daha da artardı. Onu tanıdığım ilk zamanlarda kendisiyle birlikte Dâvûd aleyhisselâmın makamını ziyârete gittik. Ziyâretten sonra, Dâvûd aleyhisselâmın rûhâniyeti ile buluştuğunu bildirip, vasıflarını da, şu şu şekilde diye anlattı. Bunun üzerine, acaba nasıl oluyor ki diye kalbimde bir şüphe hâsıl oldu. Daha sonra Me’menullah kabristanına geldik. Orada; İbn-i Battal, Ebû Abdullah Kureşi, İbn-i Arslân ve Şeyh Birmâvî gibi âlim ve evliyâ zâtların kabirlerini ziyâret ettik. Abdülkâdir Sıddîkî herbir kabri ziyâret ettikten sonra, o kabirde bulunan zât ile görüştüğünü söylüyor, sıfatlarını sayıyordu. Benim ise şüphelerim iyice artıyordu. Nerede ise, böyle şey olmaz diye onu yalanlıyacak duruma geldim. Nihâyet babamın bulunduğu kabrin başına geldik. O daha önce babamı hiç görmemişti. O kabrin babama âid olduğunu da kendisine haber vermedim. Babamın kabrine gelince ben durdum. O da durdu. Oturduk, ben Kur’ân-ı kerîm okuyup duâ ettim. Kalktıktan sonra; “Bu kabirde âlim, âmil, şerefli bir zât vardır. Seni görmekle, senin gelmen ve Kur’ân-ı kerîm okuman sebebi ile çok sevindi, mesrûr oldu. Rûhâniyeti ile buluştum. Sıfatı şöyle şöyledir. Faziletleri de şöyle şöyledir. Bu zât senin babandır. Niçin bana daha önceden haber vermedin?” dedi. Ben onun hakkındaki i’tirâzlarıma hemen tövbe ettim ve; “Haber vermeme lüzum yoktur. Maksadımız ziyâretti” dedim. Gördüğüm bu apaçık kerâmet karşısında ona olan muhabbet ve bağlılığım daha da arttı.”
Yine Seyyid Muhammed bin Îsâ şöyle anlatır: “Bir müşkül mes’elem olduğu zaman Abdülkâdir Sıddîkî hazretlerine suâl ederdim. O da başını eğer, bir müddet düşündükten sonra; “Ümid olunur ki, bu suâlin cevâbı şöyledir” derdi. Verdiği cevap da kalbimi rahatlatırdı. “Efendim! Mademki bu suâlin cevâbı böyledir. O hâlde niçin kat’î olarak değil de; “Ümid olur ki” diyerek tahminli bir ifâde kullanıyorsunuz?” diye arzettiğimde, cevap olarak; “Çok biliyorum durumuna düşmemek, böbürlenmemek için öyle söylüyorum” derdi.”
Muhammed bin Îsâ (r.aleyh) şöyle anlatır: “Birgün Abdülkâdir Sıddîkî (r.aleyh) bana; “Bana amcamın oğlu Seyyid Mustafa Sıddîkî’yi çağır” dedi. Çağırdım. Seyyid Mustafa gelince, orada bulunan bir sandığın anahtarını ona vererek buyurdu ki; “Ey amcamınoğlu! Allahü teâlâ bilir ama benim âhırete gitme vaktim yaklaştı. Vefâtımdan sonra beni en güzel şekilde techiz et. Seyyid Îsâ’nın (ya’nî bu hâdiseyi nakleden zâtın babasının) yanına defnet. Çünkü onun rûhâniyeti şu anda burada bulunuyor ve benim kabrimin onun kabrine yakın olacağını haber veriyor. Göç (vefâtım) bu günün akşamında olacaktır.” dedi. Hakîkaten bildirdiği gibi olup, o gün akşam vefât etti. Amcasının oğlu da vasıyyetlerini aynen yerine getirdi.
Abdülkâdir Sıddîkî hazretlerinin, Şeyh Abdülganî Nablüsî’nin Kasidesine şerhi, Vahdet-i vücûd hakkında bir risalesi ve başka risaleleri vardır.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-5, sh. 289
2) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 603
3) Silk-üd-dürer cild-3, sh. 61
4) Câmi’u kerâmât-il-evliyâ cild-2, sh. 97