SÜLEYMÂN BİN CEZÂ

Osmanlı âlimlerinden. İsmi, Süleymân bin Cezâ’dır. Hayâtı hakkında kaynak eserlerde, ma’lûmât yoktur. Doğum ve vefât târihleri belli değildir. Hicrî onuncu asırda yaşadığı bilinmektedir. Kıymetli kitaplar yazdı. “Eyyühel-veled (Ey oğul)” adındaki ilmihâl kitabı meşhûr olup, çok fâidelidir. Bu eserini, Hanefî mezhebindeki büyük İslâm âlimlerinin kitaplarından derlemiştir. Huccet-ül-İslâm İmâm-ı Gazâlî’nin “Eyyühel-veled” ismindeki “Ey oğul” kitabı başkadır. Onu, Osmanlı âlimlerinden Mustafa Ali Efendi tercüme etmiş ve “Tuhfet-üs-sulehâ” ismini vermiştir. Ayrıca Hâdimî hazretleri de şerh etmiştir.

Süleymân bin Cezâ’nın 960 (m. 1522) yılında te’lîf etmiş olduğu “Ey oğul” kitabı, İstanbul’da (İhlâs Vakfı) tarafından muhtelif târihlerde basılmıştır. Müellif, bu eserinin mukaddimesinde (önsözünde) buyuruyor ki:

“Elhamdü lillâhi Rabbil âlemin. Vesselâtü vesselâmü alâ Resûlinâ Muhammedin ve âlihi ve sahbihi ecmaîn.

Ey Oğul! Senin için, üçyüzaltmış hadîs-i şerîf, kırkdört haber ve dînimizin direği olan namazın yedi şartı, beş rüknü, yedi vacibi ve ondört sünneti, yirmibeş müstehâbı ve ondört müfsidini, Hanefî mezhebi âlimlerinin kitaplarından toplayıp, sana beyân ettim. Bunlarla amel edip, feyz-ü-necâta dâhil olasın!

Bil ki, bindoksan âdabı, sen ve senin gibi müslüman evlâdları için topladım. Bunlar ile amel edersen, sana yeter. Eğer tenbellik eder de Allahü teâlâya âsî olur, bunları terk edersen, dünyâda esâret ve rezalete, âhırette azâba düçâr olursun.

Eğer bunlarla amel edip, diğer din kardeşlerine de tavsiye edersen, senin için fâidesi olur. Sana hayr duâ ederler. Hak teâlâ hazretleri, inşâallah duâlarını kabûl eder. Zîrâ kul, kulun duâsı ile affolunur.”

“Ey Oğul” kitabından seçilmiş ba’zı bölümler:

Câmi âdabı bahsi: “Dürer”de diyor ki: “Hayzlı ve cünüb olanın câmiye girmesi haramdır. Abdestsiz olanın girmesi mekrûhtur.”

Câmiye giden kimsenin her adımı için bir sevâb verilir ve bir günâhı affolur.

Câmi kapısına gidince, evvelâ sağ ayağını içeri koy ve şu duâyı oku: “îlâhî bize rahmet kapısını aç.” Ve içeri gir. İçerde şayet adam varsa, selâm ver, adam yoksa, yine şu şekilde selâm ver “Esselâmü aleynâ ve alâ ibâdillâhissâlihîn.” Ve üç kerre; “Sübhânellahi velhamdülillâhi ve lâilâhe illallahü vellahü ekber velâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm” diyerek otur, tesbîh ve tehlîl eyle.

Müezzin ezanı bitirince, şu duâyı oku: “Allahümme rabbe hâzihid da’vetit tâmmeti vessalâtil kâimeti âti Muhammedenil vesîlete vel-fadîlete veddereceterrefi’ate veb’ashü makâmen mahmûdenillezî ve adtehu inneke lâ tuhlifül mîâd. Lâ havle velâ kuvvete illâ billahil’aliyyil’azîm.” Namaz başlayınca, İmâma uymağa niyet ettikten sonra uy ve arkasında dur.

Peygamber efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki: “Hak teâlâ rahmetini İmâma indirir, İmâmın arka, sağ ve sol tarafına da indirir.” Bunun için, İmâmın arkasına, sağ veya soluna durmağa gayret eyle!

