NECMÜDDÎN GAZZÎ

Şafiî mezhebi fıkıh âlimi. İsmi, Muhammed bin Muhammed bin Muhammed Gazzî’dir. Künyesi Ebü’l-Mekârim olup, lakabı Necmüddîn’dir. 977 (m. 1569) senesi Şa’bân ayının yirmibirinde Dımeşk’da doğdu. 1061 (m. 1651) senesi Cemâzil-âhır ayının onsekizinde yine burada vefât etti. Şeyh Erselân kabristanına defnedildi.

Kendisi Bulgat-ül-vâcid isimli eserinde, babasının hayatını anlatırken şöyle yazmaktadır: “Babam benim doğumumu yazdıktan sonra, Resûlullah efendimizin, âlinin ve eshâbının hürmetine, ömrümün uzun olması sâlih ve takvâ sahibi bir kimse olmam, Allahü teâlânın beni dünyâ ve âhıret belâ ve musibetlerinden muhafaza etmesi, sâlih kullardan, felaha (kurtuluşa) erenlerden, ilmi ile amel eden kullarından eylemesi için duâ eyledi.

Babamın terbiyesinde yetiştim. Yedi yaşıma girince, babamın huzûrunda Kur’ân-ı kerîm okudum. Vefât ettiği senenin Ramazân-ı şerîf bayramında babama; “Efendim! Bekâra sûresinin evvelinden okumak istiyorum” dedim. O zaman bana; “Sen onları okuyabiliyor musun?” diye sordu. Ben “Evet” deyince; “Öyleyse Mıshaf-ı şerîfi getir” dedi. Ben Kur’ân-ı kerîmi getirerek, önce Fâtiha-i şerîfeyi okudum. Sonra Bekâra sûresinin başından beşinci âyet-i kerîmesine kadar okudum. Âyet-i kerîmenin sonuna gelince; “Buraya kadar kâfi” dedi. Ben de Kur’ân-ı kerîmi kapayıp kaldırdım. Sonra babam bana, teşvik olsun diye dört gümüş lira verdi. Altı yaşında iken, Ramazân-ı şerîf orucunu tutmamı emretti. O sene, Ramazân-ı şerîfte tuttuğum her oruç için, bir gümüş lira veriyordu. Babam bütün bunları, beni İslâmın emirlerine ısındırmak, alıştırmak, teşvik ve terbiye etmek için yapıyordu. Ramazân-ı şerîfte babamla beraber sahura kadar ilim tedris ederdik. Bana çok duâ ederdi. Beni ve kardeşimi; 982, 983, 984, (m. 1576) senelerinde bizzat derslerinde bulundurdu. Annemden, babamın; “Necmüddîn’e “Tenbîh” kitabını okutuncaya kadar, Allahü teâlâdan beni hayatta bırakmasını diliyorum” dediğini duydum. Babam, kendisinden ders alan talebeleriyle beraber bana da icâzet (diploma) verdi.

Babamın vefâtından sonra, ben ve kardeşlerim, annemin terbiyesinde yetiştik. Bize her müslüman evlâdının bilmesi gerekli olan edebleri öğretti. Kur’ân-ı kerîm öğrenmemiz husûsunda çok titizlik gösterdi. Hocalarımıza, bizim üzerimizde dikkatle durması ve iyi öğretmeleri için hediyeler verirdi. Bu husûsta üzerine düşen vazîfeyi yerine getirebilmek için canla başla çalışıyordu. Terbiye etmek için, gerektiğinde bizi dövüyordu. Bu gayretinin karşılığında, Allahü teâlânın çok ecir ve mükâfatına nail olacağını umuyordu. Çünkü Resûlullah efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Cennetin kapısını ilk önce ben açarım. Dikkat ediniz! (Bu sırada) bana doğru koşan bir kadını görürüm. Ben ona; “Ne var, sen kimsin?” dediğimde, bana; “Ben yetimlerim olduğu hâlde (yerimde) oturan bir kadınım” der.

