MUHAMMED ZEYNEL’ÂBİDÎN

Evliyânın büyüklerinden. İsmi, Muhammed bin Muhammed bin Muhammed Şemseddîn, lakabı Zeynel’âbidîn’dir. Mısır’da doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 1048 (m. 1638) senesinde Mısır’da vefât etti.

Muhammed Zeynel’âbidîn, zamanının büyük âlimlerinden olan Halebî ve başkalarından okudu. Çeşitli ilimlerde üstün dereceye yükseldi. Câmi-ül-Ezher’de ders okutmaya başladı. Zamanındaki âlimlerin kavuşamadıkları ilmî üstünlüklere yükseldi. Şam’da da ikâmet etti. Çok kerre Hicaz’a gidip geldi. Mısır, Hicaz ve Şam’daki âlimler, onun ilmindeki üstünlüğünü söyleyip, medh-ü sena ettiler ve huzûrunda ona karşı çok edebli oldular.

Muhammed Zeynel’âbidîn, Şâziliyye yolunun edebini insanlara ögretip yaydı. Çok kerâmetleri görüldü. Keşfleri pekçoktur. Zamanın büyüklerinden bir zât idi.

İbrâhim Ubeydî, hocası Muhammed Zeynel’âbidîn hakkında; “Umdet-üt-tahkîk fî beşâiri ales-Sıddîk” isimli bir eser yazdı. Kitabında hocasının faziletlerini, kerâmetlerini ve âlimlerin onun hakkındaki medhedici sözlerini bildirdi.

Âlimlerin büyüklerinden olan Şeyh Yûsuf Feyşî, onun hakkında şöyle dedi: “Muhammed Zeynel’âbidîn Bekrî, âlim, kâmil bir zât idi. İlm-i tevhîde dâir çok güzel sözleri vardır. Baba ve dedelerinden daha üstün dereceye yükseldi.”

Remle müftîsi Şeyh Hayreddîn ise onun hakkında şöyle dedi: “Şam’daki âlimler onun ilim meclisine toplanmıştı. O, hikmet dolu sözler söylüyordu. Âlimler; “Ey Muhammed Bekrî! Sözleriniz bizim anlayışımızın üzerindedir. Anlamakta zorluk çekiyoruz” dediler.”

Mısır’daki âlimlerin büyüklerinden Şeyh İbrâhim Me’mûnî şöyle dedi: “Baba ve dedelerinin bütün faziletleri Muhammed bin Zeynel’âbidîn Bekrî’de toplanmıştır.”

İbrâhim Ubeydî şöyle anlatır: “Allahü teâlânın ihsânı ile yüz büyük zâtın hizmetinde ve derslerinde bulunmakla şereflendim. Fakat Muhammed Zeynel’âbidîn Bekrî’den daha fazla Allahü teâlâyı tanıyanını görmedim.”

Yine İbrâhim Ubeydî anlatır: “Üstad Muhammed Alevî ile Muhammed Zeynel’âbidîn bir yerde konuşuyorlardı. Konuşmalarından birşey anlamadım. Zeynel’âbidîn, Muhammed Alevî’ye Peygamber efendimizden bahsetti ve; “Vallahi o şimdi kabrinde, bizim bilmediğimiz bir şekilde diridir. Sizin de Muhammed aleyhisselâm katında üstün bir yeriniz var” buyurdu ve oradan ayrıldı.”

İbrâhim Ubeydî şöyle anlatır: “Bir bayram günü idi. Muhammed Zeynel'âbidîn, benim, yanından ayrılmamı istemedi ve; “Bugün bayramdır, insanların bir araya gelip dağılma günüdür.

Sen benim yanımdan ayrılma. Ziyârete gelenlerin ayrılmalarından sonra, bende bir yalnızlık oluyor. Bugün benim dostum ol. Seninle konuşmak beni memnun ediyor” buyurdu. Ben de; “Efendim sizden bir arzum var. Bunu yerine getirirseniz memnun olurum ve sizinle beraber kalırım deyip, ba’zı zâtların hoca ve talebe silsilelerini sordum. O da kolaylıkla cevap verdi. Son olarak Şeyh Zeynel’âbidîn ve Şeyh Ahmed’in ilim ve tasavvuftaki vârisinin kim olduğunu sordum. “Benim” buyurdu ve ağladı. Bu zaman kendimden geçtim. Daha sonra kendime geldiğimde devlet adamlarının, âlimlerin ve başkalarının onu ziyâret ettiklerini ve Muhammed Zeynel’âbidîn’in her birine, eliyle, örtülü bir yerden gümüş alarak verdiğini gördüm. Hayret ettim. Sonra da; “Efendim, kudret hazînesine mâliksiniz” dedim. O da cevaben; “Doğru, senden başkası bunu bilemez” buyurdu. Emîrleri üzere onunla beraber kaldım.”

Muhammed Zeynel’âbidîn, bir sene, haccı edadan sonra, Medîne-i münevvereye gidip, Resûlullahın kabr-i şerîfini ziyârette bulundu. Ziyâretini tamamlayınca, veda için tam bir edeb içinde kabr-i şerîfe dönmüş iken birden karşısında Resûlullahın, Hazreti Ebû Bekr’in ve Hazreti Ömer’in mübârek cemâllerini gördü. Edeble başını önüne eğdi ve öyle kaldı. O sırada bir kısım talebeleri gelip kâfilenin hareket ettiğini ve gitmek arzu ettiklerini söylediler. Huzûrda iken onların bu acele edişlerine taaccüb edip, keşf haliyle onlara dedi ki: “Siz beni çağırıyorsunuz. Hâlbuki şimdi karşımda Resûlullahın (s.a.v.) mübârek cemâli, bulutun altında ayın kayboluşu gibi kaybolup gidiyor. Hazret-i Ebû Bekr’in ve Ömer’in mübârek cemâlleri de kaybolup gittiler.”

Muhibbî onun hakkında dedi ki: “O, Kâhire’de zamanındaki âlimlerin en büyüğü idi. İlim ve edeb sahibi idi. Amcası Muhammed Ebi’l-Mevâhib’in vefâtından sonra, evinde tefsîr dersleri verdi. Âlimler gelir, dersini dinlerlerdi.

Çok kerâmetleri görüldü. Çok defa haccetti. Herkesten hürmet ve i’tibâr gördü. Tefsîr ilminde üstün derecede idi.”

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Câmi’u kerâmât-il-evliyâ cild-1, sh. 202