Şafiî mezhebi fıkıh âlimi ve evliyânın büyüklerinden. İsmi, Zekeriyyâ bin Muhammed bin Ahmed bin Zekeriyyâ’dır. Künyesi Ebû Yahyâ, nisbeti Ensârî olup, lakabı Zeynüddîn’dir. 826 (m. 1423) senesinde Senîke’de doğdu. 926 (m. 1520) senesinde Kâhire’de vefât etti. Karâfe mezarlığında, İmâm-ı Şafiî’nin türbesinin tam karşısına defnedildi.
Rebî İbni Abdullah, Sülemî’den Zekeriyyâ Ensârî’nin ilim öğrenmeye başlamasını şöyle anlattı: “Birgün Zekeriyyâ Ensârî’nin doğum yeri olan Senîke’de bulunuyordum. Bu sırada, kendisine yardım edilmesini isteyen bir kadın gördüm. Kocası ölmüş, çocuğu yetim kalmıştı. Şehrin vâlisi çocuğu yakalayıp, saka kuşu avlamaya gönderecekti. Ben, kadının oğlunu, vâlinin elinden kurtardım ve kadına; “Eğer oğlunun böyle durumlara düşmesinden kurtulmasını istiyorsan, oğlunu bırak Câmi-ül-Ezher’de okusun, ilim ile meşgûl olsun” dedim. Kadın, oğlunun bu durumdan kurtulması için, onu bana teslim etti. Onu alıp Câmi-ül-Ezher’e götürdüm. Orada ilim ile meşgûl olup çok derin bir âlim oldu. Bu çocuk Zekeriyyâ Ensârî idi. Bu Allahü teâlânın dilediğine ihsân buyurduğu bir lütuftur. Allahü teâlâ büyük ihsân sahibidir.”
Zekeriyyâ Ensârî, bütün ilimleri öğrenip, hepsinde mütehassıs oldu. Kırâat ilmini; İmâm-ı Rıhle, Zeynüddîn Ebû Nu’aym Rıdvan bin Muhammed Akabî, Nûreddîn Ali bin Muhammed, Zeynüddîn Tâhir bin Muhammed’den öğrendi. Akabî’den, “Şâtibiyye” ve “Râiyye” adlı eserleri okudu. Fıkıh ilmini; Şeyhülislâm İbn-i Hacer-i Askalânî, Şerefüddîn Mûsâ bin Ahmed Sübkî, Şemsüddîn Muhammed bin Ali Bedîşî, Şihâbüddîn Ebû Abbâs Ahmed bin Receb el-Kâhirî, Kâdı Şihâbüddîn Ahmed bin Muhammed Gazzî, Şemsüddîn Muhammed bin Muhammed Hicâzî ve Şemsüddîn Muhammed bin İsmâil el-Vânî’den öğrendi. Ebû İshâk Sâlihî’den, İmâm-ı Nevevî’nin “Kitâb-üt-tibyân fî âdabı hamalet-il-Kur’ân” isimli eserini okudu. Arabî ilimleri, usûl-i fıkıh ve çeşitli aklî ilimeri, Şeyhülislâm İbn-i Hacer, Muhyiddîn Kâfiyecî, Takiyyüddîn Haskefi ve daha başka âlimlerden tahsil etti. İbn-i Hacer-i Askalânî’den, İbn-i Seyyid-in- Nâs’ın “Sîret-i Nebiyye” isimli eserini, İbn-i Mâce’nin Sünen’ini ve birçok eserleri dinledi. Ebû Nu’aym Rıdvan Akabî’den; İmâm-ı Şafiî’nin Müsned’ini, Sahîh-i Müslim’i, Nesâî’nin Sünen-i Sagîr’ini okudu ve Tahâvî’nin Meân-ül-Asar şerhini ve birçok eseri, Ebû İshâk İbrâhim bin Sadaka’dan Sahîh-i Buhârî’yi dinledi. Yüzelliden fazla âlimden icâzet (diploma) aldı. Ebû Abbâs Ahmed bin Ali Enkâvî, Ebü’l-Feth Muhammed bin Ebî Ahmed Gazzî, Ebû Hafs Ömer bin Ali Nebtîtî, Ahmed İbni Fakîh Ali Dimyâtî, Zeynüddîn Ebü’l-Ferec Abdurrahmân bin Ali Temîmî’den tasavvuf yolunu öğrendi ve icâzet aldı. Tasavvufta Muhammed Gamrî’nin sohbetlerinden de çok istifâde etti. Yanında kırk gün kalarak Muhammed Gamrî’nin yazmış olduğu Kavâid-üs-sûfiyye kitabını tamamen okudu.
