Osmanlı evliyâsının büyüklerinden, ilim ve kemâl sahibi bir zât olup, naklî ve aklî ilimlerde âlim idi. 992 (m. 1583) senesinde Bosna’da doğdu. Asıl ismi Abdullah Abdî bin Muhammed’dir. Bosnavî, Rûmî ve Gaîbî nisbet edildi. Şârih-ül-Fusûs ve şârih-il-Mesnevî diye meşhûr oldu. 1054 (m. 1644) târihinde Konya’da vefât etti. Sadreddîn Konevî hazretlerinin türbesi yanında defnedildi.
Doğum yeri olan Bosna’da ilim tahsiline başlayan Abdullah Efendi, daha sonra İstanbul’a gitti. Oradaki medreselerde tahsilini tamamladıktan sonra Bursa’ya gitti. Orada Bursalı Hasen Kabaduz Efendi ile görüştü. O mübârek zâtın sohbetlerinde kemâle geldi. Hasen Kabaduz, Hacı Bayram-ı Velî’nin halîfelerinden, Bıçakçı Ömer Dede’nin halîfesi idi. Hasen Kabaduz Efendi’nin feyz ve himmetleri ile yüksek derecelere kavuşan Bosnavî Abdullah Efendi, Bursa’dan ayrılıp Mısır’a gitti. 1046 (m. 1636) senesinde hac vazîfesini yapmak için Hicaz’a gitti. Mekke-i mükerremeyi ve Medîne-i münevvereyi ziyâret etmekle şereflendi. Hacdan dönüşünde, Şam’da Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin türbesi yanında inzivâya çekildi. Günlerce orada ibâdetle meşgûl oldu. Daha sonra Konya’ya geldi. Sadreddîn-i Konevî ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî gibi büyüklerin kabirlerini ziyâret edip, rûhâniyetlerinden istifâde etti.
Konya’da yerleşip, vefâtına kadar orada kaldı. Talebelerine ilim öğretmek ve emr-i ma’rûf yapmakla meşgûl oldu. 1054 (m. 1644) senesinde Hacdan dönerken, Konya’da vefât edip, çok sevdiği Sadreddîn-i Konevî hazretlerinin türbesi civarında defnedildi. Sonradan yapılan kabir taşına, vasıyyeti üzerine; “Hazâ kabrû garîbillahi fî ardıhi ve semâihi Abdullah el-Bosnavî er-Rûmî el-Bayrâmî” ibâresi yazıldı.
Mısır ve Hicaz’a yaptığı seyahatlerinde ve Şam’daki ikâmetinde kendisi ile görüşen ilim erbâbı, Abdullah Bosnavî’nin ilmini ve eserlerini takdîr ettiler. Onun yüksekliğini anlayanlar, ilim ve feyzlerinden istifâde etmek için birbirleriyle adetâ yarış ettiler. Arab âleminin meşhûr ulemâsından Garsüddîn Halîlî, Muhammed Mirzâ Sürûcî, Dımeşkî Sûfî, Muhammed Mekkiyy-ül-medenî, Seyyîd Muhammed bin Ebî Bekr Ukûd gibi âlimler, Abdullah Bosnavî’nin talebesi olmakla şereflendiler.
“Osmanlı Müellifleri”nde Abdullah Bosnavî’nin altmış tane eserinin ismi verilmektedir. Bunlardan en meşhûru, Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin meşhûr eseri “Füsûs-ül-hikem” ine yaptığı şerhtir ki, Mısır’da ve İstanbul’da birer defa basılmıştır. Diğer eserleri çeşitli kütüphânelerde mevcût olup, okuyanlar istifâde etmektedirler. Eserlerinden ba’zıları şunlardır:
1-Mevâkib-ül-fukarâ, 2-Hakîkat-ül-yakîn, 3-Risâle-i hazerat-il-gayb, 4-Metâli-un-nûr-is-senî an tahâret-in-Nebiyy-ül-Arabî (a.s.), 5-Risâle fî tafdîl-il-beşer alel-melek, 6-Tezyîl fî münâzeât-i İblîs li-Sehl bin Abdullah et-Tüsterî, 7-Mekâsıd-ı envâr-ı ayniyye ve mesâıd-ı ervâh-ı tayyibe-i gaybiyye. 8-Muhâdarât-ül-evâil. Bunlardan başka çeşitli âyet-i kerîme ve sûre-i şerîfelerin tefsîrleri, çeşitli mevzûlarda manzûm ve mensûr, Türkçe ve Arabça eserleri vardır.
