İmâm-ı Rabbânî Ahmed-i Fârûkî Serhendî hazretlerinin yetiştirdiği evliyânın büyüklerinden. Abdülhâdi, Hazreti Ömer’in soyundan olup Bedâyunludur. Önceleri, Kutb-ül-muhakkikin Hâce Muhammed Bâkî-billah’ın talebesi idi. Bâkî-billah, onun terbiyesini, en büyük talebesi ikinci bin yılın müceddidi, İmâm-ı Rabbânî hazretlerine havale edip, Serhend’e gönderdi. Abdülhâdi, yeni hocasının hizmetine sıkı sarılarak, onun mübârek nazarlarından ve teveccühlerinden nasiplendi. Öyle ki, evliyâlığın başlangıcında kavuştuğu hâlleri hocası şöyle yazmaktadır “Mevlânâ Abdülhâdi, yüksek makamlara âit hâllere gark olmuştur ve Allahü teâlânın büyüklüğünü müşâhede etmekte, makamların en yükseğine kavuşmuştur.”
Abdülhâdi, sıkı riyâzet ve mücâhedelerle, nefsinin istediklerini yapmayıp, istemediklerini yaparak, rûhunu yükselterek, nefsini terbiye etti. Hocasının emirlerinden kıl ucu kadar dahî ayrılmayarak, evliyâlıkta yüksek makamlara kavuştu. Hocasının halîfesi olmakla şereflendi.
Nakledilir ki: Mevlânâ Yâr Muhammed Kadîm ve Abdülhâdi, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin hizmetinde iken, bir hücrede riyâzet çekerek nefslerini terbiye ediyorlardı. Yâr Muhammed, hep sabahlara kadar namaz kılar, duâ ederek Allahü teâlâya yalvarırdı. Abdülhâdi ise çok hasta idi. İbâdete gücü yetmeyip namaz kılamamasına üzülür, Mevlânâ’nın hâline gıbta ederdi. Geceyi ihyâ şerefini kaçırdığından dolayı, gönlünde büyük bir üzüntü duyardı. Birgün İmâm-ı Rabbânî hazretleri onun hakkında buyurdular ki; “Şeyh Abdülhâdi’nin hasret ve üzüntüsü, Mevlânâ Yâr Muhammed Kadîm’in nafile ibâdetine üstün gelip, onu, ondan daha yüksek makamlara çıkardı. Evet çok ihsân sahibi olan Allahü teâlânın işi böyledir.”
Abdülhâdi 1041 (m. 1631) senesinde Hindistan’ın Bedâyun kasabasında vefât etmiştir. Abdülhâdi Bedevânî’ ye, hocası İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin gönderdiği bir mektûb aşağıdadır.
Allahü teâlâya hamd olsun! Sevgili Peygamberine, Âline ve Eshâbına salâtü selâm olsun. Doğru yolda olanlara duâlar olsun!
Kıymetli kardeşimin güzel mektûbu geldi. Bizleri çok sevindirdi. Allahü teâlâya hamd ve şükür olsun ki, ayrılık günlerinin uzaması, muhabbeti ve ihlâsı sarsmamış. Bununla beraber, buraya gelseydiniz daha iyi olurdu. “El hayru fî mâ sana Allahü teâlâ!” Ya’nî Allahü teâlânın yaptığında hayır vardır. İnsanlar arasından ayrılmak, uzlet etmek istiyorsunuz. Evet, uzlet, Sıddîkların aradığı şeydir. Mübârek olsun. Uzleti isteyiniz. Bir köşeye çekiliniz. Fakat, müslümanların haklarını gözetmeği elden kaçırmayınız! Resûlullah (s.a.v.); “Müslümanın, müslüman üzerinde beş hakkı vardır: Selâmına cevab vermek, hastasını dolaşmak, cenâzesinde bulunmak, da’vetine gitmek ve aksırdığı zaman elhamdülillah deyince, yerhamükallah demek” buyurdu. (Bu hadîs-i şerîfi Ebû Hüreyre (r.a.) haber vermiştir. “Buhârî”de ve “Müslim”de yazılıdır).