Zekeriyyâ Ensârî; hadîs, fıkıh, tefsîr, aklî ve naklî ilimleri tahsil ederek çok derin âlim oldu. Bu yüzden her beldeden ilim talibleri, ders almak için onun yanına geldiler. Allahü teâlâ onun ömrünü uzun eyledi. Zekeriyyâ Ensârî’ye, talebelerinin ve onların talebelerinin şeyhülislâm olduğunu görmek nasîb oldu. Zekeriyyâ Ensârî’den ilim öğrenmiş olan büyük âlimlerden ba’zıları şunlardır: Cemâlüddîn Abdullah Sûfî, Nûreddîn Mahallî, İmâm Meclî, Fakih Ümeyre Berlisî, Kemâlüddîn İbni Hamza Dımeşki, Behâuddîn Fâsî, Haleb bölgesi müftîsi Bedrüddîn İbni Süyûfi, Şihâbüddîn Hımsî, Bedrüddîn Alâî el-Hanefî, Şemsüddîn Şiblî, Abdülvehhâb-ı Şa’rânî, Şihâbüddîn Remli, Şemsüddîn Remli, Şihâbüddîn İbni Hacer Heytemî, Sâlih Cemâlüddîn Yûsuf, Şemsüddîn Hatîb Şirbînî el-Mısrî, Allâme Nûreddîn Nesefî el-Mısrî ve başka birçok âlim.
İbn-i Hacer-i Heytemî, onun hakkında Mu’cem adlı eserinde şöyle yazmaktadır “Zekeriyyâ Ensârî ilmi ile amel eden, Peygamberimize vâris olan ve kendisinden rivâyette bulunduğum, istifâde ettiğim âlimlerin en büyüklerindendir. Zekeriyyâ Ensârî, Allahü teâlânın insanlara bir lütfudur. Şafiî mezhebinin en büyük âlimlerinden olup, ortaya çıkan müşkilleri çok güzel hallederdi. O, zamanının, kendisine müracaat edilme husûsunda bir tanesi idi. Asrında, gerek şifahî, gerek bir vâsıta ile ondan ilim almıyan hiç kimse yoktur. Onun talebeleri çok idi.”
Talebesi Alâî de onun hakkında şöyle demektedir; “Hocam Zekeriyyâ Ensârî şerefli olarak yaşadı. Herkesle iyi geçinirdi. Kâdı’l-kudât olmadan önce günlük kazancı üçbin dirhem idi. Çok kıymetli kitaplar topladı. Sohbetlerinden ve sözlerinden çok istifâde edildi. Gece-gündüz ilim ve amelle meşgûl oldu. Yaşı çok ilerlemiş olmasına rağmen Sahîh-i Buhârî’yi şerh edip, daha önce yapılmış olan on şerhi de, kendi yazdığı şerhde topladı. Beydâvî tefsîrine haşiye yazdı. Okudukları kitaplardan güzel ve mühim mevzûları yazıp getirenlere mükâfat verirdi. Zekeriyyâ Ensârî çok hayır yapardı. Kendisinden yaşça ve ilimce küçük olan birisi ona emr-i ma’rûfta bulunsa bile, onu kabûl ederdi. Ömrünü asla zayi etmedi. Her fazilet sahibi kimseyi hased eden olduğu gibi, onu da hased edenler vardı.”