Her namazda İmâmın, ilk, ya’nî iftitâh tekbîrine yetişmeğe çok gayret eyle! Bunda çok büyük fazilet vardır. Çünkü, Resûlullah (s.a.v.) birgün câmiye gelerek buyurdu ki: “Ey ümmetim! Sizin indinizde namazın evvelindeki tekbîrin fazileti ne derece yüksektir?” Hazret-i Ali (kerremallahü vecheh) buyurdu ki: “Benim indimde İmâm ile beraber alınan tekbîrin fazileti, dünyâ dolusu kâfirleri cihâd-ı fî sebîlillah sûretiyle öldürmekten daha faziletlidir.” Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk (r.a.):

“Eğer dünyâ dolusu altın veya gümüşüm olsa ve onların hepsini tasadduk eylesem, ya’nî Allah rızâsı için fukaraya versem, İmâmla beraber alınan iftitâh tekbîrinin faziletine erişemem” dedi. Böylece, her sahâbî kendine göre bir cevap verdi. Nihâyet, Sultân-ı enbiyâ (s.a.v.) buyurdu ki: “Cebrâil aleyhisselâm bana gelip dedi ki: Yâ Muhammed aleyhisselâm! Hak teâlâ buyurdu ki: Habibime müjde eyle, eğer denizler mürekkeb olsa, bütün ağaçlar kalem olsa ve yer gök ehli kâtip olsalar ve kıyâmet gününe kadar yazsalar, İmâm ile beraber alınan iftitâh tekbirinin sevâbının onda birini yazmağa kudretleri kâfi gelmez.”

Bütün şu hakîkatler karşısında, sana düşen vazîfe, namazın evvelindeki iftitâh tekbîrini gayb etmemektir. Uğraş ve dikkat eyle ki, bu fazileti elden çıkarmayasın ve bundan da nasîbin olsun.

Âyetelkürsî’nin fazileti: Resûl-i ekrem (s.a.v.) buyurdu ki: “Bir kişi namazdan sonra hemen bir kerre Âyetelkürsî’yi okusa, o âyet göklere doğru çıkıp, tâ Arş-ı a’lâya kadar gider ve orada durmadan hareket ederek der ki, “Yâ Rabbi! Beni okuyan kulunu affet.” Hak teâlâ hazretleri, mekândan ve cihetden münezzeh olarak azamet-i şâniyle buyurur ki: “Ey benim meleklerim, sizler şâhid olun, namazdan sonra Âyetelkürsî’yi okuyan kulumun günahlarını affeyledim.” Bilindiği gibi, Bekâra suresindeki “Allahü lâ ilahe illâ hu..” âyetinin tamâmına “Âyet-el-kürsî” denir. Bu âyet-i kerîmeyi ihlâs ile okuyanın, insan ve hayvan haklarından mâ’adâ ve farz borçlarından başka günahları affolunur. Ya’nî tövbeleri kabûl olur.

Yine Resûl-i ekrem (s.a.v.) buyurdu ki: “Her kim namazdan sonra, hemen Âyetelkürsî’yi okursa, Hak teâlâ o kula her harfi için kırk sevâb verir.” Şâfiîler, farz namazını kılıp selâm verince yerinden kalkmadan, Hanefî’ler ise, son sünnetden sonra hemen okumalıdır.

Resûlullah (s.a.v.) efendimiz buyurdu ki: Her kim farz namazı bitirir bitirmez yerinden kalkmadan bir kerre Âyetelkürsî’yi okuyup otuzüç kerre Sübhânallah, otuzüç kerre Elhamdülillah, otuzüç kerre Allahü ekber derse, hepsi doksandokuz olur. Bir kerre de Lâilâhe illallahü vahdehû lâ şerike leh lehülmülkü ve lehül hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadir dese, Hak teâlâ o kişinin günahlarını affeder.” Şunu iyi bilmek lâzım gelir ki, Allahü teâlâ hazretlerinin affettiği günahlar, yalnız kendisi ile o kulu arasında olan, tövbe etmiş olduğu günahlardır, insanların ve hayvanların haklarını cenâb-ı Hak affetmez. Bunlara tövbe ettikten sonra helâllaşmak da lâzımdır.