Fakat, da’vet ettiği zaman gitmek için şartlar vardır. “İhya’ül-ulûm” kitabında buyuruyor ki: “Çağıranın yemeği şüpheli ise veya İslâmiyetin yasak ettiği şey, meselâ ipek sofra örtüsü, gümüş kap ve tavanda, duvarda canlı resmi varsa veya çalgı çalınıyorsa, oyun, kumar gibi şeyler varsa, o çağrılan yere gidilmez.” (Bu yasaklar, “Kimyâ-i se’âdet” kitabında da yazılıdır). Böyle yasaklar bulunan yemeğe gitmek haram veya mekrûh olur. Çağıran kimse zâlim ise veya Ehl-i sünnet değil ise, fâsık ise, kötülük yapan ise veya övünmek için gösteriş için çağırıyorsa gitmek caiz olmaz. Şir’ at-ül-İslâm” kitabında diyor ki: “Riya olarak çağrılan yemeğe gitmemelidir.” “Muhit” kitabında diyor ki: “Oyun, şarkı, gıybet bulunan ve içki içilen yemeğe oturulmaz.” “Metâlib-il-mü’minîn” kitabında da böyle yazılıdır. Bu yasaklardan hiçbiri bulunmayan da’vete, gitmek lâzımdır. Bu zamanda, bu yasakların bulunmaması güç oldu. Bundan başka, Fârisî mısra’ tercemesi:
Yabancıdan uzlet et, dosttan değil!
Talebe arkadaşları ile sohbet etmek, bu yolun sünnet-i müekkedesidir. Hâce Behâeddîn Nakşibend-i Buhârî hazretleri buyurdu ki, “Bizim yolumuzun temeli sohbettir!” Uzlette şöhret vardır. Şöhret de, âfettir. Sohbet buyurulması, talebe arkadaşları ile birlikte olmaktır. Başkaları ile sohbet edilmez. Çünkü, birbirinde fâni olmak, ya’nî başkalarını unutmak, sohbetin şartıdır. Bu da, uygun arkadaşla olabilir.
Hasta yoklamak sünnettir. Hastanın bakıcısı varsa, ona bakıyorsa, başkalarının dolaşması sünnet olur. Bakacak kimsesi yoksa, dolaşmak vâcib olur. “Mişkât” kitabının haşiyesinde böyle yazılıdır.
Cenâzede hazır olmalıdır. Hiç olmazsa birkaç adım birlikte gitmelidir. Böylece, meyyitin hakkı ödenmiş olur.
Cum’a namazına ve hergün beş vakit namaz için cemâate ve bayram namazlarına gitmek İslâmın zarurî emirleridir. Herhalde gitmek lâzımdır. Bunlardan sonra kalan vakitleri, yalnız geçirebilirsiniz. Fakat, önce doğru bir niyet lâzımdır. Dünya çıkarlarından birşeyi düşünerek, uzleti kirletmemelidir. Allahü teâlâyı zikr için, kalbi toparlamaktan ve dünyânın bitmez tükenmez işlerinden uzaklaşmaktan başka birşey düşünmemelidir. Niyetin doğru olmasına çok dikkat etmelidir. Niyetin içinde, nefsin bir arzusu gizlenmiş olmamasına dikkat etmelidir. Niyetin doğru olması için, Allahü teâlâya yalvarmalıdır. Böylece tam niyet yapılabilir. Yedi kerre istihâre yapmalı, doğru niyetle uzlet eylemelidir. Böyle olunca, çok fâidesi umulur. Buluştuğumuz zaman, daha çok anlatırım. Vesselâm.” (1. cild, 265. mektûb)
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Berekât sh. 371
2) Tezkire-i İmâm-ı Rabbânî sh. 343
3) Tezkiret-ül-Vâsılîn, sh. 178
4) Hadarât-ül-Kuds sh. 344