Şa’rânî şöyle anlatır: “Zekeriyyâ Ensârî’nin, sâlih ve velî bir zât olarak şöhret bulması, Sultan Hoşkadem zamanında olmuştur. Birgün Sultan, Zekeriyyâ Ensârî’yi ziyâret etti. Bundan sonra herkes Zekeriyyâ Ensârî’yi ziyârete koştu. Zekeriyyâ Ensârî’nin şöhreti her tarafa yayıldı.
Sultan Kayıtbay, Zekeriyyâ Ensârî’yi Kâdı’l-kudât yapmak istedi. O, bu görevi kabûl etmedi. Ancak çok fazla ısrarlara dayanamayarak, isteksiz olarak kabûl etti. Bir süre sonra sultânın yaptığı bir haksızlığı, açıkça söylediği ve bundan menettiği için bu vazîfeden alındı. Zekeriyyâ Ensârî, Kâdı’l-kudât olduğu için çok üzülürdü. Şa’rânî bu durumu şöyle anlattı: Birgün bana, Zekeriyyâ Ensârî; “Hatâ ettim” dedi. Ben nede hata ettiğini sorunca; “Kâdılığı kabûl etmekde. Çünkü ben daha önce herkesin gözünden uzak, kendi hâlimde yaşıyordum” dedi. Bunun üzerine ben; “Efendi! Evliyâdan olan bir zâttan işittim, şöyle buyurmuştu: “Velî bir zâtın kadılık vazîfesine ta’yin edilmesi, insanlar arasında iyiliği, zühdü, verâ’ı, keşf ve kerâmetleri yayılınca onun hâlini setreder, onu perdeler.” dedim. Bunun üzerine Zekeriyyâ Ensârî; “Evlâdım! Elhamdülillah benim bu husûstaki üzüntümü hafiflettin” buyurdu.
Kendisi şöyle anlattı: “Ben uzak yerden Câmi-ül-Ezher’e bir zât tarafından getirilmiştim. Daha çok genç idim. Burada dünyâ işlerinden uzak olarak, kalbimi mahlûkâttan birisine bağlamadan, sâdece ilim ile meşgûl oluyordum. Çok defa acıktığım zaman, bulduğum karpuz, kavun artıklarını yıkıyarak yerdim. Senelerce böyle devam ettim. Sonra Allahü teâlâ bana velî kullarından birisini gönderdi. O, benim, yiyecek, içecek ve kitap gibi bütün ihtiyâçlarımı karşılıyordu. Bana; “Ey Zekeriyyâ! Benden hiçbir şeyini gizleme” derdi. Birkaç sene böyle devam etti. Bir gece herkes uyurken beni uyandırıp; “Kalk ve benimle gel!” dedi. Beni, Câmi-ül-Ezher’deki vikâde merdivenine götürdü. Oraya vardığımız zaman bana; “Kürsüye çık” dedi. Son merdivene kadar çıkıp inmemi istedi. Ben onun isteğini yaptıktan sonra; “Senin akranların vefât edecek, fakat sen yaşıyacaksın. Kadrin ve kıymetin çok yüksek olacak. Kâdı’l-kudât’lık yapacaksın. Daha sen hayatta iken talebelerin Şeyhülislâm olacak. Sonunda gözlerin görmeyecek” dedi. Ben ona; “Gözlerim mutlâka görmiyecek mi?” diye sorunca; “Evet görmiyecek” diyerek ortadan kayboldu. Bir daha o zâtı görmedim.”
Medrese-i Zeyniyye açıldığı gün imamlığı Zekeriyyâ Ensârî’ye teklif edildi, önce kabûl etmedi. Meşhûr âlim Kayâtî ile istişâre ettikten sonra bu görevi kabûl etti. Daha sonra Sultan Zâhir Hoşkadem, Zekeriyyâ Ensârî’yi sahrada yaptırdığı bir medreseye, ilk açıldığı gün müderris olarak ta’yin etti. İbn-i Mülakkın’ın vefâtından sonra, Sâbikiyye Medresesi’nde fıkıh müderrisi oldu.