Habîb-i kibriyâ (s.a.v.), diğer bir hadîs-i şerîflerinde buyurdu ki: Hak teâlâ hazretlerinin zâtına mahsûs olarak üçbin ismi vardır. Bunların içinden terazide en ağır geleni “Sübhânallahi ve bi hamdihi sübhânallahil’azîmi ve bi-hamdihî”dir.” Her kim, bunu namazdan ve tesbihlerden sonra on kerre okursa, her harfine on sevâb verilir. Sonra, İmâm ve cemâat ile beraber kollarını, bir miktar ileriye uzatıp ve göğüs hizasına kaldırıp, avuçları, tam açık olarak semâya çevirip duâ et ve âmin de. Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Her kim namazdan sonra, İmâm ile duâ edip âmin dese, âmin kelimesinin harfleri dörttür, her harfine bir melek nâzil olur. Bunlar tâ kıyâmet gününe kadar, bu kimse için duâ ederler.” Duâ bitince ellerini yüzüne sürüp, “Velhamdü lillâhi Rabbil âlemin” de ve salevât ile Fâtiha-i şerîfe oku.

Câmide müsâfeha (El sıkmak):

Ey Oğul! Câmide yanında olan cemâatle müsâfeha et! Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Ebû Süfyân’ın evinden ikindi vakti çıkıp câmiye girdim. Boyu ve boynu uzun ve kaşları çatık bir kişi gelip, dört rek’at namaz kıldı. Ben mihraba yakın giderken o şahsa baktım. Namazı bitirince, ellerini kaldırıp ağlayarak duâ etmeğe başladı. Ben de ellerimi kaldırıp âmin dedim. Duâsını bitirdikten sonra, elini bana uzattı ve elimi hafifçe tutup, bana selâm verdi. Ondan sonra, elimi üç kerre salladı, daha sonra câmiden çıkıp gitti. Ben o şahsın bu hareketine teaccüb eyledim.”

Bundan sonra Resûl-i ekrem (s.a.v.) hazret-i Ali’nin evine gitti ve bu işi olduğu gibi hazret-i Ali’ye anlattı. Bu esnada Cebrâil aleyhisselâm geldi ve dedi ki: “Yâ Muhammed! Hak teâlâ sana selâm eder. Ve buyurur ki, câmide elini tutanın kim olduğunu bildi mi?” Resûlullah (s.a.v.) hayır bilmedim, dedi. Cebrâil dedi ki, “O gördüğün yiğit, Hızır aleyhisselâm idi. Seni ziyâret etmeğe gelmiş idi. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdu ki: “Yâ Ali! Hızır aleyhisselâmın sünneti sana vasıyyet olsun,” Yine buyurdu ki: “Herkim, bir din kardeşi ile karşılaştığı zaman, el ayaları birbirine temâs etmek üzere, müsafehâ ederse, Hak teâlâ ona Hızır sevâbı verir. Ve her parmağına bir yıllık ibâdet sevâbı verilir. Müsâfeha edenler yerlerinden ayrılmadan, Hak teâlâ her ikisini dahî af ve mağfiretine nail kılar.” Müsâfeha her zaman yapılır. Yalnız namazlardan sonra müsâfeha yapmak mekrûhtur. Müsâfeha ederken birbirine sarılmak, öpüşmek caiz değildir. Kadınların birbirleri ile, yabancı erkeklerin göremiyecekleri yerlerde, müsâfeha etmeleri caizdir.

Ey Oğul! Câmiden dışarı çıkarken; “İlâhî, bana fazlınla rahmet kapısını aç” deyip, sol ayağınla dışarı çık. Çıkarken inşâallah öğle namazına da geleceğim, diye niyet eyle.

Şayet çok mühim bir mâni çıkıp gelemezsen, gelmiş gibi sevâba nail olursun. Eğer öğle namazını kılmışsan, ikindiye, ikindiyi kılmışsan akşama, akşamı kılmışsan yatsıya, yatsıyı kılmışsan, sabaha da gelmek için böyle niyet edersin. Çünkü Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “İyi ameller ancak niyete bağlıdırlar.” Niyetsiz ibâdet olmaz. Bir insan iyi bir amel işlemeye niyet etse, fakat o işi işlemek nasîb olmasa, o kimseye niyetinin sevâbı yazılır.

