İBN-İ MÜNÂVÎ (Zeynel’âbidîn bin Abdürraûf)

Evliyânın büyüklerinden. İsmi, Zeynel’âbidîn bin Abdurraûf bin Tâc-ül-Ârifîn bin Ali bin Zeynel’âbidîn bin Yahyâ bin Muhammed bin Muhammed bin Muhammed bin Ahmed bin Mahlûf bin Abdüsselâm Haddâdî Münâvî’dir. Doğum târihi ve yeri bilinmemektedir. 1022 (m. 1613) senesi Zilka’de ayının dördüncü günü Mısır’da vefât etti. Câmi-ül-Ezher’de, büyük bir kalabalık tarafından cenâze namazı kılındı. Velî bir zât olan Şeyh Ahmed Zâhid ile Şeyh Midyen Eşmûnî’nin kabirleri arasına defnedildi.

İbn-i Münâvî, “Câmi’ us-sagîr” adlı eseri açıklayan büyük âlim Münâvî’nin oğludur. Babası gibi âlim idi. Çok ibâdet ederdi. Dünyâya düşkün olmadığı gibi, haramlardan kaçmakda herkesten önde idi. Babasının derslerinde yetişti. Daha yedi yaşında iken Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. On yaşında birçok kitabı okuyup ezberlemişti. Okuduğu kitaplardan ba’zıları şunlardır: İbn-i Arslân’ın Zebid’ini, nahiv ilmine dâir Tuhfet-ül-verdiyye, Sa’düddîn Teftâzânî’nin Kitâb-ül-İrşâd’ı ve başkaları. Ezberlediği kitapları zamanının büyük âlimlerinden Şemsüddîn Muhammed Remlî’ye, onun vefâtından sonra da Hatîb Şihâbüddîn Ahmed Şerbînî ve Şeyh Harrâz Gamrî’ye tekrar okuyup dinletti. Arabî ilimleri Şeyh Abdülkerîm Bulâkî’den, usûl ilmini Şemsüddîn Muhammed Me’mûnî, Altıparmak ve Mısır kadısı Arap-zâde’den, tefsîr, hadîs, neseb, hesab, hendese ve başka ilimleri de büyük âlim Ali bin Gânim Makdisî’den öğrendi. Ayrıca hadîs-i şerîf ilmini Hâfız Ebü’n-Necâ Sâlim Senhûrî ile Hâfız Şihâbüddîn Ahmed Metbûlî ve Mâlikî mezhebi âlimlerinden Kâdı Bedreddîn Karâfî’den tahsîl etti. Bütün hocaları kendilerinden rivâyette bulunmaya onu selâhiyetli kılıp icâzet (diploma) verdiler. İbn-i Münâvî daha sonra tasavvuf yoluna girdi. Halvetiyye yolunun büyüklerinden oldu. Halvetiyye yolundaki icâzeti Şeyh Sâlih Muhammed Türkî Halveti, Şeyh Ahmed Acemî, Şeyh Abdullah Rûmî, Şeyh Muhammed Yünânî, Şeyh Muharrem Rûmî ve başkalarından aldı.

İbn-i Münâvî, zamanlarını ibâdet ve tefekkürle geçirirdi. Yanına gelenler, onu namaz kılarken veya zikr ederken bulurlardı. Onu başka bir hâlde gören olmadı. Gecenin tamâmını ihyâ eder, ibâdetle geçirirdi. Yumuşak huylu ve çok merhametli idi. Küçük büyük, çok kimseler kendisinden istifâde ettiler. İbâdet esnasında Resûlullahın (s.a.v.) mübârek cemâlini görürdü.

Daha büluğa ermeden önce, babası onu bir iş için bir yere gönderdi. Yolda İbn-i Uzma ile karşılaştı. İbn-i Uzma’yı tanımazdı. İbn-i Uzma ona; “Ey Zeynel’âbidîn” diye seslendi. Bunun üzerine yanına gitti. İbn-i Uzma onun ağzına bir buğday tanesi koydu. Sonra da; “Şimdi git, biz seni mahrûm etmedik” buyurup duâ etti.

İbn-ül-Münâvî ma’nen üstün bir derecede idi. Ahırete intikâl etmiş olan, ba’zı velîlerin rûhları hânesine gelir, onunla beraber olurlar, ba’zı işlerden haber verirlerdi. Şeyh Şah Veliyyüddîn Acemî’nin rûhu çok defa onu ziyâret eder, onunla birlikte olurdu. Daha küçüklüğünde nûrlar görür, sesler duyar ve haberler dinlerdi. Çok güzel rü’yâlar görürdü.

