Mekke-i mükerremede yetişen Şafiî âlimlerinin en büyüklerinden. İsmi, Muhammed Ali bin Muhammed Allân bin İbrâhim bin Muhammed bin Allân bin Abdülmelik bin Ali bin Mübârekşâh el-Bekrî es-Sıddîkî el-Mekkî olup, nesebi, “Mişkât-ül-mesâbih” isimli meşhûr eserin sahibi olan Veliyyüddîn Hatîb-i Tebrîzî hazretlerine dayanmaktadır. İbn-i Allân Mekkî, İbn-i Allân Sıddîkî ve Muhammed Sıddîkî gibi isimlerle meşhûr oldu. 996 (m. 1588) senesi Safer ayının yirmisinde, Mekke-i mükerremede doğdu ve orada yetişti. 1057 (m. 1647) senesinde Zilhicce ayının yirmibirinde Salı günü, Mekke-i mükerremede vefât edip, Cennet-ül-Mu’allâ kabristanında, İbn-i Hacer-i Mekkî hazretlerinin kabri yanına defnolundu.
Doğum yeri olan Mekke-i mükerremede, ilk olarak Kur’ân-ı kerîmi ve çeşitli ilimlere dâir metinleri ezberledi. Nahiv ilmini Abdürrahîm bin Hassan’dan öğrendi. Aruz, me’ânî ve beyân ilimlerini Abdülmelik el-Usâmî’den öğrendi. Hadîs, fıkıh, kırâat ve tasavvufî ilimleri, amcası olan Ârif-i billah Şeyh Ahmed’den okudu. Bunlardan başka büyük hadîs âlimi Muhammed bin Muhammed bin Cârullah el-Hâşimî, Seyyid Ömer bin Abdürrahîm el-Basrî, Kemâl-ül-İslâm Ubeydullah el-Hûcendî gibi âlimlerden ilim öğrendi. Celâleddîn Abdürrahîm bin Muhammed eş-Şirbînî, Allâme Hasen Bûrînî Dımeşkî, Müftî Abdullah en-Nehrâvî, Muhammed Hicâzî gibi âlimlerden icâzet aldı. Böylece yetişerek zamanın en büyük âlimlerinden oldu. İlim tahsiline beş yaşında başladı. Ondokuz sene devamlı ilim öğrendi. Yirmidört yaşında ders ve fetvâ verecek hâle gelmişti. Tefsîr, hadîs, fıkıh, kırâat gibi naklî ilimlerle birlikte nahiv, arûz, me’ânî ve beyân gibi edebî ilimlerde çok yükseldi.
İbn-i Allân Sıddîkî (r.a.), Kur’ân-ı kerîmi çok güzel tefsîr eder, (açıklar) Sahîh-i Buhârî gibi meşhûr büyük hadîs kitaplarını okuturdu. Hicaz bölgesinde sünnet-i seniyyeyi ihyâ etmek için çok gayret gösterirdi. Mescid-i Harâm’da ders verirdi. İlimdeki derecesi o kadar yüksek idi ki, müşkil mes’elelerin hâlli için, herkes ona müracaat ederdi. Her ilimde âlim, her fende mahir idi. Kendisine bir mes’ele suâl edildiği zaman, sür’atle o mes’eleye dâir bir risale te’lîf ederdi. İlim ve ameli, rivâyet ve dirayeti kendinde toplamış idi. İlim ve evliyâlık, hafızasının kuvveti, öğrendiğini hıfz etmek, korumak, hadîs-i şerîflerin illet, sıhhat ve isnâdlarını iyi bilmek gibi birçok husûslarda, hafız derecesinde çok yüksek bir âlim, sika (güvenilir) bir zât idi.
Hadîs-i şerîf ilmindeki ihtisasının çokluğu, hadîs-i şerîfleri almak ve yaymak husûsundaki hassasiyeti ve yazmış olduğu kitap ve risalelerin fazlalığı gibi birçok husûslarda, Celâleddîn-i Süyûtî hazretlerine benzerdi. Şeyh Abdürrahmân el-Hayâri; “İbn-i Allân Sıddîkî zamanının Süyûtî’si idi” demiştir.