Kur’ân-ı kerîmi, Yemenli Şeyh Osman’dan okudum. Babam vefâtından önce, beni Şeyh Osman’ın yanından alıp, Yahyâ İmârî’ye gönderdi. Onun yanında Kur’ân-ı kerîmi birkaç defa hatm ettim. Yahyâ İmârî bana; “Ecrûmiyye”, “Cezeriyye”, “Şâtıbiyye” ve “Elfiyye” isimli eserleri okuttu. Yine onun yanında, Kur’ân-ı kerîmin büyük bir kısmını ezberledim. Sonra Hanefî mezhebi fıkıh âlimlerinden, Allâme Zeynüddîn Ömer bin Sultân’ın derslerine devam ettim. Onun yanında “Ecrûmiyye” isimli eseri ezberledim. Büyük âlim Şeyh Hâlid’in o esere yaptığı şerhi de okudum. Daha sonra Şeyhülislâm Şihâbüddîn Îsâvî’nin derslerine devam ettim. Ondan Mekûdi’nin “Cezeriyye” şerhini ve “Minhâc” şerhinin ba’zı kısımları müstesna, tamâmını okudum. Bu sırada, “Muhallâ” kitabının şerhinden, mevzû ile alâkalı naklettiği açıklamaları da ondan dinledim. Yine ondan, Kâdı Zekeriyyâ’nın “Behçe şerhi”nin baş kısımlarını okudum. Ayrıca, “İrşâd” kitabının ba’zı kısımlarını ve “Akîdet-üş-şeybânî”yi dinledim. Beni, Şeyhülislâm Şihâbüddîn Îsâvî terbiye etti. Bana karşı çok şefkatli ve merhametli idi. En sevdiğim hocalarımdandır. Onüç sene onun yanında bulundum. Ondan çok istifâde ettim. Çok bereketli bir zât idi. Haleb, Medîne-i münevvere ve Amid’de Kâdı’l-kudâtlık yapan Seyyid Muhammed bin Muhammed’den de ilim öğrendim. 998 (m. 1590) senesinde Şam’a gelmişti. Bu sırada ondan Beydâvî tefsîrinin muhtelif yerlerini okudum. Kendisinden rivâyet etme husûsunda bana icâzet verdi. Bütün bunların hâricinde, Mısır âlimlerinden Şemsüddîn Remli, evliyânın büyüklerinden Zeynel’âbidîn Bekrî’den de icâzet aldım. 991 (m. 1583) senesinden i’tibâren Allahü teâlâ bana; nazm, nesr ve eser yazmayı nasîb etti.”

Muhibbî onun hakkında şöyle demektedir: “1007 (m. 1598) senesinde Necmüddîn Gazzî Şam’a geldiği zaman, Haleb hadîs âlimi Şeyhülislâm Mahmûd bin Muhammed Beylûnî’nin derslerini ve sohbetlerini dinledi. Ondan rivâyetleri husûsunda icâzet aldı. Yine aynı sene Mekke-i mükerremede, hadîs âlimi Muhammed bin Abdülazîz Zemzemî’den de ilim öğrendi.

Necmüddîn Gazzî çok sayıda eser yazdı. Bunlardan ba’zıları şunlardır: 1-İtkânü mâ yuhsinü min beyân-il-ahbâr-id-dâirati alel elsüni: Hadîs ilmine dâir bir eserdir. 2- En-Nucûm-üz-zevâhir Büyük ve küçük günahlara dâir olup, yazmadır. 3- Risâletün fil-emri bil-ma’rûf ven-nehyi ani’l-münker, 4- Ikd-üş-şevâhid, 5-Lütf-üs-semr ve katf-üs-semr min terâcimi a’yân-it-tabakât-il-ûlâ min-el-Kam-il-hâdî aşer, 6- Hüsn-üt-tenebbüh limâ verede fit-teşebbüh, 7- El-Kevâkib-üs-sâirati fî terâcim-i a’yân-il-miet-il-âşirati, 8- Bulgat-ül-vâcid fî tercemeti şeyhülislâm-il-vâlid, 9- Şerh-un alâ elfiyet-it-tasavvuf, 10- El-Behçe, 11- Manzûmetün fit-tasrif, 12- Manzûmetün fin-nahvi, 13- El-Minhat-ün-necmiyye fî şerh-il-milhat-il-bedriyye, 14- Şerh-ül-kavâid libn-i Hişâm, 15-Şerh-ül-Katr libn-i Hişâm, 16- El-Hullet-ül-Behiyye.