Yine buyurdu ki: “Namaz, dînin direğidir, kim namazını kılarsa, dînini yaptı, kim namaz kılmazsa, dînini yıkmıştır.” Zira namaz, bütün ibâdetlerin en fazîletlisidir. Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Namazı cemâatle kılmak, yalnız kılmaktan yirmiyedi derece efdaldir.” Diğer bir hadîslerinde; “Özürsüz, evinde (yalnız) namaz kılan kişinin borcu ödenir, namazının sevâbı noksan kalır” buyurmuşlardır. Namaz kılacağın vakit, vaktin evvelinde veya hiç olmazsa ortasında kılmak gerektir. Daha sonra kılarsan, borç ödenirse de sevâbı olmaz. Vakit çıktıktan sonra kılınan namaz kaza niyetiyle kılınır. Resûl-i ekrem (s.a.v.) buyurdu ki: “Mi’râc gecesinde bir kısım insanların hâline vâkıf oldum. Baktım ki, onlar şiddetli bir azâbla muazzeb oluyorlar. Cebrâil aleyhisselâma sordum, bu tâife kimlerdendir? (Ya’nî niçin azâb görüyorlar?) Cebrâil aleyhisselâm cevaben; “Bunlar namazlarını vaktinde kılmayanlardır” buyurdu. Öyle ise namazını vaktinde kıl. Zîrâ vaktin sonunda kılan borcunu öder. Fakat sevâba nail olamaz.

Her kim cemâatle namaz kılmağı severse, Hak teâlâ hazretleri o kulunu sever, melekler sever. O kul dâima Hak teâlâ hazretlerinin rızâsında olmuş olur.

Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Bir kimse, sabah namazını cemâatle kılsa ve öğle vaktine erişemeden ölse, Hak teâlâ o kulun, şirk, insan ve kul hakkından başka bütün günahlarını affeder. Öğle namazını kılıp akşama varmadan, akşamı kılıp yatsıya varmadan ölenlerin ayrı ayrı mertebeleri vardır.”

Beş vakit namazı cemâat ile kıl! Âciz olma! Kıyâmet günü Hak teâlâ hazretleri yedi kat yerleri, yedi kat gökleri, Arş’ı, Kürsî’yi, kuşları ve yeryüzünde olan bütün mahlûkâtı terazinin bir tarafına koysa ve bir vakit şartlarını gözeterek cemâatle kılınan namazın sevâbını diğer tarafına koysa, namazın sevâbı daha ağır gelir. Mü’min olan kimse, cemâati terk etmez. Bir mü’min, beş vakit namazını, her gün cemâatle kılsa, yüzyirmidörtbin Peygambere aleyhimüsselâm yetişmiş gibi sevâba nail olur. Sabah namazını cemâat ile kılan bir kimse bin şehir feth etmiş gibi, öğle namazını cemâat ile kılan, oniki yıl hep ibâdet etmiş gibi, ikindi namazını cemâatle kılan kimse, onbin aç doyurmuş gibi, akşam namazını cemâat ile kılan bin kerre Kur’ân-ı kerîmi hatm etmiş gibi, yatsı namazını cemâat ile kılan kimse, kâfirlere karşı yapılan muharebeye bin at göndermiş gibi ve bin kere Kâ’be’yi tavaf etmiş gibi ve bin şehîd namazı kılmış gibi sayısız hayırların faziletlerine nail olur.

Bir mü’min, beş vakit namazın iftitâh tekbîrine erişse, Hak teâlâ ona Cehennem azâbından kurtuldun diye berât takdîr buyurur. O kul, dünyâdan çıkmadan Cennet-i a’lâda yerini görür. O kul üzerine cenâb-ı Hakkın rahmeti daimî olur. İlk Cennete girenlerle, Cennet-i a’lâ makamına hesâbsız vâsıl olur.

Resûl-i ekrem (s.a.v.) buyurdular ki: “Sabah namazı ile yatsı namazını cemaatle kılmak çok sevâbtır. Bu iki vakit namazı cemâatle kılmanın, ne derece bir fazilet ve ne büyük bir sevâb olduğunu layıkı ile bilseler, bunu kimse terk edemezdi.” Bu iki vakit namaza gidip, cemâatle eda edilmesinde, diğer namazlardan ayrı bir husûsiyet vardır. Bu husûsiyet de şudur:

