TAKIYYÜDDÎN-İ TEMÎMÎ

Hanefî mezhebi fıkıh âlimi ve meşhûr “Tabakât-üs-seniyye fî terâcim-il-Hânefiyye” kitabının sahibi. İsmi, Takıyyüddîn bin Abdülkâdir et-Temîmî ed-Darîrî el-Gazzî el-Mısrî’dir. Ba’zı kaynak eserlerde 950 (m. 1543) senelerinden sonra doğduğu rivâyet edilmektedir. Hanefî âlimlerinin büyüklerinden olup, kadılık hizmetinde de bulundu. Arab edebiyatında üstün bir yeri vardı. Şiirleri ve kasideleri meşhûr olup, pek kıymetlidir. Kıymetli kitaplar yazdı. 1010 (m. 1601) senesi Cemâzil-âhır ayının beşinde Mısır’da vefât etti. Vefâtında 50 yaşları civarında idi. Vefâtının 1005 (m. 1596) senesinde olduğunu bildiren kaynaklar da vardır.

Takıyyüddîn-i Temîmî, daha küçük yaşta ilim tahsiline başladı ve birçok âlimden ilim öğrendi. Çok yerleri dolaşıp, oradaki âlimlerden ders okudu. Bu arada Anadolu’ya da gelip, birçok âlimin derslerinde bulundu. Hocalarının ve kendisinden ilim tahsil eden talebelerinin isimleri, kaynaklarda zikredilmemektedir.

Şemsüddîn-i Hafâcî diyor ki: “Benimle, Takıyyüddîn-i Temîmî arasında sağlam bir sevgi vardı. O, Anadolu’da iken birbirimizle haberleşip mektûplaşırdık.”

Takıyyüddîn-i Temîmî, uzun bir zaman kadılık vazîfesinde bulundu. O, Cizre ve etrâfındaki beldelere kadı olarak ta’yin edilmişti. Onun 979 (m. 1571) senesinde Sultan Üçüncü Murâd Hân zamanında Füvve (veya Konya) şehrinde kadı iken, “Tabakât-üs-seniyye” kitabını tamamladığı, kaynaklarda zikredilmektedir.

Yine Hafâcî, “Reyhâne” adındaki eserinde Takıyyüddîn-i Temîmî’yi çok medhederek diyor ki: “O, önceleri hep ibâdetle meşgûl idi. Zühd ve takvâ sahibiydi. Dünyâ malına ve mevkiine hiç düşkün değildi. Seccadeden başını kaldırmazdı. Sonra kadılık vazîfesine ta’yin edildi. Allahü teâlânın takdîrine râzı olup, lâyık olduğu şekilde kadılık hizmetini yürüttü.”

Eserleri: 1- Tabâkât-üs-seniyye fî terâcim-il-Hânefiyye: En kıymetli eserleri arasında yer alan bu kitabın başında, önce Resûlullah (s.a.v.) efendimizin hayatı ve ahlâkı anlatılmaktadır. Sonra İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe’nin ve onun mezhebindeki yüzlerce âlimin hayatı ve menkıbeleri hakkında geniş bilgi verilmektedir. Bu eser basılmıştır. İsimler harf sırası iledir. Bu eser, “Keşf-üz-zünûn”da, “Terâcim-üs-seniyye fî tabakât-il-Hânefiyye” adı ile zikredilmektedir. 2-Tezkire, 3- Haşiyetün alâ şerh-il-Elfiye li-İbn-i Mâlik, 4- Es-Seyf-ül-berrâk fî unuk-ıl-veled-il-âk, 5- Muhtasaru Yetîmet-üd-dehr: Se’âlebî’nin “Yetîmet-üd-dehr” adındaki eserinin muhtasarı, özetidir.

