SEYYİD ALEVÎ

Yemen’de yetişen evliyânın büyüklerinden. İsmi, Alevî bin Ali bin Akîl bin Ahmed bin Ebî Bekr bin Abdürrahmân es-Sekkâf’dır. 958 (m. 1551) senesinde Yemen’de bulunan Terim beldesinde doğdu. Orada yetişti. 1048 (m. 1638) senesi Muharrem ayının yirmibeşinde, Çarşamba günü öğleden evvel, Mekke-i mükerremede vefât etti. Cennet-ül-mu’allâ kabristanında medfûndur.

Rivâyet edilir ki: Seyyid Alevî, Ümmî bir zât idi. Sonraları, bulunduğu Terim beldesinden çıkıp, Yemen’in diğer beldelerine ve Haremeyn’e (Mekke ve Medine’ye) gitti. Önceleri ticâret işleri ile meşgûl olurdu. Gittiği yerlerde âriflerden, evliyâdan olan birçok zâtlarla görüşüp sohbetlerinde bulundu. Onlardan çok istifâde etti. Bir kadr gecesinde, Allahü teâlâya, rızkının ve ömrünün bereketli olması için duâ etti. Ayrıca; “Allahım! Beni de hidâyete kavuşturduğun kullarından eyle!” diye yalvardı. Allahü teâlâ onun bu samîmi duâsını kabûl buyurdu.

Seyyid Alevî (r.aleyh), bundan sonra ticâreti terk ederek, tamamen tasavvuf yoluna yöneldi. Mekke-i mükerremede yerleşti. Orayı vatan edindi ve orada evlendi. Çoluk-çocuğu oldu. Âlim ve evliyâ zâtların huzûr ve sohbetlerinde bulundu. Tasavvuf yolunda yetişip kemâle geldikten sonra, insanlar onun sohbetlerine devam etmeye başladılar.

Seyyid Alevî, öyle yüksek oldu ki, diğer insanların yanında Mekke-i mükerremenin ileri gelenleri, yöneticileri de, bereketlerinden ve duâlarından istifâde etmek için yanına gelirler, sohbetinde bulunmak için can atarlardı. O ise, şöhrete, parmakla gösterilmeye sebep olur endişesiyle, insanların fazla gelip gitmelerini hoş karşılamazdı. Devamlı olarak kendi nefsini kötüler ve ayıplar, kendisinin hâl ve makam sahibi olduğunu söylemezdi. Ahlâkı, Resûlullah (s.a.v.) efendimizin ahlâkına uygun olup, o güzel edeb ile edeblenmiş idi. O zamanın Mekke şerîfi olan zât da, Seyyid Alevî’yi çok sever, hürmet eder, sohbetlerinde bulunurdu. Her kim ki, Seyyid Alevî’ye i’tirâz eder, ona eziyet verir veya büyüklüğünü inkâr ederse, yaptığının cezasını kısa zamanda mutlaka görürdü. O inkârcı kimse, kısa zamanda ya hastalanır, ya ölür, ya malı çalınır, ya çok yakınlarından ve sevdiklerinden biri ölür, yahut vatanından ayrılmak durumunda kalır... Hâsılı, kısa zamanda bunlara benzer bir musibet ile karşılaşırdı.

Seyyid Alevî’nin (raleyh) çok kerâmetleri görülmüştür. Talebelerinden birisi onun kerâmetlerini toplayıp, küçük bir risale meydana getirmiştir. Rivâyet edilir ki: Mısır’dan Mekke-i mükerremeye fakirler için bir miktar hububat (zâhire) gelmişti. Yüksek derecede bir vazîfeli bu hububata el koydu. Seyyid Alevî (r.aleyh) o kimseye birini gönderip, o hububatın sahibine iade olunmasını istedi. Fakat o vazîfeli kimse onun haberine hiç alâka göstermedi. Seyyid Alevî (raleyh) ikinci defa haber gönderdi ve; “Eğer fakirlerin hububatlarını kendilerine vermezsen bu sene senin son senen olur” dedi. O kimse buna da iltifât etmedi. Sonunda iş aynen Seyyid Alevî’nin dediği gibi oldu. Senenin sonunda o kimsenin işine son verildi ve şiddetli bir cezaya çarptırıldı.

Vecîhüddîn Abdürrahmân bin Atîk el-Hadramî isminde meşhûr bir kimse vardı. O kimse, seyyidlerden ba’zılarına dil uzatır, eziyet ederdi. Nihâyet o seyyid zâtlar, daha fazla tahammül edemeyip Seyyid Alevî’ye gelerek, o kimsenin kendilerine yaptıklarını haber verdiler ve ona bedduâ etmesini istediler. Seyyid Alevî onlara buyurdu ki: “Artık onun şerrinden emîn olursunuz. İnşâallah bundan sonra size hiç sataşmaz.” O gün akşam olduğunda, Vecîhüddîn evinde iken evi yıkıldı. Kendi canını zor kurtardı. Evi de yeni yaptırmıştı. Kendi kendine çok korktu. Bu hâlin seyyidlere olan eziyetleri sebebiyle meydana geldiğini anladı. Yaptıklarına çok pişman oldu. Kendi kendine söz verdi ki, bundan sonra seyyidlerden hiç bir zâta karşı gelmeyecek ve sıkıntı vermeyecekti.