Abdülvehhâb-ı Şa’rânî, Tabakât-ül-Kübrâ’sında şöyle yazmaktadır: “Zekeriyyâ Ensârî, ilimde akranları arasında yüksek mertebeye ulaştı. Behce üzerine yaptığı şerhi, hocasının yanında elliyedi defa okudu. Vaktini ders okutmak, kitap mütâlâa etmek, fetvâ vermek, eser yazmak, kadılık ve mühim vazîfelerle meşgûl olmak sûretiyle geçirirdi. Fâidesiz işlerle hiç meşgûl olmazdı. Vakar sahibi idi. Çok heybetli idi. Yaşı yüze yaklaştığı hâlde çok namaz kılardı. “Hasta bile olsam nefsimi tenbelliğe alıştırmam” derdi. Birisi Zekeriyyâ Ensârî’ye bir mevzû anlatırken, lüzumsuz yere uzattığı zaman; “Acele et, vaktimi zayi ediyorsun” derdi. Devamlı Allahü teâlânın zikri ile meşgûl olurdu. Bir ekmeğin üçtebirinden fazla yemezdi. Sâdece Sa’îd-üs-sü’adâ dergâhında pişen ekmekten yerdi. “Orayı yaptıran sultan sâlih olduğu için, orasının ekmeğini yiyorum” derdi. Gizli olarak çok sadaka verirdi. Sadakayı gizli olarak vermeye çok dikkat ederdi. Bu yüzden herkes onun az sadaka verdiğini sanırdı. Gözlerine hastalık gelip kapandıktan sonra, birisi ondan birşey istemeye geldiği zaman, yanında kimse olup olmadığını sorar, yanında kimse yoksa sadaka verirdi. Yanında kimse olduğu zaman yanındakine; “Kapıda birşey istiyene, başka zaman gelmesini söyle” derdi.
Zekeriyyâ Ensârî’nin menkıbelerinden ba’zıları şunlardır:
Kendisi anlatır: “Birgün Hızır aleyhisselâm, hocam Ali Darîr Nebtîtî ile beraber bulunuyorlardı. Hocam Ali Darîr, Hızır aleyhisselâm’a asrın âlimlerini ve benim onlardan olup olmadığımı sorunca; “Evet onlardandır. Fakat onda iyi olmayan bir husûs var” dedi. Fakat bunu açıklamadı. Ben hocama, Hızır aleyhisselâmı bir dahaki sefer gördüğünde, o bende bulunan hoş olmıyan şeyin ne olduğunu sormasını, bundan tövbe etmek istediğimi söyledim. Hızır aleyhisselâm hocamın yanına geldiği zaman, hocam Hızır aleyhisselâma benim hoşa gitmeyen durumumu sorunca, o da şöyle cevap vermiş: “Vâlilere bir husûs için mektûp yazdığında, mektûbu götüren şahsa, bu mektûbun Şeyh Zekeriyyâ’dan geldiğini söyle diyor. Kendisine Şeyh diyor.” Bunun üzerine o günden sonra bu kelimeyi ağzıma almadım. O günden sonra vâlilere bir mektûp göndereceğim zaman mektûbu götürene; “Vâliye, size bu mektûbu fakirlerin hizmetçisi Zekeriyyâ gönderdi” demesini söylerdim.”
Şa’rânî’nin babası şöyle anlattı: “Sultan Gavrî’nin yaptığı hatalı bir iş sebebiyle, Zekeriyyâ Ensârî saraya gitmek için yola çıktı. Bunu işiten Sultan Gavrî sarayın kapılarını iyice kapattı ve zincirlerle bağlanmasını emretti. Zekeriyyâ Ensârî bineğine binmiş olarak geldi. Elinde bulunan defteri kapının üzerinde bulunan zincire vurdu. Zincir derhal parçalanarak açıldı. Zekeriyyâ Ensârî yanındakilerle beraber saraya girdi. Sultâna uzun uzun nasîhatta bulundu. Sultan yaptıklarına pişman olarak tövbe etti ve Zekeriyyâ Ensârî’den özür diledi.”
