Osmanlı âlimlerinden ve şâirlerinden. İsmi Abdülhay, lakabı Fâizî’dir. Kâf-zâde diye meşhûr olmuştur. Babası, Birinci Sultan Ahmed Hân zamanı âlimlerinden, Kâf-zâde Feyzullah Efendi’dir. Ebüssü’ûd Efendi’nin dâmâdı olan Ma’lül-zâde Efendi’nin torunudur. 998 (m. 1589) senesinde İstanbul’da doğdu. 1031 (m. 1622) senesinde İstanbul’da vefât etti. Zincirlikuyu’da dedesi Ma’lül Emîr Efendi Mektebi bahçesinde defn olundu.
Babasından ilim tahsil etti. Aklî ve naklî ilimlerde yetişip yüksek derecelere kavuştuktan sonra, Ahmed Hân’ın hocası Mustafa Efendi’nin hizmetinde bulunup, onun yanında mülâzim (stajyer) olarak vazîfe yaptı. 1016 (m. 1607) senesinde ilk olarak İstanbul’da Ekmekçi-zâde Ahmed Paşa Medresesi’ne müderris ta’yin olundu. 1019 (m. 1610) senesinde Gevher Hân Sultan Medresesi’ne nakl olundu. 1022 (m. 1613) senesinde Sahn-ı semân medreselerinden birine terfi ettirildi. 1024 (m. 1615) senesinde Üsküdar’da Vâlide Sultan Medresesi’ne, aynı sene içinde Yavuz Selîm Medresesi’ne, 1025 (m. 1616) senesinde Süleymâniye Medresesi müderrisliğine ta’yin edildi. 1027 (m. 1618) senesinde Selanik kadılığına ta’yin edildi. 1029 (m. 1620) senesinde Şam kadılığına nakl edilmişse de Şam’a gitmek üzere İstanbul’a geldiği zaman, bu vazîfeye Nevâli-zâde Sa’dî Efendi’nin ta’yin olunduğunu duydu ve gitmedi, İstanbul’da bulunduğu sırada Sultan Genç Osman’ın tahttan indirilişi ve şehîd edilmesi hâdisesine şâhid olmuştur. Bu hâdiseden sonra şiddetli bir üzüntü ve sarsıntı geçirerek hastalandı. Otuzüç yaşında iken vefât etti.
Kâf-zâde Abdülhay Efendi; aklî ve naklî ilimlerde yüksek derece sahibi, ilmiyle âmil, fâdıl ve güzel ahlâklı bir zât idi. Güler yüzü, tatlı sözü, ilmi ve irfanı sebebiyle, evi adetâ bir ilim ve terbiye yuvası hükmündeydi. Ömrünün sonlarına doğru tasavvufa yönelip, Mahmûd Hulvî Efendi’ye talebe olmuş, ondan feyz almış idi.
İlmî üstünlüğü yanında, zamanının birinci derecede şâir ve nesir yazarlarından idi. Şairliğinden ziyâde tezkireciliği ile tanınırdı. Bu durum onun şiirden ziyâde, nesirde daha muvaffak olmasından ileri gelmektedir. Herşeye rağmen şiirdeki kudreti, Nef’î ile karşılıklı hicivleşmelerde bulunacak seviyede idi. Devrinin tanınmış şâirleri arasında bulunması bunu göstermektedir.
Kâf-zâde Fâizî’nin birçok eseri vardır. Bu eserlerinin başlıcaları şunlardır, 1- Fetâvâ-i Kâdihân’a yazdığı fihrist. 2- Hasenât-ı Hasen: Tiryaki Hasen Paşa’nın Kanije kuşatmasında gösterdiği kahramanlıklarını anlatır. 3- Dîvân, 4- Zübdet-ül-Eş’âr: Şâirler tezkiresidir. Zamanına kadar yazılan tezkirelerden farklıdır. Eser bir tezkireden ziyâde, güldeste (antoloji) mahiyetindedir. Hicrî dokuzuncu asrın ikinci yarısından başlayarak, kendi zamanına kadar yaşamış beşyüzondört şâiri alfabetik sıraya göre zikredip, eserlerinden örnekler vermiştir. Bu esere, 1086 (m. 1675) senesinde vefât ederek Edirnekapı haricindeki Emîr Buhârî dergâhı karşısına defn olunan Seyrek-zâde Muhammed Âsım Efendi tarafından bir zeyl yazılmıştır. 5-Leylâ vü Mecnûn, 6- Sâki-nâme.
Aşağıdaki beytler onun şiirlerindendir:
Hiç cem’iyyet-i hatırdan eser gördün mü?
Bu kadar meclise uğrar yolun, ey bâd-ı sabâ!
Senden özge kimse bilmez, derdime hergiz
deva,
Bir ilâç etmezsin amma, sen bilirsin dilberâ.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Şakâyık-ı Nu’mâniyye zeyli (Atâî) sh. 660
2) Hulâsat-ül-eser cild-2, sh. 342
3) Mu’cem-ül-müellifîn cild-5, sh. 109
4) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 508
5) Kâmûs-ül-a’lâm cild-5, sh. 3542
6) Osmanlı Müellifleri cild-2, sh. 386