Büyük âlim Yûsuf Nebhâni hazretleri, Cevâhir-ül-Bihâr adlı eserinde sevgili Peygamberimizin bütün anne ve babalarının mü’min olduklarını uzun uzun anlatıyor. Bu kitabının 275. sahifesinden i’tibâren, Bosnalı Abdullah Efendi’nin “Metâli-un-nûr an tahâret-in-Nebiyy-il-Arabî” adlı eserinden nakil yaparak buyuruyor ki:
Sevgili Peygamberimizin mübârek soylarının temiz olduğuna delâlet eden âyet-i kerîmeler:
Tevbe sûresi 28. âyetinde meâlen; “Ey îmân edenler! Müşrikler ancak necistirler. Artık bu yıllardan sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar” buyurup, müşriklerin ma’nevî pislik ile pis oldukları için, Mescid-i Haram’a yaklaşmalarını men etti. Oraya girmelerini ayak basmalarını yasakladı. Yine Hac sûresi 30. âyet-i kerîmesinde meâlen; “O hâlde pis putlardan kaçının, yalan sözden sakının” buyurdu. Evsânı (putları), ricsin (pisliğin) aynısı saydı. Evsâna (putlara) yaklaşmaktan men etti.
Nûr sûresi 26. âyet-i kerîmesinde meâlen; “Kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler kötü kadınlara, temiz kadınlar ise temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara yakışır” buyuruldu.
İşte, Allahü teâlâ müşriklerin necis olduklarını bildirdi. Mescid-i Haram’a yaklaşmalarını men etti. Evsânın (putların), ricsin (pisliğin) aynısı olup, necis olduklarını bildirdi Onlara yaklaşmayı men etti.
Hâl böyle olunca, alîm ve hakîm olan, herşeyi lâyık olduğu mevkiine koyan Allahü teâlâ, âlemlere rahmet olarak yarattığı Habîbinin mübârek ve temiz rûhu şerîfini, necis (pis) olarak bildirdiği müşriklerin sulblerine ve rahimlerine hiç koyar mı? Habîbinin aslını, necis (pis) olarak bildirdiği müşriklerden yapar mı? Resûlullah (s.a.v.) efendimiz; mübârek, latîf ve temiz rûhu şerîflerinin, takdis ve tenvir âleminden olmayan bir şey ile kirlenmiş olmaktan tenzih ederiz. Hâlbuki Allahü teâlâ temiz kadınları, temiz erkeklere, temiz erkekleri de temiz kadınlara tahsis eyledi.
İbrâhim aleyhisselâmın dîninin, mü’min olan zürriyeti ile kendi zamanından, Resûlullahın (s.a.v.) zamânına kadar devam ettiğine dâir âyet-i kerîmeler:
Âl-i İmrân sûresi 68. âyet-i kerîmesinde meâlen; “Gerçekten İbrâhim’e insanların en lâyıkı, herhalde (zamanında) ona tâbi olanlarla şu peygamber ve (şu) îmân edenlerdir. Allah, o îmân edenlerin yardımcısıdır” buyuruldu. Yine Âl-i İmrân sûresi 95. âyetinde meâlen; “De ki; Allah, (sözün) doğru (sunu) söylemiştir. O hâlde İslama yönelerek İbrâhim’in dînine uyun. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi” buyuruldu.