“Hüsn-üt-tenebbüh” isimli eserden ba’zı bölümler:

Sâlihlere benzemek: Sâlih kimselere benzemek ve onlar arasında sayılmak pek güzeldir. Çünkü bu, Allahü teâlânın o kulunu sevmesine sebep olur. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde Süleymân aleyhisselâmın (meâlen) şöyle duâ ettiğini bildiriyor “Ey Rabbim! Bana ilham et ki, hem bana, hem de ebeveynime ihsân buyurduğun ni’metine şükredeyim ve râzı olacağın iyi bir amel yapayım. Beni de rahmetinle sâlih kullarının arasına (Cennet’e) koy.” (Neml-19)

Bir hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: “İslâm dîni garîb olarak başladı. Son zamanlarda da garîb olacaktır. Bu garîb insanlara müjdeler olsun. Bunlar, insanların bozduğu sünnetimi düzeltirler.”

Sâlihlere benzemek, Allahü teâlâ ve Resûlüne (s.a.v.) imân etmekle beraber, sâlih amelleri yapmakla olur. Allahü teâlânın rızâsı bulunan söz, iş ve niyetler hep sâlih amellerdendir. Fakat bu işlerin aynı zamanda, sırf Allahü teâlâ için yapılmış olması gerekir. Sâlih amel, sırf Allah için olandır. Resûl-i ekrem (s.a.v); “Şüphesiz Allahü tealâ, sırf kendisi için olanı kabûl eder” buyuruyor.

Yûnus bin Ubeyd buyurdu ki: “Şu ikisi kimde iyi olursa, onun diğer işleri de iyi olur. Bu iki şey; “Namaz ve lisândır. Kişinin lisânını ıslâh etmesi, sâlihlerin amellerindendir.”

Sâlihlerin amellerinin ba’zıları şunlardır:

Geceleyin ibâdet etmek.

İhlâs ve bütün işlerde niyeti düzeltmek.

Huşû’ ile namaz kılmak. Allahü teâlânın ni’metlerine şükretmek.

Takvâ sahibi olmak. Tövbe etmek.

Allahü teâlânın emirlerine itaat edip, yasaklarından sakınmak ve kazasına rızâ göstermek husûsunda sabretmek.

Nefsini hesaba çekmek (murâkabe etmek).

Sünnet-i seniyyeye uymak ve unutulan sünnetleri ihyâ etmek.

Dili muhafaza etmek ve hayırdan başka birşey konuşmamak.

Nasihat etmek.

Müslümanların ırz ve namusuna saygı göstermek, müslümanlara ve merhamet olunması emredilenlere merhamet etmek.

Müslümanların ihtiyâcını gidermek.

Müslümanların ayblarını örtmek.

Yetimlere, zayıf, yoksul ve kalbi kırık olanlara iyilikte bulunmak.

Zevcesine iyi muâmele etmek ve onlardan gelen sıkıntılara sabr etmek.

Hizmetçiye yumuşaklık ve iyilikle muâmele etmek.

Çoluk-çocuğun ihtiyâçlarını gidermek.

Çoluk-çocuğuna, farz olan dînî bilgileri öğretmek, onları İslâm terbiyesi ile terbiye etmek, onlara Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmelerini, yasak kıldığı şeylerden de sakınmalarını emretmek.

Komşuluk hakkına riâyet etmek.