Sâlihlerden bir zât, 1037 (m. 1627) senesi Receb ayının yirmialtıncı gecesi, rü’yâsında Mekke ile Medine arasında bulunan Hacûn denilen yerde, Resûlullah (s.a.v.) efendimizi gördü. Develerine binmiş olarak, Medîne-i münevvereden Mekke-i mükerremeye doğru gidiyorlardı. Hemen Resûlullah efendimizin mübârek ellerinden öptü ve; “Ey Peygamberlerin efendisi! Yâ Resûlallah! insanlar, sizi ziyâret etmekle şereflenmek için Medîne-i münevvereye giderlerken, yüksek hazretinizin Mekke-i mükerremeye gitmelerinin hikmeti nedir?” diye arzedince, Peygamber efendimiz (s.a.v.); “Mekke-i mükerremede, Mescid-i Harâm’da İbn-i Allân Mekkî, Sahîh-i Buhârî okutuyor. Sahîh-i Buhârî’nin hatmi (bitirilmesi) yaklaştı. İbn-i Allân’ın, Sahîh-i Buhârî’yi hatmetmesinde bulunmak için gidiyorum” buyurdular.
Aynı senenin Receb ayının yirmisekizinde (ya’nî bu rü’yâdan iki gün sonra) Harem-i şerîfte İbn-i Allân Sahîh-i Buhârî’yi hatmetti (bitirdi).
Sâlihlerden başka bir zât, o gece rü’yâsında gördü ki, göklere uzanan büyük ve heybetli yeşil bir çadır kurulmuş. Resûlullah efendimiz de orada bulunuyor. Rü’yâyı gören kimseye denildi ki: “Bu zât Resûlullah efendimizdir (s.a.v.). İbn-i Allân, Sahîh-i Buhârî’yi hatm eyledi. Resûl aleyhisselâm da bunun için buraya teşrîf ettiler.”
İbn-i Allân’ın yazısı çok güzel idi. Kendisini tamamen ilme vermiş idi. İnsanlar ondan çok istifâde ettiler. Büyük bir cemâat ondan ders alarak yetişmiştir.
Rivâyet edilir ki: Mekke-i mükerremede İbn-i Allân ders verirken, onu çekemeyenler, büyüklüğünü inkâr edip, ona düşman oranlar vardı. Bunlar Mekke-i mükerremenin şerîfi olan zâta giderek, İbn-i Allân’ı şikâyet ettiler. Uygunsuz şeyler söyleyip, iftiralarda bulundular. Şerîf de söylenenleri dinleyince kızıp, İbn-i Allân’ın hapsedilmesi için emir verdi. İbn-i Allân’ı, hapse attılar. O ise tam bir tevekkül içinde, Kur’ân-ı kerîm okumaya başladı. Diğer taraftan Şerîf, akşam namazını kılmak üzere hazırlanıyordu ki, etrâftan sesler geldiğini ve köşkünün sallanmakta olduğunu hissetti. Öyle ki, işitenler zelzele oluyor zannederlerdi. Şerîf hemen vezirini çağırarak bu hâlin sebebini sordu. O da; “Bu hâl İbn-i Allân’ın bir kerâmetidir. Yalancıların sözlerini doğru sanarak onu hapsetmekle hiç de iyi etmediniz. Hakkında söylenilenlerin hepsi iftiradan ibârettir” dedi. Şerîf de; “Peki biz onu hapsettik. Olan oldu. Şimdi ne yapmamız uygundur?” dedi vezîr; “Çâre, derhâl onu serbest bırakıp hatırını almaktır” dedi. Bunun üzerine Şerîf hemen İbn-i Allân’ı serbest bıraktı. Ondan af diledi ve ona çok ikramlarda bulundu.
Serbest bırakıldıktan sonra, gece vakti yine Kâ’be-i muazzamanın yanına geldi ve Beytullahı tavaf etmeye başladı. Onu Şerîfe şikâyet edenler, bu tavaf eden kimsenin bir başkası olduğunu zannediyorlardı. Sabah olduğunda, geceden beri tavaf yapan zâtın İbn-i Allân olduğunu görünce gözlerine inanamadılar. Durumu iyice anlayınca da yaptıklarına pişman olup tövbe ettiler.