İbni Ebî Hâtem, Sufyân bin Uyeyne’den nakl etti: “Sufyân bin Uyeyne’ye; “İsmâil aleyhisselâmın evlâdından bir kimse putlara taptı mı?” diye sorulunca; cevâbında; “Bir de İbrâhim’in şöyle dediği vakti hatırla; “Rabbim! Bu Mekke diyarını korkulardan emîn kıl, beni ve oğullarımı, putlara tapmaktan uzak kıl” meâlindeki, İbrâhim sûresi 35. âyet-i kerîmesini işitmedin mi?” dedi.”
İbn-i Cerîr tefsîrinde bu âyet-i kerîme hakkında, İmâm-ı Mücâhid’den şöyle nakletti: “Allahü teâlâ İbrâhim aleyhisselâmın evlâdı hakkında yaptığı duâsını, kabûl eyledi. Bu sebeple İbrâhim aleyhisselâmın evlâdından hiçbir kimse hiçbir puta tapmadı. Allahü teâlâ İbrâhim aleyhisselâmın duâsını kabûl etti.
Sevgili Peygamberimiz, peygamberliği bildirilmeden önce, İbrâhim aleyhisselâmın dîninde idi. Nitekim Kur’ân-ı kerîmde İbrâhim sûresi 40. âyetinde meâlen;“Rabbim! Beni gereği üzere namaza devamlı kıl. Zürriyetimden de böyle kimseler yarat. Ey Rabbimiz duâmı kabûl et” buyuruldu.”
İbn-i Münzîr tefsîrinde, bu âyet-i kerîme hakkında, İbni Cerîr’den sahih bir senedle, “İbrâhim aleyhisselâmın zürriyetinden İslama uygun olarak, Allahü teâlâya ibâdet eden kimselerin elbette bulunacağını” bildiriyor.
Kelime-i tevhîdin ve tevhîd i’tikâdının, İbrâhim aleyhisselâmın zürriyeti arasında devam etmesi, Allahü teâlânın onlara lütuf ve ihsânıdır. İslâm dîninin Resûlullah (s.a.v.) efendimize bildirilinceye kadar devam edip gelmesi, Resûlullah’ın (s.a.v.) Hazreti İbrâhim’e kadar olan müslüman baha ve dedeleri vasıtasıyla olmuştur. Çünkü onlar da İbrâhim aleyhisselâmın müslüman olan zürriyetindendir.
İslâmdan ibâret olan Hanîf dîni, Muhammed aleyhisselâmın peygamberliğinin bildirilmesine kadar devam etmiştir. Hak dînin İbrâhim aleyhisselâm zamanından, Resûlullah (s.a.v.) zamanına kadar devam etmesi, bu iki zaman arasında, bir Allah’a inanan mü’minlerin bulunmasıyla olmuştur. Bu sebeple Resûlullah efendimizin (s.a.v.) ana ve babalarının da müslüman oldukları sabit olmaktadır. Resûlullah (s.a.v.) efendimizin babası Abdullah ve annesi Âmine Hâtun’un tevhîd inancı üzere bulundukları ve müslüman oldukları ortaya çıkmaktadır.
Hazreti Âdem’e kadar, Resûlullah efendimizin mübârek soylarının temiz olduğuna delâlet eden hadîs-i şerîfler:
Resûlullah efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki: “Allahü teâlâ beni temiz sulblerden temiz rahimlere nakl etti.” Ebû Hureyre’den rivâyet edilen hadîs-i şerîfte buyurdu ki: “Ben içerisinde bulunduğum asra gelinceye kadar, her asırda, her zamanda yaşayan insanların en iyilerinden seçilmişlerinden dünyâya getirildim.” Bu hadîs-i şerîf, Sahîh-i Buhârî’de vardır. Şuarâ sûresi 219. âyet-i kerîmesinde meâlen; “Sen ya’nî senin nûrun, hep secde edenlerden dolaştırılıp, sana inkilâb etmiş ulaşmıştır” buyuruldu.