Peygamberimiz (s.a.v.) zamanında birçok münâfık vardı. Bunlar namaz dahî kılarlardı. Çünkü bunlar müslümanlara, biz müslümanız derlerdi. Bu münâfıklar, yalnız gündüz namaza giderlerdi, gece namazlarına gitmezlerdi. Bu bakımdan, gece namazlarına gitmek, bir taraftan münâfıklardan ayrılmak diğer taraftan da gündüz namazına gitmekten daha zor olduğu için, fazileti, gündüz namazlarından çok daha üstündür. Cemâat ile namaz kılmakta, cemâat ne kadar kalabalık olursa, namazın kabûl edilmesi ve varacağı mertebeye varması da, o kadar kolay ve sür’atli olur. Bunu dünyâ işleriyle de kıyas edebiliriz. Meselâ bir âmirin makamına herhangi bir iş için bir kişinin gitmesiyle, bir hey’etin gitmesinde, işin kabûl edilmesi bakımından fark vardır.

Hak teâlâ, hadîs-i kudsîde, buyurdu ki: “Kulum bana farz namazda olduğu kadar, hiçbir amel ile yakın olamaz.” Farz namazları kılıp, hiçbir namazı kazaya kalmayanların, nafile namazları da böyle olur. Yine hadîs-i kudsîde, Allahü teâlâ buyurdu ki: “Kullarım namaz kılmakla gözleri, kulakları, elleri, ayakları ve bütün a’zâları benim emrimde olmuş olur.” Resûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Hak teâlâ Cennet-i a’lâda hûrîler yaratmıştır. O hûrîlere, sizler kimler için yaratıldınız, diye sorulduğu zaman, bizler beş vakit namazını cemâatle kılanlar için yaratıldık derler.”

İbn-i Mes’ûd (r.a.) buyurdu ki: “Peygamber efendimize (s.a.v.) sordum. Allahü teâlâ indinde hangi amel sevgilidir? Cevaben buyurdular ki: “Namazı vaktinde kılmak, ana-babaya iyilik etmek ve hak yolunda harb etmek.”

Beş vakit namazı cemâat ile kıl! Müezzin efendi minarede ezanı okuyunca, câmiye git! Ezanı (sünnete uygun okunuyor ise) her nerede işitirsen hemen yerinde dur, ezânı dinle ve ona ta’zim eyle. Yahut câmiye koş! Habîbullah (s.a.v.) buyuruyor ki: “Ey ümmet-ü-eshâbım! Sizlerden biriniz, ezan sadasını işittiği vakit olduğu yerde dursun, ezan tamamlanıncaya kadar beklesin.” Zira, çok büyük sevâba nail olur. Yine buyurdu ki: “Bir kişi, bir vakit namaz kılsa ve ikinci vakte hazırlansa, o kul için gökteki melekler nidâ ederek derler ki: “Yâ Rabbî, bu kulunun günahlarını affet. Buna rahmet eyle.”

Ezân-ı Muhammedî’yi işitince, hemen câmiye git. Birgün bir kör, Efendimize sordu; “Yâ Resûlallah! (s.a.v.) Benim gözlerim görmüyor, elimden tutup câmiye götürecek bir kimsem de yoktur. Evimde namazımı kılayım mı?” Resûlullah (s.a.v.) sordular: “Ezan sesini işitiyor musun?” O da; “Evet işitiyorum dedi. Resûlullah (s.a.v.); “Sana evde namazı kılmağa izin veremem” dedi. Yine bir kişi sordu: “Yâ Resûlallah! (s.a.v.) Şehrin yılan, akreb ve vahşî hayvanları vardır. Bana bir çâre var mıdır? Namazımı evde kılsam?” Resûl-i ekrem (s.a.v.) sordular “Ezân-ı Muhammedî’ye işitir misin?” O da; “Evet işitirim” dedi. “Şu hâlde, namaza, ya’nî cemâate gitmelisin” cevâbını verdi. Böyle olunca, nerede kaldı ki gözlerin, ayakların yerinde, bir korkun yoktur. Şer’î bir mânin de yok! Niye evde kılıp cemâate gitmiyesin? Ancak yürüyemiyecek kadar hasta olana ve şiddetli soğuk ve yağmurda izin vardır.

İşrak namazının fazileti de çok büyüktür. Bunun hakkında birçok asar (eserler) vardır. Sultân-ı Enbiyâ (s.a.v.) buyurdu ki: “Sabah namazını kıldıktan sonra dünyâ kelâmı söylemeden kıbleye karşı durup, güneş bir mızrak boyu yükseldikten sonra iki rek’at işrak namazı kılan kimse şübhesiz Cennetliktir” (Güneşin bir mızrak yükselmesi, ufuk hattında beş derece yükselmesidir.)