Tabakât-üs-seniyye isimli eserden ba’zı bölümler:

Resûlullah efendimizin (s.a.v.) güzel ahlâkı: Âişe vâlidemize (r.anhâ) Resûl-i ekremin (s.a.v.) ahlâkı sorulunca, şöyle anlattı: “O’nun ahlâkı Kur’ân-ı kerîm ahlâkıdır. Allahü teâlânın gazâb ettiği şeyden dolayı gazâb eder, O’nun râzı olduğu şeyden dolayı râzı olur, şahsına âit bir şeyden dolayı gazâblanmazdı. Allahü teâlânın emirlerine uyulmadığı, bunlara riâyet edilmediği zaman gazâblanırdı. İnsanların en şecâatlisi, en cömerdi idi. Kendisinden birşey istendiği zaman asla yok buyurmazdı. Evinde dinar ve dirhem olduğu hâlde asla gecelemezdi. Yanında para olup, onu verecek birisini bulamadan akşam olursa, onları muhtaç olanlara vermeden evine dönmezdi. Resûlullah (s.a.v.) insanların en halimi idi. Bâkire kızlardan daha haya sahibi idi. İbret nazarı ile bakardı. Çok tevâzu sahibi idi. Zengin, fakir, hür, köle herkesin da’vetini kabûl ederdi. Çok merhametli idi. Kedilerin içebilmesi için su kabını temizlerdi. Onlar içmeden su kabını kaldırmazdı. Bunu onlara olan merhametten dolayı yapardı. İnsanların en afifi idi. Eshâbına çok ikram ederdi. Onlar arasında mübârek ayaklarını uzatmazdı. Yer dar olunca onlara yer açardı. Dizi yanında bulunanların dizinden ileri geçmezdi. Eshâbını arayıp sorardı. Hasta olanları ziyâret ederdi. Yanında olmayanlara gıyablarında duâ ederdi. Eshâbı ile beraber bahçelik olan yerlere giderlerdi. Özür dileyenin mazeretini kabûl ederdi. Hak olan husûsta fakir ile zengin, Resûlullah efendimizin huzûrunda eşit idi. Yürürken beraber yürüdüğü kimseyi geride bırakarak öne geçmezdi. Kendileri bir bineğe bindiklerinde, başkası yürüyor ise mutlaka onu da bineğin terkisine bindirirlerdi. Kendisine hizmet edenlere o da hizmet ederdi. Hizmetcilerinden ayrı yemez ve giymezdi.”

Resûlullah efendimiz (s.a.v.) Eshâbı ile beraber bir yolculukta bulunuyorlardı. Bu sırada bir koyun kesilecekti. Eshâb-ı Kirâmdan birisi; “Bu koyunu kesmesi bana âit”, diğeri, “Onu yüzmesi bana âit”, bir başkası, “Pişirmek bana âit” dedi. Resûlullah efendimiz (s.a.v.) de; “Odunu da ben toplarım” buyurdu. O zaman Eshâb-ı Kirâm (r.anhüm):

“Yâ Resûlallah! Biz senin yerine toplarız” dedikleri zaman, Resûlullah efendimiz (s.a.v.); “(Evet) Biliyorum. Siz benim yerime toplarsınız. Fakat, kendimi sizden farklı görmek istemiyorum. Çünkü Allahü teâlâ, arkadaşları arasında kendisini onlardan farklı ve ayrı gören kulunu sevmez” buyurup, odun topladılar.

Resûlullah efendimiz (s.a.v.) oturup kalktığında dâima Allahü teâlâyı zikrederdi. Bir meclisin bulunduğu yere varınca, meclisin en sonuna otururlardı ve böyle yapmayı emrederlerdi. Huzûrunda bulunanlara lâzım gelen muâmeleyi yaparlardı. Huzûrunda bulunanlardan herbiri, Resûlullah efendimizin kendisinden daha kıymetli birisinin olmadığını sanırdı. Resûlullah efendimiz (s.a.v.), beraber oturdukları kimselerin yanında âcil bir iş olmadan veya onlardan izin almadan kalkmazdı. Hiç kimseye hoşlanmıyacağı bir şekilde muâmele etmezdi. Kendisine yapılan kötülüğe kötülükle muâmele etmezdi. Bilâkis kendilerine yapılan kötülüğü af ederlerdi.

Resûlullah efendimiz (s.a.v.) hastaları ziyâret eder, fakir ve yoksulları sever, onlarla birlikte oturur, cenâzelerinde bulunur, hiçbir fakiri fakirliğinden dolayı aşağı görmez, hiçbir güç, kuvvet ve mülk sahibinden; güçlü, kuvvetli ve mülk sahibi olduğundan dolayı korkmazdı.

Ni’met, az bile olsa hürmet ve saygı gösterirdi. Ni’meti kötülemezdi. Hiçbir yemeği ayıplamazdı. Hangi yemek olursa olsun, onu yemek arzusu duyarsa yer, yoksa yemezdi. Yemeği ayıplıyacak sözlerde bulunmazdı.