İmâm-ı Beyhekî Delâil-ün-nübüvve adlı eserinde, Enes bin Mâlik’den (r.a.) rivâyet ederek bildiriyor ki: Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “İnsanlar iki kısma ayrılsa, Allahü teâlâ beni onların en iyisi ve seçilmişinde bulundururdu. Ben câhiliyet sefâheti bulaşmadan ana-babamdan dünyâya getirildim.” Ya’nî Resûlullah (s.a.v.) Âdem aleyhisselâmdan i’tibâren babası Abdullah’a kadar olan ana ve babalarından, câhiliyet devrine âit; putperestlik, zinâ, fuhuş gibi kötülüklerden hiçbirşey bulaşmadan dünyâya getirilmiştir Bu sebeple Resûlullahın (s.a.v.) Âdem aleyhisselâma kadar bütün babaları, ister câhiliyet devrinde, ister câhiliyet devri hâricinde, her zaman müslüman ve temiz kimseler idiler.
Yine Resûlullah (s.a.v.) efendimiz buyurdu ki: “Ben ana ve babalarımdan, İslâmî nikâh ile dünyâya getirildim. Babalarım ve analarımdan, Âdem aleyhisselâmdan i’tibâren, zinâ yoluyla dünyâya getirilmedim. Nihâyet câhiliyet devri insanlarının kirli vasıflarından ve zinâ lekesinden sâlim olarak babam Abdullah’a ve annem Âmine’ye ulaştım. O hâlde ben, hem şahsen hem de babalarım, (soy) bakımından sizin en üstününüz ve seçilmişinizim.”
İmâm-ı Suyûtî şöyle buyuruyor: “Hadîs-i şerîfler, Resûlullah efendimizin, Hazreti Âdem ve Havva’ya kadar ana ve babalarından şirk ve küfür kirlerinden uzak ve temiz olmayanı yoktur. Yoksa Peygamber efendimize, Muhtâr (seçilmiş) Tâhir (temiz) Mustafâ (temizlenmiş) denilmezdi.”
İbn-i Ebî Hâtem, En’âm sûresi 74. âyet-i kerîmesi hakkında İbn-i Abbâs’dan şöyle bildirdi: “İbrâhim aleyhisselâmın babasının ismi Âzer değildi. Târuh idi.”
Yine İbn-i Ebî Hâtem ve İbn-i Münzîr, İmâm-ı Mücâhid’den şöyle bildirdi: “Âzer, İbrâhim aleyhisselâmın babası değildir.” Ayrıca İbn-i Münzîr sahih bir senedle En’âm sûresi 74. âyet-i kerîmesi hakkında İbn-i Cüreyc’den şöyle bildirdi: “Âzer, İbrâhim aleyhisselâmın babası değildir, İbrâhim aleyhisselâmın babası, İbrâhim bin Yetrûh veya Târuh bin Şâruk bin Nâkûr’dur. O zaman Âzer, İbrâhim aleyhisselâmın amcası olmaktadır. Arablar arasında amcaya baba demek âdettir” Mefâli’un-nûr kitabı 1986 senesinde İstanbul’da “En-Ni’met-ül-Kübrâ” kitabı içerisinde, Hakîkat Kitabevi tarafından neşr edilmiştir).
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Hülasât-ül-eser cild-3, sh. 86
2) Osmanlı Müellifleri cild-1, sh. 43
3) Sefînet-ül-evliyâ cild-2, sh. 337
4) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 476
5) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh. 976
6) Sicilli Osmanî cild-3, sh. 367
7) Tuhfe-i hattâtîn sh. 280
8) Metâli-un-Nûr-is-seni an tahâret-in-Nebiyy-il-Arabî (En-Ni’met-ül-Kübrâ alel-a’lem kitabı içinde), Hakîkat Kitabevi, İstanbul 1986 sh. 275
9) Cevher-ül-esnâ fî terâcim-i ulemâi ve şuarâi
10) Bosna (Muhammed Hancî Bosnevî), Mısır 1349, sh. 94