Gece namazı da kıl, duân kabûl olsun. Hasen-i Basrî (r.a.) rivâyet eder ki: Allahü teâlâ Tûr-i Sina’da Mûsâ aleyhisselâma buyurdu ki: “Yâ Mûsâ benim için ibâdet yap!” Mûsâ aleyhisselâm ise: “Yâ Rabbî! Sana ne zaman ibâdet yapayım ki, huzûrunda kabûl olunsun?” dedi. Müzzemmil sûresinin ikinci âyetinin meâl-i şerîfi; “Gecenin yarısında gece namazı kıl!”dır.

Gönlün ferah olup duânın makbûl olmasını istersen, şu beş şeyi terk etme:

1- Dünyâya haris olmıyan, her işi Allah rızâsı için yapan âlimlerle beraber ol.

2- Gece namazı kıl! Kazaya kalmış namazlarını, geceleri de kaza ederek bir an önce öde! Farz namazı kazaya kalan kimsenin, sünnet ve nafile namazları kabûl olmaz. Ya’nî sahih olsa da sevâb verilmez. Âlimlerimiz buyuruyor ki, şeytan, müslümanları aldatmak için, farzları ehemmiyetsiz gösterip, sünnet ve nafileleri yapmağa sevk eder.

3- Tegannî etmeden Kur’ân-ı kerîm oku.

4- Namazlarını tam olarak, vaktin geldiğini bilerek ve evvel vaktinde kıl.

5- Helâl ye. Helâl yiyenin duâsı makbûldür. O hâlde helâli, haramı öğrenmek lâzımdır.

Ta’rîf edeceğim şu namazı da ihmâl etme! Çok büyük derecesi ve sevâbı vardır:

Resûl-i ekrem (s.a.v.) buyurdular ki: “Her kim akşam namazından sonra, yatsı vakti girmeden iki rek’at namaz kılarsa, evvelki rek’ atında bir Fâtiha ve bir Âyetel-kürsî ve beş kerre İhlâs-ı şerîfi okuyup, ikinci rek’atda bir Fâtiha ve bir defa “lillahi mâ fissemâvâti ve mâ fil erdı ve in tübdû mâ fî enfüsiküm ev tuhfûhü yuhâsibküm bihillâh fe yagfiru limen yeşâü ve yuazzibü men yeşâü vellâhü alâ külli şey’in kadir.” okuyup, sonra âmenerresûlü’yü sonuna kadar okuyan ve böylece bu namazı ifâ eden kimseye, Hak teâlâ hazretleri Cennette bir mevki lütfeder ve her rek’atı için bir şehîd sevâbı ve her âyet için de bir kul azâd etmiş sevâbı verir.” (Kaza namazı borcu olanlara bu sevâblar verilmez. Bunlar kaza namazlarını kılıp, borçlarını ödemedikçe Cehennemden kurtulamaz.)

Namaz kılmağa muhabbet eyle! Beş vakit farz namazlarını îfâ eyle. Beş vakit namaz, bütün ibâdetlerden daha faziletlidir. Namaz, cemâatle kılınırsa, çok daha faziletli olur. Özürsüz sakın cemâatle namaz kılmağı terk etme. Özürsüz olarak cemâatle namaz kılmağı terk etmek münâfıklık alâmetidir. Ve dört kitabda la’netle yâd edilmiştir. Namazı özürsüz yalnız kılanın hâli böyle olursa, hiç kılmayanın hâlinin ne olacağını sen düşün!

Resûl-i ekrem (s.a.v.), buyurdu ki: “Cebrâil aleyhisselâm bana gelip dedi ki: Yâ Muhammed (s.a.v.) ümmetine müjde eyle! Her ne zaman bir mü’min farz namaza durursa, (Tövbeleri kabûl olur) günahları dökülür. Anadan doğmuş gibi günahsız olur. E’ûzüyü ve Besmeleyi söyleyince, üzerindeki kıllar kadar kendisine sevâb verilir. Fâtiha’yı okuyunca, yirmi kerre nafile hac etmiş gibi olur. Rükû’da üç kerre tesbih edince, gökten inen kitapların hepsini üç kerre hatm etmiş gibi olur ve secdede tesbih edince, kendisine Allahü teâlâ yetmiş kerre rahmet nazarı ile nazar eder. Tehiyyâtı okuyunca, Hak teâlâ Cennet kapılarını o kimseye serbest bırakır, istediği kapıdan girer. Duâsını yapınca, (Tövbeleri) kabûl olur, günahları affolur.”