İbn-i Şemmâ şöyle anlatır: “Hocam Zekeriyyâ Ensârî ile ilk karşılaştığımda bana ismimi sordu. İsmimin Ömer olduğunu söyledim. Bunun üzerine şöyle dedi: “Efendim ben Ömer bin Hattâb’ı (r.a.) çok seviyorum. İsmi Ömer olanları da seviyorum. Bir gece rü’yâmda Ömer bin Hattâb’ı (r.a.) gördüm, uzun boylu idi. Ömer bin Hattâb (r.a.) bana iltifât edici sözler söyledi. Uykudan uyanınca bu sözlerin lezzetini kendimde hissettim.”
Kendisi şöyle anlatır: “Birgün Muhammed Gamrî’nin yanına girdim. Odada yalnız idi. Odaya girdiğim zaman Muhammed Gamrî’nin yedi gözü olduğunu gördüm. Buna çok şaşırdım. O zaman Muhammed Gamrî bana; “Ey Zekeriyyâ! insan kemâle erince dünyâdaki kıtaların sayısınca gözü olur” buyurdu.
Yine kendisi anlatır: “Ben küçüklüğümden beri tasavvuf yolunda bulunanları sever, onların meclislerine giderdim. Akranlarım bana, fıkıh ilminde onlardan sana bir fayda gelmez diyorlardı. Zîrâ ben, fıkha dâir eserleri mütâlâa ediyordum, ilimle meşgûl olup, Allahü teâlâya hamdolsun, yükselince Behce kitabını şerhettim. Şerhi tamamlayınca, arkadaşlarım kitabın bir nüshasını okudukları zaman, benim tek başına böyle bir işi yapamayacağımı ifâde eden sözler söylediler ve hayretlerini belirttiler.”
Abdülvehhâb-ı Şa’rânî şöyle anlattı: “Ramazân-ı şerîfin son on gününde, Zekeriyyâ Ensârî Câmi-ül-Ezher’de i’tikâfta bulunurdu. Bu sırada Şamlı bir tüccâr geldi. Zekeriyyâ Ensârî’ye; “Gözlerim görmüyor, herkes, sen duâ edersen, Allahü teâlânın senin duânı kabûl edeceğini, senin duân hürmetine gözlerimin göreceğini söylediler” dedi. Zekeriyyâ Ensârî, Allahü teâlâya onun gözlerinin görmesi için duâ etti. O tüccâra da; “Allahü teâlâ duâmı kabûl etti. Fakat sen buradan ayrıldıktan bir süre sonra gözlerin açılacak” dedi. Tüccâr kalmakta ısrar edince, Zekeriyyâ Ensârî; “Eğer gözlerinin görmesini istiyorsan, buradan gitmen gerekiyor” dedi. Tüccâr bunun üzerine oradan ayrıldı. Gazze’ye gelince gözleri açıldı. Bir mektûp yazarak Zekeriyyâ Ensârî’ye bildirdi. Zekeriyyâ Ensârî ona cevap olarak; “Eğer Mısır’a gelirsen tekrar gözlerin kapanır” diye bir mektûp yazdı. Tüccâr vefât edinceye kadar Kudüs’te kaldı.”
Şöyle anlatılır: “Ömer İbni Fârıd hakkında, yalan yanlış değişik sözler söylendiği günlerde, sultan bu husûsta âlimlerin görüşlerini kendisine bildirmelerini istedi. Zekeriyyâ Ensârî o sırada görüştüğü İstanbullu Şeyh Muhammed’e şöyle dedi: “Tasavvuf büyüklerinin lehinde yaz. Onlara yardımcı ol. Tasavvuf büyüklerinin söyledikleri kelimelerin, tasavvuf ilminde kullandıkları ma’nâları tadarak bilen kimsenin, onların şânına yakışmayacak şekilde konuşmaları caiz değildir. Çünkü velilik dâiresi, keşf ve kerâmet üzerine kurulduğu için, aklın sahasının ötesindedir.”