Seyyid Alevî hazretlerine karşı, zaman zaman haddi aşan, onu inciten edebsiz bir kimse vardı. Ona karşı incitici söz ve hareketlerde bulunurdu. Seyyid Alevî’nin yakınları birgün o edebsiz kimseye dediler ki: “Seyyid Alevî, evliyâdan yüksek bir zâttır. Böyle büyük zâtlara dil uzatmak, onları incitmek insanın helakine, felâketine sebep olur. Gel sen bu tehlikeli hâlden vazgeç ve tövbe et!” O kimse tövbe edeceği yerde, daha da ileri giderek; “Eğer o zât hakîkaten dediğiniz gibi ise, bana ne yapabilecek, görelim” dedi. Onun bu sözleri Seyyid Alevî’ye arzedilince; “O edebsiz kimse yakında görür” buyurdu. O kimse aynı gün öldü.

Rivâyet edilir ki: Seyyid Alevî’nin mektebe giden çocukları vardı. Bir gün bu çocukları, başlarını traş ettirmek istediler. Babalarıyla beraber berbere gidip sıralarını beklemeye başladılar. Çocuklar sıra beklerken, mektebe gitme vakitleri geldi. Geç kalmaları sebebiyle hocalarının üzüleceğinden endişe edip korkmaya başladılar. Onların bu sıkıntılarını anlayan Seyyid Alevî iltifât edip; “Biz de siz traş oluncaya kadar güneşi tutarız. Böylece geç kalmamış olursunuz” buyurdu. Sonra da; “Yâ Rabbî! Sevgili Peygamberin Muhammed sallallahü aleyhi ve sellemin hatırı için, çocuklar traş oluncaya kadar güneşi durdurmanı istiyorum” diye yalvardı. Allahü teâlânın izni ve onun duâsı bereketi ile çocuklar traş oluncaya kadar güneş olduğu yerde kaldı. Çocuklar da derslerine geç kalmamış oldular. Orada bulunanların hepsi bu hâle şâhid olup Seyyid Alevî’ye olan muhabbet ve bağlılıkları daha da arttı.

Seyyid Alevî, bir zaman sefere çıkmıştı. Dönüşlerinde, Mekke-i mükerremeye yaklaşınca kâfilede olanlardan birisi, Seyyid Alevî’ye; “Efendim, sür’atle ileri gidip, çoluk-çocuğunuza ve tanıdıklara gelmekte olduğunuzu haber vermek istiyorum. Buna işâret olarak da tesbihinizi onlara göstermek istiyorum. Acaba izniniz olur mu?” dedi. Seyyid Alevî buna izin vermedi. Bir müddet sonra kâfile bir yerde konakladı. Seyyid Alevî istirahat ederken (uyurken), o kimse habersiz olarak Seyyid’in tesbihini aldı ve uzaklaştı. Biraz sonra yolun üzerinde çok büyük bir yılan ile karşılaştı. Yılan bir türlü o kimsenin geçip gitmesine izin vermiyordu. O kimse Seyyid Alevî’nin tesbihini izinsiz ve habersiz olarak aldığı için bu yılanla karşılaştığını anladı. İşlediği hatâya pişman olarak ve üzülerek mecbûren geri döndü. Seyyid hazretlerinden özür diledi.

Seyyid Alevî’nin, buna benzer menkıbe ve kerâmetleri daha pek çoktur. Çok zâhid idi. Dünyâ ni’metlerine, mevki ve makamlarına dönüp bakmazdı.

İnsanların Allahü teâlâyı tanımakta, O’na ibâdet ve tâatte gevşek davranmalarına çok üzülerek, dünyâ hayâtından usandı. Allahü teâlâya kavuşmak arzu ve iştiyâkı şiddetlendi ve bunun için Allahü teâlâya duâ etti. O günlerde hastalandı. Hastalığı günden güne arttı. Doktorlar, tedâvi etmekten, ilâç bulmaktan âciz kaldılar. Hastalığının başlamasından oniki gün sonra 1048 (m. 1638) senesi Muharrem ayının yirmibeşinde, Çarşamba günü öğleden evvel, Mekke-i mükerremede vefât etti. İnsanlar onun ayrılığına çok üzüldüler. Mekke şerîfi Zeyd bin Muhsin dâhil, çok kalabalık bir cemâat cenâzede hazır bulundular. Haremi şerîfte namazı kılınıp Cennet-ül-mu’allâ kabristanında defnedildi.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Hulâsat-ül-eser cild-3, sh. 118