Zeynel’âbidîn Münâvî, İmâm-ı Şafiî hazretlerinin kabrine gittiğinde, İmâm-ı Şafiî, kabrinden ona seslenir, ba’zanda kabri yarılır, içinden elini uzatır ve ona birşey verirdi.

Zeynel’âbidîn, dedesi Yahyâ Münâvî’nin kabrini ziyârete gittiğinde, onu, üzerinde siyah bir elbise ile kabrinin üzerine oturmuş bir hâlde bulurdu. Onunla uzun uzun konuşur ve duâ ederdi.

Âriflerin büyüklerinden olan Himsânî anlatır: “İlm-i ervâh’dan haberi olan evliyânın büyüğü, Tarme Sa’dî Mısrî’yi gördüm. Önünde nûr gibi bir zât vardı. Bu kimdir diye sordum. O da Zeynel’âbidîn Münâvî’dir. O kabir ehline vekîl kılındı” dedi.

Muhibbî şöyle anlatır: “Şeyh Abdülkâdir Feyyûmî’nin oğlu hastalanmıştı. Bu sırada Zeynel’âbidîn Münâvî ile karşılaştı. Ona oğlunun hasta olduğunu arz etti. Zeynel’âbidîn Münâvî, oğlunun yanına gitti. Bir müddet sohbet etti. Sonra duâ edip ayrıldı. Ondan sonra Şeyh Abdülkâdir Feyyûmî’nin oğlu, hastalığından kurtularak şifâ buldu.

Zeynel’âbidîn bin Abdürraûf, bir gün otururken, talebelerinden birisi kapıyı çaldı. Zeynel’âbidîn kapıya çıktı. Kapıyı çalan talebesi ile birşeyler konuştuktan sonra geri döndü ve buyurdu ki: “Bu gelen falanca zât idi. Memleketinde çocuğu varmış. Kendisine çocuğunun hastalandığını haber yermişler. Çocuğunun şifâ bulması için bir kâğıda birşeyler yazıvermemi istedi. Ben birşey yazmadım. Çünkü çocuğu bugün vefât etti.” Birkaç gün sonra o şahsın oğlunun Zeynel’âbidîn’in dediği günde vefât ettiği haberi geldi.

Zeynel’âbidîn, Sa’îd denilen yerde bulunan babasının yanına gidiyordu. Yolda birisi, hiçbir suçu olmadığı hâlde mızrağı ile ona vurdu. Fakat Zeynel âbidîn’e birşey olmadı. Bir müddet sonra, başka birisi gelip, Zeynel âbidîn’e mızrağı ile vuran o şahsın boynunu hiç sebeb yok iken kesti. Böylece Allahü teâlânın sevgili kuluna el kaldırmanın cezasını çekti.

Yine bir defasında, babasının alacağını almak için birisinin yanına gitmişti. Yanına gittiği şahıs Zeynel’âbidîn’e hakaret edip vurdu. Aradan kısa bir müddet geçmişti ki, bulunduğu şehrin vâlisi, ona büyük bir borç yükledi. Ayrıca çok da hakaret etti.

Bir defasında o şöyle buyurmuştu: Yanıma hiçbir kimse oturmasın ki, Allahü teâlânın izni ile onun kalbinden geçenleri bilmeyeyim. Eğer Allah korkusu olmasaydı, düşmanların ekseriyetinin ayıplarını ortaya çıkarırdım.

İbn-i Münâvî’nin yazmış olduğu eserlerden ba’zıları şunlardır: 1- Şerh-ül-Meşâhid li-İbn-i Arabî, 2- Hâşiyetün alâ şerh-il-Minhâc lil-Celâlüddîn-i Mahallî, 3- Şerhun alâ Mukaddimet-ül-Ezheriyye, 4- Şerh-üt-Tâiyye İbn-i Fârıd, 5- Hâşiyetün alâ Ravd-il-ünf.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-4, sh. 196

2) Hulâsat-ül-eser cild-2, sh. 193

3) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 379

4) El-A’lâm cild-3, sh. 65

5) Câmi’u kerâmât-il-evliyâ cild-2, sh. 18

6) Keşf-üz-zünûn cild-1, sh. 617, 918