Ana-babaya ve akrabalara iyilik etmek ve onları ziyâret etmek.

İyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak.

İnsanların arasını bulmak.

Ana-baba dostlarına ve diğer ikram edilmesi gereken kimselere ikram ve hürmette bulunmak.

Eshâb-ı Kirâm hazretlerini sevmek, onlardan râzı olmak, onların kıymet ve şereflerini yüksek tutmak, aralarındaki ihtilaflardan uzak durmak.

Âlimlere, büyüklere ve fazilet sahibi kimselere hürmet etmek. Vefât etmişler ise onlar için Allahü teâlâdan af ve mağfiret dilemek.

İlim, fazilet ve hayr sahiplerini ziyâret etmek, onların sohbet ve meclislerinde bulunmak, onlardan duâ istemek, faziletli ve bereketli yerleri ziyâret etmek.

Allah için sevmek, Allah için gadaplanmak.

Sevdiği kimseye sevdiğini söylemek.

İnsanlar hakkında zâhirlerine göre muâmele etmek, içlerinde, kalblerinde bulunanı Allahü teâlâya havale etmek.

Allah korkusundan veya O’na kavuşma arzusu ile bilhassa Kur’ân-ı kerîm okurken ağlamak.

Geçmişte işlediği günahdan veya Allahü teâlânın azâbından veya kıyâmet gününün korku ve dehşetinden dolayı ağlamak.

Allahü teâlâ hakkında, bilhassa ölüm sırasında hüsn-ü zan sahibi olmak, Allahü teâlânın rahmet edeceğini ummak.

Haramları ve haram olma ihtimâli olan şüphelileri terketmek.

Dünyâya rağbet etmemek. Fakirliği zenginliğe tercih etmek. Dünyâ husûsunda, kendisinden aşağıda olana; âhıret işlerinde ise kendisinden yukarda olanlara bakmak.

Kanâat ve geçim için harcamada iktisat etmek, zarûret olmadan başkalarından istememek.

Helâlinden, alınteri ve elinin emeği ile kazandığını yemek.

Cömertlik ve Allahü teâlâya güvenerek hayr işlemek ve iyilik yapmak. Tevâzu sahibi olmak. Dinde fitneden korktuğu, haram veya haram olması muhtemel olan bir şüpheliye düşeceği zaman uzlette bulunmak, insanlardan uzak kalmak, ilim ile amel ederek, niyetini düzelterek, ihlâslı olarak kendisini ibâdete vermek.

İnsanlar arasına karışıp, onların yanına gidip onların yaptıkları hayr işlere iştirâk etmek, hastalarını ziyâret etmek, cenâzelerinde hazır bulunmak, muhtaçlarına yardım etmek, câhillerine bilmediklerini öğretmek, onlar arasında selâmı yaymak, aksırana “Yerhamükellah” demek, sâlih kimseleri ziyâret etmek, Emr-i bil-ma’rûf ve nehy-i anil-münker vazîfesini yapmak, başkasına eziyet yapmamak ve başkasından gelen eziyete ise sabr etmek.

Haya sahibi olmak.

Verdiği sözü yerine getirmek ve sırrı muhafaza etmek, onu yaymamak.

Hilm sahibi (yumuşak) olmak, başkasına vereceği cezada acele etmemek. Kızgınlığı sırasında nefsine hâkim olmak, başkasından gelen eziyetlere tahammül etmek, insanları af edici olmak, onlara iyilikte bulunmak.

Misâfire ikramda bulunmak, güleryüzlü davranmak, tatlı sözlü olmak.

İnsanlara va’z ve nasihatte bulunmak.

Allahü teâlânın huzûrunda huşû’ ve hudu’ sahibi olmak. Namaza ve ilim tahsiline giderken, sekînet ve vakar sahibi olmak.

Müslümanları sevindirmek ve onlara sevgi göstermek.

Müslüman kardeşlerini mübârek gün ve gecelerde ve iyi işlerde tebrik etmek.