Komşusunu muhafaza eder, misâfire ikram ederdi. İnsanları tebessüm ve güler yüzle karşılardı. Bütün vakitlerini Allahü teâlânın rızâsına uygun işleri ve lüzumlu işleri yapmakla geçirirdi.

Elbiselerini, ayakkabılarını yamar, ata, katıra ve merkebe binerlerdi. Arkalarına hizmetçisini veya başkalarını bindirirlerdi. Atının yüzünü silerlerdi. Hoşlarına giden birşey olunca; “Elhamdülillahi Rabbilâlemîn” hoşlarına gitmeyen birşey meydana gelince; “Elhamdülillah alâ külli hâl” derlerdi.

Ekseriyetle kıbleye dönerek otururlardı. Allahü teâlâyı çok zikrederdi. Namazı uzatır, hutbeyi kısa okurlardı. Bir mecliste, yüz kerre istiğfar okurlardı. Çok ibâdet etmekten dolayı mübârek ayakları şişerdi.

Pazartesi, Perşembe, her aydan üç gün (13-14-15 günleri) ve Âşûra oruçlarını tutarlardı. (Yalnız Âşûra orucunda birgün evvel ve birgün sonra da oruç tutmak sünnettir. Yalnız Âşûra günü oruç tutmak mekrûhtur) Ekseriya Şa’bân ayında oruç tutardı.

Resûlullah efendimizin (s.a.v.) gözleri uyur, fakat kalbleri uyumazdı. Uyurken horlamazlardı. Rü’yâlarında hoşa gitmeyen birşey gördükleri zaman “Hüvallahü lâ şerike lehû” buyururlardı. Yatağına yatacağı zaman; “Rabbi kınî azâbeke yevme teb’asü ibâdeke”, uyandıkları zaman; “Elhamdülillahillezî ehyânâ ba’de mâ emâtenâ ve ileyhinnüşûr” buyururlardı.

Resûlullah efendimiz (s.a.v.) zekât kabûl etmezdi. Fakat hediye kabûl eder, ondan yerdi. Hediyeye karşılık hediye verirdi. En tatlı ve lezzetli şeyi yiyeyim diye düşünmezdi. Ba’zan açlıktan mübârek karnına taş bağlardı. Hâlbuki, kendisine yeryüzünün hazîneleri verildiği hâlde kabûl etmemiş, âhıreti tercih etmişti. Ekmekle sirke yerdi. “Sirke ne iyi katıktır” buyurdu. Ne bulursa onu yerdi. Sofraya geleni reddetmezdi. Getirilmiyeni istemezdi. En sevdiği, serin şerbetti. Yaslanarak yemezdi. Yapılan da’vete giderdi. Köle, hür, herkesin da’vetini kabûl ederdi. “Zeytinyağı yiyiniz. Çünkü o mübârek bir ağaçtandır” buyurmuştur. Oturarak içerdi. Üç solukta içer, nefeslerini kabın içine vermezdi. Su dağıtırken, sağında bulunanlardan başlardı.

Resûlullah efendimiz (s.a.v.) gümüş yüzük takarlardı. Yüzüklerinde “Muhammedün Resûlullah” yazılı idi.

Resûlullah efendimiz (s.a.v.) güzel kokuları severdi. Tiksindirici kokulardan hoşlanmazdı. Yürürken, na’linlerini giyerken, yıkanırken, hülâsa bütün işlerini sağdan yapardı. Aynaya bakarlardı. Ayna, tarak, makas, misvak, iğne ve ipliği yolculuk sırasında yanından ayırmazlardı. Geceleyin uyumadan önce, kalktıktan sonra, zikr yapacağı zaman, sabah namazına giderken ve hacamat yapacağı zaman da mübârek dişlerini üç defa misvak ile temizlerlerdi. Konuşurken ve hattâ latife yaparken hak sözden başkasını söylemezlerdi.”

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Hulâsat-ül-eser cild-1, sh. 479

2) Mu’cem-ül-müellifîn cild-3, sh. 91

3) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 245

4) Keşf-üz-zünûn sh. 152, 385, 394, 1017, 1098, 1099

5) Tabakât-üs-seniyye (Mukaddimesi)