ŞEYH İLÂH-BAHŞ EL-HİNDÎ

Hindistan evliyâsının büyüklerinden, İlâh-bahş diye tanınır. İlâh-bahş, Fârisî bir kelime olup; “Allahü teâlânın atıyyesi, ihsânı” ma’nâsına gelmektedir. Kendisine Şeyhullah Bahş da denilmiştir. Tasavvufta Nakşîbendiyye yoluna mensûb yüksek bir velî idi. 920 (m. 1514) senesinde doğdu. Doğum yeri bilinmemektedir. 1002 (m. 1593) senesi Ramazân-ı şerîf ayının ondokuzunda, Pazartesi gecesi vefât etti.

Zamanında bulunan tasavvuf büyüklerinin sohbet ve hizmetlerinde bulunarak yetişen İlâh-bahş, üstün derecelere sahip idi. Ma’rifet sahibi olduğu gibi, başkalarını da bu yüksek kemâlâta eriştirebilecek tasarrufa sahip idi. Meczûb Seyyid Ali Kavvâmın (k s.) halîfesi ve evliyânın büyüklerinden olan Tâcüddîn-i Hındî en-Nakşibendî hazretlerinin hocalarının en başta gelenlerindendir. Çok kerâmetleri görülmüştür.

Bir defasında talebesi Tâcüddîn’i, bir iş için Emrûhe beldesine göndermişti. Tâcüddîn’in talebeliğinin ilk zamanlarıydı. Yolda güzel bir kadın gördü. Kalbi o kadına tutuldu. Hatta öyle oldu ki, yaptığı hizmeti unutup, o kadının peşine düştü. Bu hâlde iken aniden o kadının sağ tarafında hocasının sûretini gördü. “Sen ne yapıyorsun. Nereye gitmiştin? Şimdi nereye gidiyorsun. Bu ne hâldir?” der gibi bir tenbîh ve taaccüb işâreti olarak baş parmağını ağzına koymuş kendisine bakıyordu. Bunu görünce çok utanan Tâcüddîn yaptığına pişman olup, derhal geri döndü. Yaptığı işten dolayı kendisini büyük bir mahcubiyet hâli kaplamıştı. Bildirilen yere gidip, o hizmeti yaptıktan sonra, hocasının yanına döndü. İlâh-bahş, onu görünce gülümsedi fakat başka birşey söylemedi. Tâcüddîn anladı ki, hocası o hâdiseye işâret ediyor, fakat onu mahcûb etmemek için de birşey söylemiyordu.

Rivâyet edilir ki: İlâh-bahş hazretlerinin huzûruna bir kimse gelerek, fakirlikten ve geçim husûsunda çok sıkıntıda olduğundan şikâyette bulundu. Birkaç gün İlâh-bahş’ın huzûr ve hizmetinde bulundu. Ondan kendisine yardımcı olmasını, mal ve paraya kavuşması için duâ etmesini istedi. İlâh-bahş o kimseye; “Sen zengin olmuş olsan zekât, uşr vermezsin dedi. O ise, zengin olması hâlinde, zekât ve sadaka vermekte kat’î olarak gevşek davranmayacağını söyledi. Bunun üzerine İlâh-bahş o kimseyi dünyâ ehlinden zengin bir kimseye gönderdi. O fakir kimse İlâh-bahşın bereketi ile kısa zamanda çok mal ve servete kavuştu. Zekât vermesi farz olunca İlâh-bahş fakirleri o kimseye göndererek zekâtını vermesini istedi ise de o kimse zekâtını vermedi. Bu hâl birkaç defa tekrar etti. Bu kimsenin malı devamlı çoğalıyordu. Aradan bir müddet geçtikten sonra o kimse, önceki zekât borçlarını da ayırarak İlâh-bahş’a haber gönderip, bir hizmetçisi ile ayırdığı zekât mallarını aldırmasını istedi. Bu haber İlâh-bahş’a ulaştığında o çok müteessir oldu. Bu hâl onun gayretine dokundu. Çok üzüldü. Bundan birkaç gün sonra o kimsenin vefât haberi geldi.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Hulâsat-ül-eser cild-1, sh. 423

2) Câmi’u kerâmât-il-evliyâ cild-1, sh. 362

3) Berekât-ı Ahmediyye sh. 70