Te’lîf ettiği eserlerinin sayısı altmışdan ziyâde olup ba’zılarının isimleri şöyledir: 1-Dıyâ-üs-sebîl ilâ Me’âlim-it-tenzîl, 2-El-İbtihâc fî hatm-il-Minhâc, 3-El-Akvâl-ül-ma’rife bi fedâili a’mâli Arafe, 4-Bedî’ul-me’ânî fî şerhi Akîdet-üş-Şeybânî, 5-Bugyet-üz-zurefâ, 6-El-Beyân ve nihâyet-üt-tibyân fî târih-i Âl-i Osman, 7-Cem’ul-letâif, 8-Hüsn-ül-inâye fî şerh-il-Kifâye, 9-Delîl-ül-fâlihîn fî şerhi Riyâd-us-sâlihîn, 10-Ref’ul-iltibâs, 11-Ref’ul-Hasâis, 12-Ravdat-üs-safâ fî âdabı ziyâret-il-Mustafâ (s.a.v.), 13-Zehr-ür-ribâ fî fadlı Mescid-i Kûba, 14-Ikd-üs-semîn fî nazmı ümm-ül-berâhîn, 15-Ikd-ül-vefî fî nazmı akîdet-ün-Nesefî, 16-Feth-ül-vehhâb bi nazmı risâlet-ül-âdâb, 17-Fütûhât-ür-Rabbâniyye fî şerh-ıl-ezkâr-in-Neveviyye, 18-Miftâh-ül-bilâd, 19-Mevâhib-ül-fethiyye fit-tarikat-il-Muhammediyye, 20-Mevrid-üs-safâ fî mevlid-il-Mustafâ (s.a.v.), 21-Nefehât-ül-ehâdiyye, 22-Nefehât-ül-erice fî müteallekâtı beyti ümm-ül-mü’minîn Hadîce (r.anhâ), 23-Nefehât-ül-anberiyye fî medhı Hayr-ül-beriyye, 24-El-Vech-üs-sabîh fî hatm-is-Sahîh, 25- El-Kavl-ül-hakku ven-nakl-üs-sarîh.
Delîl-ül-fâlihîn kitabından ba’zı hadîs-i şerîflerin şerhi:
Zübeyr bin Adî (r.a.) rivâyet etti: Enes bin Mâlik’in (r.a.) yanına gitmiştik. Ona, Abdülmelik bin Mervân’ın vâlisi olan Haccâc’ın bize yaptığı kötülükleri anlattık. Bunun üzerine bize; “Rabbinize kavuşuncaya kadar sabrediniz. Çünkü, her gelen zaman öncekinden daha fenâdır. Bunu Resûlullah’dan (s.a.v.) işittim” dedi.
Şerh: İnsan meşakkat ve sıkıntılarla karşılaşsa, pekçok da yorulsa, sâlih amelleri yapmakta acele etmelidir. “Meşakkat ve sıkıntılarımdan kurtulduktan, yorgunluklarım geçtikten sonra sâlih amel yaparım” diye beklememelidir. Çünkü, her gelen zaman önce geçen zamandan daha fenâdır. Nübüvvet nûrundan (Resûlullah (s.a.v.) efendimizin zamanından) uzaklaştıkça, bid’at ve fitneler çoğalmaktadır. Gelen her zaman içerisinde bir sünnet-i seniyye kaybolmakta, ayrıca, gelen zamanla birlikte başka sıkıntılar da gelmektedir.
Hulâsa: Zaman bir kılıç gibidir. Eğer zaman, sâlih amel yapmak sûretiyle kesilmezse, zaman insanı keser. Bu sebeple pek mühim bir sermâye olan zaman, zayi olup gider.
İbn-i Abbâs (r.a.) rivâyet etti: Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “İki ni’met vardır ki, insanların çoğu o ni’metlerin kadr-ü kıymetini bilmiyorlar da aldanıyorlar. Bu iki ni’met sağlık ve boş vakittir.”
Şerh: Resûlullah (s.a.v.) efendimiz sıhhat ile boş vakti (Ya’nî içerisinde ibâdet ve tâata mâni hâllerin bulunmadığı vakti) sermâyeye benzetmişlerdir. Çünkü sıhhat ile boş vakit, âhırette kazanç ve kurtuluşa vesile olan şeylerdendir.
Ebû Hüreyre (r.a.) rivâyet etti: Resûlullah (s.a.v.) buyurdular ki:“Cehennem, nefsin arzu ettiği şeylerle, Cennet ise nefsin sevmediği şeylerle kuşatılmıştır.”
Şerh: Cennete, nefsin istediği şeyleri terketmek, bu husûsta sabır göstermekle ulaşılır. Cehennemden ise, nefsin hoşuna giden şeylerden uzak durmakla kurtulmak mümkündür.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-11, sh. 178
2) Esmâ-ül-müellifîn cild-2, sh. 283
3) El-A’lâm cild-6, sh. 293
4) Hulâsat-üleser cild-4, sh. 184
5) İzâh-ül-meknûn cild-1, sh. 578
6) Brockelmann Sup-2, sh. 533