Medîne-i münevverede yetişen Şafiî mezhebi âlimlerinden. İsmi, Ebüssü’ûd bin Tâcüddîn bin Ebüssü’ûd bin Cemâleddîn bin Kâdı Cemâl Muhammed bin Ahmed Safiyyüddîn bin Muhammed bin Rüzbe bin Ebi’s-Senâ Mahmûd bin İbrâhim bin Ahmed olup, nisbeti el-Kazrûnî, el-Medenî, ez-Zübeyrî’dir. Eshâb-ı Kirâmın büyüklerinden Zübeyr bin Avvâm’ın (r.a.) neslindendir. Nefs-i mutmainne derecesine kavuşmuş, himmet sahibi bir zât idi. 980 (m. 1572) senesinde Medîne-i münevverede doğdu ve orada büyüdü. 1050 (m. 1640) senesi Zilka’de ayında orada vefât etti.
İlim öğrenmeye çok küçük yaşta, Kur’ân-ı kerîmi tecvîd üzere okumayı öğrenerek başlayan İbn-i Kazrûnî; tefsîr, hadîs ve fıkıh ilimlerine dâir birçok kitabı ezberledi. Ayrıca nahiv ilmine dâir, Elfiye-i İbn-i Mâlik, kırâat ilmine dâir, Şâtıbiyye ve Rahbiyye isimli eserleri ezberledi. Amcası Muhammed Takıyyüddîn el-Kazrûnî’den, Seyyid Hüseyn es-Semerkandî el-Medenî, Abdülmelik el-Usâmî, Ahmed bin Mensûr ve Abdürrahmân el-Hıyâzî gibi âlimlerden ilim öğrendi.
İbn-i Kazrûnî, yüksek himmet sahibi, birçok fazileti kendinde toplamış, hoşsohbet bir zât idi. Geniş yüzlü idi. Dâima tebessüm eden bir hâli vardı. Dînimizin emirlerine son derece bağlı idi. Dünyâya düşkün olmaktan çok uzak idi. Bir ânını boş ve beyhude şeylerle geçirmezdi. Devamlı ilim ve ibâdetle meşgûl olurdu. Çok kitap okurdu. Birçok kitabı, kendi el yazısıyla yeniden yazmıştır.
Küçüklüğünden i’tibâren vefâtına kadar, bir özrü yok ise, namazlarını mutlaka Mescid-i Nebî’de kılar ve Resûlullah efendimizin (s.a.v.) kabr-i şerîfini sık sık ziyâret ederdi. İbâdete olan arzu ve isteğinin çokluğundan dolayı, mescide umûmiyetle herkesten önce gelir, herkesten sonra çıkardı. Bu husûsta küçüklüğünde karşılaştığı bir hâli şöyle anlatır:
“Bir yaz mevsiminde hava çok sıcak olduğu için, babamlarla birlikte serinlemek üzere, şehrin dışında bulunan hurmalıklara gitmiştik. Gece orada kaldık. Uyandığımda ortalık aydınlanmıştı. Cemâate geç kalacağım diye acele ile kalkıp hazırlandım.
Abdest alarak hurmalıktan çıktım. Babamlar hâlâ uyuyorlardı. Çıktığımdan haberleri olmadı. Ben heyecanımdan onları uyandırmayı bile düşünememiştim. Sür’atle şehre girip, Mescid-i Nebî’ye geldim. Bir de ne göreyim, kapılar kapalı, ortalıkta kimseler yok. Daha namaz vakti olmamıştı. Ben ay ışığına aldanarak sabah oldu zannetmiştim. Daha sabaha çok vardı. Şimdi geri dönüp, başkalarının hurmalıklarının arasından geçerek kendi hurmalığımıza, babamların bulunduğu yere gitmem îcâb ediyordu Fakat, hurmalıkların arasına girmeye cesâret edemedim. Küçük yaşta olduğum için korkmuştum. Bu arada Bakî’ kabristanını ziyâret edeyim dedim. Besmele ile kabristana girdim. Resûlullah efendimizin (s.a.v.) amcası olan hazret-i Abbâs’ın türbesinin kapısında oturup, abamı (paltomu) başıma örttüm. Orada otururken birçok nûrlar ve nûrânî kimseler gördüm. Onlardan biri bana iltifât ederek ismimi sordu. “Ebüssü’ûd bin Yahyâ el-Kazrûnî” dedim. Eliyle omuzumu sıvazladı ve; “Allahü teâlâ seni mübârek eylesin. Sen ve zürriyetin için çok bereketler hâsıl oldu” dedi. Biraz sonra iki kimse geldi. Yanlarında bir deve ve devenin üstünde de bir sandık vardı. Gelen kimseler, Resûl aleyhisselâmın mübârek oğlu İbrâhim’in (r.a.) kabri yanında durup orada bir kabir kazdılar. Ben hayretle kendilerini seyrediyordum. Sonra devenin üzerindeki sandığı indirdiler. Ondan birşey alıp kazdıkları kabre defnettiler. Kabri kapatıp giderlerken benim yanımdan geçtikleri sırada, devenin yularını tutarak önde bulunan zâta; “Sizler kimlersiniz?” diye sordum. “Bizler melekleriz” dedi. Bunun üzerine benim tüylerim diken diken oldu. Çok korkmuştum. Aklım başımdan gidecek gibi oldu. Bu sırada namaz vakti olmuştu. Mescid-i Nebî’ye girdim. Resûl aleyhisselâmın kabr-i şerîfini ziyâret edip, sonra cemâati beklemeye başladım. Bakî’ kabristanında gördüğüm hâl bana çok te’sîr etmişti. Daha sonra bu durumu babama anlattığımda, kendisinden ayrı ve habersiz bir daha gitmememi söyledi.
İbn-i Kazrûnî hazretleri vefât ettiği gün, ikindi namazından sonra, Mescid-i Nebî’de cenâze namazı kılınıp, Bakî’ kabristanında, Resûlullah efendimizin (s.a.v.) oğlu Hazreti İbrâhim’in kabri yanına defnolundu. Böylece küçüklüğünde gördüğü o hâdisenin, onun yüksek bir zât olacağına ve vefâtında buraya defnolunacağına işâret olduğu anlaşıldı.
İlim ve evliyâlığı yanında, nazım ve nesirde de maharet ve ihtisası bulunan İbn-i Kazrûnî’nin bir tezkiresi vardır.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Hulâsat-ül-eser cild-1, sh. 124