Yine Abdülvehhâb-ı Şa’rânî şöyle anlattı: “Birgün ben Buhârî şerhini mütâlâa ediyordum. O sırada Zekeriyyâ Ensârî; “Dur! Bana bu gece gördüğün rü’yâyı anlat bakalım” dedi. Ben o gece rü’yâmda bir gemide bulunuyordum. Geminin yelkenleri, halatları, yaygıları ve koltukları ipekten idi. İmâm-ı Şafiî bir koltukta oturuyordu. Zekeriyyâ Ensârî ise İmâm-ı Şafiî’nin sol tarafında bulunuyordu. İmâm-ı Şafiî’nin elini öptüm. Gemi yoluna devam ediyordu. Gemi nihâyet bir adada durdu. Adadaki ağaçların meyveleri denize doğru sarkmıştı. Rü’yâmı ona anlattığım zaman; “Eğer rü’yân doğru ise, ben İmâm-ı Şafiî’nin kabrinin yakınında bir yerde defnedilirim” dedi. Zekeriyyâ Ensârî vefât ettiği zaman Bâb-un-nasr denilen yerde onun için kabir hazırlattılar ve oraya götürdüler. Benim bu rü’yâmdan haberi olan iki kişi bana rü’yân doğru çıkmadı diyorlardı. Biz bu hâlde iken, Mısır’da sultânın vekîli. Emîn Hayri Bey’in bir habercisi geldi. Emîrin rahatsız olduğunu, buraya kadar gelemeyeceğini, Emîrin cenâze namazına iştirâk edebilmesi için, Zekeriyyâ Ensârî’nin cenâzesinin Remile denilen yere götürülmesini emrettiğini söyledi. Emîrin isteği yerine getirildi. Cenâze namazı kılındıktan sonra Emîr, Zekeriyyâ Ensârî’nin Karâfe’de defnedilmesini emretti. Burada Necmüddîn Cenüşânî’nin yanına defnedildi. Defnedildiği yer İmâm-ı Şafiî’nin kabrinin yakınında idi ve onun yüzünün karşısına rastlıyordu.”
Abdülvehhâb-ı Şa’rânî şöyle anlatır: “Birgün şerîflerden olan bir zât Zekeriyyâ Ensârî’ye geldi ve ona; “Ey Efendim! Başımdan sarığımı çaldılar. Bana sarık parası ver” dedi. Zekeriyyâ Ensârî ona çok az para verdi. Şerîf olan zât bu parayı almadı ve çıkıp gitti. Ben, Zekeriyyâ Ensârî’ye; “Bu para bir sarık almaya yeterli değildi” dedim.
Zekeriyyâ Ensârî; “O, kalabalık bir mecliste iken gelip benden istekte bulundu. Allahü teâlâ sadakalarımı gizli vermemi bana ma’lûm etti. Bunu kimseye söylemem ve belli etmem. Şayet bu şerîf bana kimsenin olmadığı bir vakitte gelmiş olsaydı, dedesi Resûl-i ekremin (s.a.v.) hatırı için, sarık parasıyla birlikte fazladan para da verirdim” buyurdu. Ben olaydan sonra fakir şerîf ile bir yerde karşılaştım. Zekeriyyâ Ensârî’nin söylediklerini ona söyledim. Bunun üzerine o şerîf; “Şeyhülislâm hazretleri geceleyin bana bir sarık gönderdi, işte o da şimdi başımdadır” dedi.
Abdülvehhâb-ı Şa’rânî yine şöyle anlatır: “Şeyhülislâm Zekeriyyâ ile birlikte kitap okurken, ba’zan başına bir ağrı gelirdi. O zaman gözlerini kapatıp şöyle derdi: “İlimle şifâ bulmaya niyet ettim.” Gözünü açar, başındaki ağrı ve sızı derhal geçerdi. Bana da bu duâyı okumamı tenbîhledi. Ben de başım ağrıdığı zaman; “İlimle şifâ bulmaya niyet ettim” deyince ânında başımın ağrısı geçerdi.
