İSHAK SİNDÎ

Sind’de (şimdiki Pakistan’da) yetişen büyük velîlerden. İsmi, İshak bin Mûsâ olup, İshak Sindî diye tanınır. Doğum ve vefât târihleri tesbit edilememiş ise de, onbirinci asrın ortalarında vefât ettiği bilinmektedir.

İshak Sindî’ye büyükler silsilesinin yolu, Şeyh Kerîmüddîn Abdülkerîm Bâbâ Hasen Ebdâlî tarafından öğretildi. Şeyh Kerîmüddîn de, İmâm-ı Rabbânî’nin en büyük talebelerinden idi. Şeyh Kerîmüddîn vesilesiyle evliyâlık yoluna daha ilk girdiği zamanlar, çok büyük lütuf ve ihsânlara kavuşan İshak Sindî, yirmibir gece devamlı Peygamber efendimizi (s.a.v.) rü’yâda gördü. Kendisine çeşit çeşit lütuflar gösterdiler.

Bundan sonra, İmâm-ı Rabbânî hazretlerine, büyük bir şevk, ihlâs ve yalvarmakla dolu bir mektûp yazarak, kavuştuğu ihsânları, hâlleri bildirdi. Yazdığı mektûba ayrıca bir vâkı’asını da ilâve etmiş olup, yazdığı vâkı’a aynen şöyle idi:

“Allahü teâlânın rahmetinden ümidli olan, bu kıymetsiz, değersiz fakir, Mûsâ oğlu İshak, arzederim ki; hâlim Şeyh Kerîmüddîn’in yüksek nazarları inâyetiyle, başka bir hâle dönünce, aynı hâl esnasında vâki olan, kalbdeki tasavvurda hidâyet rehberi devrânın kutbu, efendilerin efendisi, üstadların üstadı, mürşidlerin mürşidi, Şeyh Ahmed-i Serhendî (k.s.) hazır oldular. Beyaz sakallı, yüksek burunlu, buğday benizli idiler. Sanki murâkabede oturmuşlardı. Bu fakir huzûruna gittim. Bu murâkabe esnasında kalemi aldılar. Yazdılar ve şu birkaç kelimeyi bu fakirin eline verdiler. Çok yüksek teveccüh buyurdular. Yazdıkları yazı şu idi:

“Ahmed-i Serhendî’den İshak-ı Sindî’ye yazılmıştır. Ey İshak! Sen mağfiret olunmuşsun. Benim ma’nevî evlâdım, hakîki ve en ince rumuzlarda halîfemsin. Ben mağfiret olunmuşum, sen de mağfiret olunmuşsun. Seni tevessül edenler de mağfiret olunmuşlardır. Çok sevdiğim Mevlânâ Kerîmüddîn’e selâmımı söyle.”

İshak Sindî yazdığı mektûbu ve ayrı bir kâğıda yazdığı bu vâla’ayı, tasavvuf yolunda yüksek derece sahibi olan Rahmi Ali isminde bir derviş ile hazret-i İmâm’a gönderdi, İmâm-ı Rabbânî hazretleri de İshak Sindî’nin bu mektûbuna cevap olarak şu mektûbu yazdılar:

“Allahü teâlâya hamd olsun. Sevdiği, seçtiği kullarına selâmlar olsun. Rahmi Ali ile gönderdiğiniz mektûp geldi. Zevk ve şevkle ilgili yazılar olduğu için, sevinmemize sebep oldu. Ayrı bir kâğıtta yazılı olan vâkı’ayı okuyunca, yine sevindim. Böyle vâkı’alar müjdecidirler. Çalışmak lâzımdır ki, böyle vâkı’alar, duymaktan, işitmekten çıkıp, hâl ve fiil hâlini alsınlar. Bugün kusurları düzeltmek mümkündür. Fırsatı ganîmet bilmeli ve te’hir etmemeli, sonraya bırakmamalıdır. Hazret-i Hâce Ubeydüllah-i Ahrâr “kuddise sirruh” buyurdular ki: “Dervişlerle bir arada oturuyorduk. Cum’a gününde duâların red olunmadığı saatten konuşuluyordu ve diyorlardı ki: “Eğer bu saat bilinse, bu saatte Allahü teâlâdan ne isterdiniz?” Herkes birşeyler söyledi. Sıra bana gelince; “Cem’iyyet sahiplerinin (evliyânın) sohbetini istemek en iyisidir, çünkü, bütün saadetler bundadır, dedim.” Mektûplarımızdan bir kısmını talebelerim istinsah edip (çoğaltıp) Rahmi Ali’ye verdiler. Allahü teâlâ, onlardan faydalanmanızı nasîb etsin!

Şeyh Kerîmüddîn geleli epey zaman oldu. Herhalde kendisi size mektûp yazar. Vaziyetimiz iyidir. Dostlardan duâ etmelerini istiyoruz. Yâ Rabbi! Nûrumuzu tamamla ve bizi mağfiret eyle. Elbette sen herşeye kadirsin. Allah yolunda gidenlere ve Peygamberimize (s.a.v.) uyanlara selâmlar olsun.”

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Berekât-ı Ahmediyye sh. 387

2) Hadarât-ül-Kuds sh. 359