Müslümanların sıkıntılarını ve ihtiyâçlarını gidermek, ayblarını örtmek, başlarına gelen belâ ve musibetlerden dolayı onları ta’ziye etmek.

Müslümanların geçeceği yerlerde bulunan şeyleri temizlemek.

Başkalarının insanlara eziyet vermesine mâni olmak.

Bir işi yapacağı zaman, onun hakkında hayırlı olup olmadığı husûsunda istihâre yapmak, işleri husûsunda emîn ve tecrübeli kimselerle istişâre yapmak, onlara danışmak.

Yolculuk veya başka bir sebeple arkadaşından ayrılırken ona veda etmek, ona duâ etmek ve duâ istemek.

Abdest alırken, elbiseyi giyerken, yerken ve içerken misvak kullanırken, mescide ve her mübârek yere girerken, sürme sürerken, tırnak keserken, bıyıklarını düzeltirken, koltuk altını ve başı traş ederken, namazı bitirip selâm verirken, müsâfeha ederken, heladan ve hamamdan çıkarken sağdan başlamak.

Yeme ve içme âdabına riâyet etmek, onları terk etmemek. Meselâ yemeğe başlarken Besmele çekmek sûretiyle, Allahü teâlânın ismi ile başlamak. Yemekten sonra da; “Elhamdülillah” diyerek, Allahü teâlâya ihsân ettiği ni’metten ve onunla kendisini doyurduğundan dolayı hamd ve şükr vazîfesini yerine getirmek.

Faziletli işlere devam edip, çirkin olan, şeylerden uzak durmak. Faziletli şeyler, insanın saadetine vesile olan ve dînen de beğenilen şeylerdir.

Kur’ân-ı kerîmi tecvide uygun olarak güzel ses ile okumak. Ma’nâsını düşünmek, okunan Kur’ân-ı kerîmi dinlemek.

Dâima abdestli olmak, abdesti, şartlarına ve edeblerine uygun olarak almak. Namazlarını ilk vakitlerinde kılmak, vakitlerinden sonraya tenbellik ve gevşeklik ile zarurî bir mazeret olmadan geciktirmemek. Cum’a ve bayram namazları için sünnet olan gusl abdesti almak, iki rek’at namaz ile de olsa geceyi ibâdetle ihyâ etmek. Misvak kullanmak, yoksa parmakları ile bunu yapmak.

Zekâtı açıktan, nafile olan sadakayı gizli vermek. Verilen sadakayı fakirin başına kakmamak. Sadaka vermekte akrabalara, komşulara ve takvâ sahiplerine öncelik vermek.

İlim öğrenmek, önce en mühim olanları öğrenmek. Allahü teâlâya çok hamd ve şükürde bulunmak.

Resûlullah efendimize, diğer peygamberlere “aleyhimüsselâm”, Resûlullah efendimizin âline, eshâbına ve O’na tâbi olanlara salâtü selâm okumak. Eshâb-ı Kirâmdan birisinin ismi şerîfi geçince; “radıyallahü anh”, büyük âlimlerden birisinin ismi geçince; “rahmetullahi aleyh” demek.

Uyurken, uyandığı zaman, yerken, içerken, yola çıkarken, hastalık sırasında ve namazların peşinden, bolluk zamanında ve yağmur yağarken okunacak duâları okumak. Müslümanlara duâ etmek. Mühim işlerde ve günlerde çok duâ etmek.

Âlimlere ve sâlihlere ikramda bulunmak. Onlara hürmet etmek, onlara eziyet etmemek, sıkıntı vermemek ve onlara düşmanlıktan çok sakınmak.

