CENÂNÎ

Osmanlı Devleti zamanında yetişen âlimlerden. İsmi, Mustafa bin Muhammed’dir. Bursa’da, Muradiye Câmii civarında bir evde doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 1004 (m. 1595) senesinde Muharrem ayı içinde Pazartesi günü ikindi namazı vaktinde Bursa’da vefât etti. Hamza Bey kabristanına defn edildi. Cenânî, Türkçe, Arabça, Farsça gibi üç lisan üzerinde, eser yazacak, şiir söyliyecek kuvvette bir tahsille yetişti. Hat san’atı ile meşgûl oldu. Medrese tahsilini Muallim-zâde’den tamamladı. Onun İstanbul kadılığı zamanında, yanında kâtiplik ve nâiblik vazîfesinde bulundu. Daha sonra kadılık ve müderrislik yaptı. Bursa’da Mevlânâ Muhyiddîn yerine İvaz Paşa Medresesi’ne müderris ta’yin edildi. Çok talebe yetiştirdi. Hoş tabiatlı, nüktedân, konuşma ve hikayeleriyle meclis şenlendiren bir zâttı. Sultan Üçüncü Murâd Hân’ın iltifâtlarına kavuştu.

Tezkire-i şu’arâlarda yazıldığı üzere, Cihan Pâdişâhı Üçüncü Murâd Hân bir seferinde, Cenânî’ye nâdir hikâyeler, nefis nükte ve latifeler ihtivâ eden bir kitap getirmesini ferman buyurdu. Cenânî, hatırında bulunan birçok hikâye ve latifelere güzel sözler, nükteler ilâve ederek bir eser vücûda getirdi. “Bedâyı’ül-âsâr” adını verdiği bu kitabı, yazısı güzel olan bir kâtibe verip, temize çektirdikten sonra, kenarlarının yaldızlanması ve ciltlenmesi için bir ciltciye teslim etti. Derviş Eğlence adlı bir hikayeci, Cenânî’nin böyle bir kitap hazırladığını ve ciltlenmek üzere ciltciye verdiğini öğrenince, onu ciltciden alıp ezberledi. Pâdişâhın huzûrunda yeri geldikçe bunları teker teker anlattı. Cenânî daha sonra kitabı ciltciden alıp, saray kapı ağası Gazânfer Ağa aracılığıyla doğru Pâdişâh’a ulaştırdı. Daha sonra Gazânfer Ağa gelip, “Efendi doğrusu bizim Derviş Eğlence’nin anlattığı hikâyeleri Bir takım değişik ifâdelerle süsleyerek onlara yeni bir durum kazandırmışsınız. Ama ziyanı yok, bu da bir zahmettir” dedi. Cenânî oradan mahcûb olarak ayrıldı. Çok sonra durum meydana çıktı.

Cenânî birgün, gözlerinin zayıflığı kendisi gibi olan Şâir Kefeli Hüseyn Efendi ile birlikte bulunduğu sırada, nasılsa Hüseyn Efendi’nin gözüne bir çöp kaçtı. Hüseyn Efendi arkadaşına dönüp çöpü çıkarmasını rica etti. Cenânî bir hayli uğraştı ise de çöpü bulup çıkaramadı. Sonra ellerini açıp; “Efendim çok çalıştım, lâkin ne çöpü bulabildim ne de gözünüzü” dedi.

Cenânî, iki sof cübbeye birden sahip olmak isteyen ilimle uğraşan birisi için şöyle bir kıt’a yazdı:

“Olmadı gönderilen sofa tenim bir türlü
Bizde sizden semen artıklığına geldi vukûf.
Şüphemiz vâlid-i mâciddedir ancak şimdi,
Anların sofu dahî olmaz ise talibe yûf.

***

Ne azm-i terk-i diyâr etmeğe mecâlim var,
Ne kaâdirim durayım, bir garîb hâlim var.

***

Hani bir merdûm-i dîdem gibi günler sürmüş,

Şevk-i mihrinle senin yaş yaşamış gün sürmüş.

***

Haber al Kays’dan sahrâ-yı gamda aşk-ı Leylâdan,
Gam-ı Şîrîni dağ mihnet içre Gûh kender sor.

***

Var mı bir rûhsâre kim hatt-ı siyeh-fâm olmaya,
Dehr içinde kangı gün gördük ki akşam olmaya.

Ma’nâsı: “Dünyâda hangi gün gördü ki akşamı olmasın? Her gündüzün muhakkak bir gecesi oluyor. Güzellik de böyledir Maddî güzellikle mağrur olmaya gelmez. Zira bir süre sonra, o güzelliğe sahip çehrede de yavaş yavaş ihtiyârlığın belirtileri belirmeğe ve eski güzellik kaybolmağa başlar.”

Vechi var kasdeylesem hicrinle ülfet etmeğe,
Görmemek yeğdir, görüp divâne olmaktan seni.

Ma’nâsı: “Artık ayrılığına kendimi alıştırarak avunmağa çalışsam yeridir. Çünkü seni hiç görmemek, bir taraftan insanı büyüleyen güzelliğini, bir taraftan da naz ve istiğnanı (tok gözlülülüğünü) görüp çıldırmaktan ehvendir.

Öğünme kendimin deyu âsiyâ ki mevt,
Etmez, çü nevbetin gele asla dakika fevt.

Ma’nâsı: “Bu dünyâ değirmeni benim malımdır diye Öğünüp durma! Eğer nöbet sana gelmişse, ölüm bir dakika bile kaybetmeden seni de öğütüverir.”

Kimini sevdi Huda, kimini sevdada kodu,
Gülü arayış edüp bülbülü gavgâda kodu.

Ma’nâsı: “Allahü teâlâ, yarattığı mahlûkâtından kimini sevdi ve onlara bir takım ihsânlarda bulundu. Kimini de sevdalara düşürerek başlarını ateşlere yaktı. İşte gül, bahçelerin yegâne ve en çok aranan güzel süsü ve bülbül mağrur güle karşı beslediği aşkı uğruna feryâd ve figanlar içinde perişan bir ömür sürmektedir, insanlar da böyle değil midir?”

Cenânî’nin eserlerinden ba’zıları: 1-Riyâz-ül-cenân, 2-Cilâ-ül-Kulûb (Bedâ-ül-Âsâr), 3-Nâzire-i usûl-i Yahyâ li Cenânî.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Şakâyık-ı Nu’mâniyye zeyli (Atâî) sh. 395

2) Güldeste-i riyâz-ı irfan sh. 455

3) Tezkiret-üş-şuarâ cild-1, sh. 262