Zekeriyyâ Ensârî’nin bir şiirinin tercümesi şöyledir: “İlâhî! Günahım çok. Senin kapından başka gidecek kapım yok. İlâhî! Ben günahkâr kulunum, ne ilmim var, ne amelim. Senden başka yardımcım yok. İlâhî! Hatâlarımı azaltmam için bana yardım eyle. İlâhî! Ben hatâ ve kusurlarımdan dolayı senden çok haya ediyorum, ilâhî! Günahlarım yedi derya gibi pekçoktur. Fakat senin affın yanında onlar azıcık bir damla gibi kalır, ilâhî! Eğer senin affının genişliğine ve kerîm olduğuna dâir ümidim olmasa idi, benden meydana gelen hiçbir hatâya sabır ve tahammül edemezdim, ilâhî, Hâşimî kabilesinden olan habîbin Muhammed aleyhisselâmın hürmeti için, beni azâbından kurtar. Çünkü ben senin azâbından çok korkuyorum. Lütfunla ve güzel affın ile bana muâmele eyle. Son nefeste bana lütuf ve ihsân eyle.”
Zekeriyyâ Ensârî buyurdu ki: “Dînî haya, Allahü teâlânın yapılmasını yasakladığı buyrukları içinde bulunur. Kişinin bu yasakları yapmaktan duyacağı utanç, dînî utançtır. Tabîi veya nefsî haya ise, yapılıp yapılmamasında kişinin kendi reyine bırakılan husûslardır. Meselâ kişinin kendisine yakışmayan elbise ile sokağa çıkması, şahsî ve nefsî arzulara dayanan bir çeşit utanç duygusudur.”
“Kelimenin yerini hakkıyla vermeden, o kelimeyi kullanmamalısınız. Zira söz, yayından çıkan bir oka benzer, insandan yerinde olmayan bir söz çıkarsa, insan ona mahkum, söz insana hâkim olur.”
“Ey oğlum! Şunu bil ki, eski sâlih kişiler açlık yoluyla dillerine hâkim olurlardı. Şimdi evliyâ olan fakirlerin elinde ve yolunda yetişmeyen kimseler, bu yolu da bir çıkmaza soktular. Ey evlâdım! Bu yolu ehlinden öğrenmelisin.”
“Beni kınayan bir kimse, benim tattığım zevki ve aşkı tatmış olsaydı, benimle birlikte âşık olurdu. Ne yazık ki, benim tattığımı tatmamıştır.”
“Ey insan! Dilini tut ve ona kement vur. Seni sokmasın. Çünkü o bir yılandır. Kabir, kendi dillerinin kurbanlarıyla doludur. Bu kurbanlar öyle kimselerdi ki, babayiğitler bile kendileriyle karşılaşmaktan çekinirlerdi.”
“Evliyânın sohbetlerine katılmayan ve gitmeyen bir fıkıh âlimi, yenen katıksız ekmeğe benzer.”
Zekeriyyâ Ensârî çeşitli konulara dâir birçok eser yazdı. Bunlardan ba’zıları şunlardır, 1- Şerhu muhtasar-ül-Müzenî, 2- Haşiyetün alâ Tefsîr-il-Beydâvî, 3- Ed-Dürer-üs-seniyye, 4- Şerhu Minhâc-ül-vusûl ilâ ilm-il-usûl, 5-Şerhu Sahîh-i Müslim.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Câmi’u kerâmât-il-evliyâ cild-2, sh. 16
2) Mu’cem-ül-müellifîn cild-4, sh. 182
3) Şezerât-üz-zeheb cild-8, sh. 134
4) Kevâkib-üs’sâire cild-1, sh. 196
5) Tabakât-ül-kübrâ cild-2, sh. 122
6) Nûr-us-sâfir sh. 111
7) Keşf-üz-zünûn cild-1, sh. 41, 156, 372, 626, cild-2, sh. 1030, 1232, 1542
8) İzâh-ül-meknûn cild-1, sh. 101, 175, 255, cild-2, sh. 144, 177, 190
9) Ahlwardt, Verzeichniss der arabischen Handschriften cild-2, sh. 170
10) Brockelmann Sup-2, sh. 117