Dinen yasaklanan işlerden uzak durmak. “Meselâ; gıybet, nemime, insanların arasında bozgunculuk yapmak, yalan söylemek, yalancı şâhidlik yapmak, insana veya hayvana la’net etmek, mü’mine ve ölülere sövmek, iftira etmek, kötü, çirkin ve boş şeyler söylemek, bid’atleri yaymak, birbirine buğz etmek, akraba ve dostları ile alâkayı kesmek, hased etmek, kin tutmak, başkalarının ayblarını araştırmak, kendisine ulaşan bir haberden dolayı, müslüman kardeşi hakkında sû-i zan beslemek, müslümanı hakîr ve aşağı görmek, başkasının başına gelen belâ ve musibetten dolayı sevinmek, hile ve haksızlık yapmak, üç günden fazla dargın durmak, köleye, hanımına, çocuğuna ve hayvana eziyet etmek, başkasının hakkını inkâr etmek, yetimin malını yemek, dîne uymayan alışverişte bulunmak, insanların mallarını haksız yere yemek, içki içmek, yabancı kadın ve kızlara bakmak, erkeklerin kadınlara, kadınların da erkeklere benzemesi gibi işlerden dâima uzak durmak.

Bir kimse, sâlih kimselere benzediği, onların ahlâkı ile ahlâklandığı zaman, birçok fâideler elde eder. Bunlardan ba’zıları şunlardır:1- Allahü teâlâ o kimseden râzı olur. 2- Allahü teâlânın rahmetine kavuşur. 3- O kimsenin, bizzat kendisi, çoluk-çocuğu, akrabâları ve komşuları muhafaza olunur. 4- Allahü teâlâ o kimseyi, kendisine itaat etmesi husûsunda muvaffak kılar. 5- Sâlih evlad sebebiyle ana-babaları ve akrabâları kabirlerinde sevindirilir. Çünkü hayatta olanların amelleri, kabirde bulunan, vefât etmiş olan akrabâlarına arzedilir. 6- Kıyâmet, sâlih kimseler üzerine kopmaz. Allahü teâlâ onlara kabirde ve sıratta yardımcı olur. Kabirde iken Cennet bahçelerinden bir bahçede olurlar. Kabir fitnesinden muhafaza olunurlar. Dünyâda iken işledikleri sâlih ameller, onları kabirde müdâfaa eder. 7- Sâlih kimseler, dünyâda Allahü teâlâyı tanımak, âhırette ise Allahü teâlânın cemâlini, hiçbir gözün görmediği hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir kalbe gelmeyen şeyleri görmekle mükâfatlandırılırlar. 8- Sâlih kimselere benzemek, onların yaptıklarını yapmak, kişiye, dünyâda da, âhırette de şeref ve kıymet kazandırır. 9- Sâlihlere benzeyen kimse, Cennette kendilerine benzediği o sâlih kimselerle beraber olur. 10- Sâlih kimselerin üzerinde bulunduğu, ikâmet ettiği, oturup dolaştığı yerler, onlarla iftihar eder, övünür. Onlar vefât ettiklerinde bu yerler çok üzülürler. 11-Allahü teâlâ, sâlih kimselerin sevgisini insanların kalbine koyar. 12-Allahü teâlâ sâlih kimselere dünyâda iyi işler yapmak nasîb eder. Âhırette ise onları Cennetine koyar. 13- Sâlih kimseler; Firdevs Cennetine, yüksek derecelere ve tûbâ ağacına çıkarılırlar. 14- Sâlih kimselerin duâsı kabûl olur.

Ba’zı mühim fâideler:

Allahü teâlâdan evlad, zevce, mal, binek ve ev isteyen kimse, bunlardan kendisi için sâlih ve mübârek olanını istemelidir. Allahü teâlâdan her husûsta afiyet dilemelidir, İbrâhim aleyhisselâm bile, Allahü teâlâdan evlad istediği zaman; “Sâlih evlad ver, yâ Rabbî!” diye duâ etti.

Çocuklara sâlih kimselerin isimlerini koymalıdır. Çirkin isimleri, güzel isimlere çevirmek sünnettir.

İnsan sâlih kimselerin yolunda gitmeli, onlara benzemeye çalışmalıdır.

Bir haceti (arzu ve dileği) olduğu zaman, iki rek’at namaz kılıp, namazdan sonra; “Resûlullah efendimizin hürmetine şu hacetimi gider” diye Allahü teâlâya yalvarmak, Resûlullah efendimizi vesile ederek duâ etmek sâlihlerin âdetlerindendir.

Bir kimse sâlih kimselerden olamamışsa, sâlih kimselere dil uzatmaktan çok sakınmalıdır. Çünkü sâlih kimselere dil uzatmak, öldürücü zehirdir. Sâlih kimseleri gıybet etmek, başkalarını gıybet etmekten daha tehlikelidir. Onlara düşmanlık, başkalarına düşmanlık gibi değildir. Beyhekî, Mâlik bin Dinar’dan şöyle nakletti: “Bir kimsenin sâlihlerden olmayışı ve bir de onlara dil uzatması, şer alarak ona yeter.”

Bir kimsenin sâlihlere yakınlık duyması, onun sâlihlerden olduğuna delîldir. Bir -kimse, kendisinde sâlihlere karşı yakınlık ve sevgi, onlardan da kendisine bir yakınlık ve sevgi göremezse, bunun için üzülmesi ve ağlaması gerekir.

Tâcüddîn-i Sübkî, İmâm-ı Şafiî’den şöyle nakletti: “Dört şey aklı arttırır: 1- Boş sözü terketmek, 2- Misvak kullanmak, 3- Sâlihlerle beraber olmak, 4- İlmi ile amel etmek. Dört şey bedeni kuvvetlendirir, 1- Et yemek, 2- Güzel koku koklamak, 3- Gusl abdesti almak lâzım gelmediği hâlde çok gusl abdesti almak, 4- Keten elbise giymek. Dört şey bedeni zayıflatır 1- Fazla üzüntü, 2- Aç iken fazla su içmek, 3- Çok cima etmek, 4- Fazla ekşi yemek.”

Sâlih kimseleri seven, onların bereketlerinden istifâde eder. Bir köpek (Eshâb-ı kehfin köpeği) sâlih kimseleri (Eshâb-ı kehfi) sevdiği ve onlarla berâber olduğu için, Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde onu, o sâlih kimselerle beraber bildirdi.

Kişinin, nefsini dâima hor ve hakîr görmesi, onu ayıplaması, onu dâima noksan bilmesi sâlih olmanın alâmetlerindendir.

Allahü teâlânın peygamberlerine belâ ve musibet vermesi, aynı zamanda, belâ ve musibete düçâr olan sâlih kimselere teselli vermek içindir.

Ma’sûm olmak (günahlardan korunmuş olmak), sâlih olmanın şartı değildir. Bilakis sâlih olmanın şartı; günâha düşmeden önce, o günâhı çirkin görmek, günah olan şeyden hoşlanmamak, günâhı işlediktan sonra da, işlediğinden dolayı üzülmek ve işlediği günah için tövbe etmek. Allahü teâlâdan af ve mağfiret istemektir.

Ebû Tâlib-i Mekkî, “Kût-ül-kulûb” ismindeki kitabında şöyle buyurur:

“Kişiyi; komşuları, yolculuk yaptığı arkadaşları ve alış-verişte bulunduğu kimseler methederse, onun sâlih bir kimse olduğunda şüphe etmeyin. Ticâretle uğraşmak, çalışıp kazanmak, sâlih olmaya mâni değildir. Bilakis tacir ve san’atkârlar, işlerinde Allahü teâlâdan korkar, haramlardan ve şüphelilerden sakınırsa, namazlarını kılar, zekâtını verir, orucunu tutarsa sâlihlerdendirler.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-11, sh. 288

2) Hulâsat-ül-eser cild-4, sh. 189

3) El-A’lâm cild-7, sh. 63

4) Esmâ-ül-müellifîn cild-2, sh. 337

5) El-Kevâkib-üs-sâire mukaddimesi

6) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh. 1052