Şayet kalbinin diri olmasını istersen, Berât gecesini boş geçirme! Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Her kim Şa’bân-ı şerîf ayının onbeşinde Berât gecesini ihyâ ederse, öldüğü vakit kalbi diri olur.” Yine buyurdu ki: “Berât gecesi, her kim yüz rek’at namaz kılsa, Hak teâlâ o kişiye yüz melek gönderir. Otuzu Cenneti müjdeleyip gösterir, otuzu dünyâ âfetlerinden korur, otuzu Cehennem ateşinden korur. On tanesi de, şeytan şerrinden muhafaza eder.” Bu gecede de, kaza namazlarını kılmalıdır.

Resûlullah (s.a.v.) efendimiz buyurdu ki: “Her kim beş vakit farz namazda Kur’ân-ı kerîm okursa, Hak teâlâ her harfine yüz sevâb verir. Her kim namazdan başka vakitlerde Kur’ân okursa, her harfine on sevâb verir. Her kim, (tegânnisiz ve hürmetle okunan) Kur’ân-ı ayakta veya oturarak hürmet ile dinlerse, her harfine bir sevâb verir. Her kim Kur’ân-ı kerîmi hatm eylese, o kulun duâsı Allah indinde kabûl edilir.”

“Kur’ân-ı kerîme uygun hareket etmeyen hafızlar, efendisinden mektûp alan bir hizmetçiye benzer ki, mektûbu alıp mûsikî ile, yanık sesle okur, fakat mektûpdaki emirleri yapmaz.

Kur’ân-ı kerîm okurken on edeb lâzımdır:

1- Abdestli ve kıbleye karşı hürmetle okumalı.

2- Ağır ağır ve ma’nâsını düşünerek okumalı. Ma’nâsını bilmeyen de ağır okumalıdır.

3- Ağlayarak okumalıdır.

4- Her âyetin hakkını vermeli, ya’nî azâb âyetini okurken, korkarak, rahmet âyetlerini heveslenerek, tenzih âyetlerini tesbih ederek okumalı. Kur’ân-ı kerîm okumağa başlarken E’ûzü ve Besmele çekmelidir.

5- Kendisinde riya, ya’nî gösteriş uyanırsa veya namaz kılana mâni oluyorsa, yavaş sesle okumalıdır. Hâfızların mıshafa bakarak okumaları, ezber okumaktan daha çok sevâbtır. Çünkü gözler de ibâdet etmiş olur.

6- Kur’ân-ı kerîmi güzel sesle ve tecvid üzere okumalıdır. Harfleri, kelimeleri bozarak tegannî etmek haramdır.

Harfler bozulmazsa, mekrûh olur. “Halebî”de diyor ki, tegannî ile okuyan bir İmâm arkasında kılınan namazın iadesi lâzımdır.

7- Kur’ân-ı kerîm, Allahü teâlânın kelâmıdır, sıfatıdır, kadîmdir. Ağızdan çıkan harfler, ateş demeğe benzer. Ateş demek kolaydır. Fakat ateşe kimse dayanamaz. Bu harflerin ma’nâları da böyledir. Bu harfler, başka harflere benzemez. Bu harflerin ma’nâları meydana çıksa, yedi kat yer ve yedi kat gök dayanamaz. Allahü teâlânın kendi sözünün büyüklüğünü, güzelliğini, bu harflerin içine saklayarak insanlara göndermiştir. Nitekim hayvanlara söylemekle iş yaptırılamaz. Hayvan seslerine benziyen ba’zı sesler çıkararak idâre edilirler. Meselâ öküz, alıştığı bir sesle tarlayı sürer. Fakat yaptığı işin sebebini ve fâidesini bilmez, İşte insanların çoğu da böyle, Kur’ân-ı kerîmden yalnız ses duyarlar ve Kur’ân, harf ve sesten başka birşey değildir zannederler. Bunlar, ateş, birkaç harfden başka birşey değildir, zan eden kimseye benzer. Bu zavallı bilmez ki, kâğıt ateşe dayanamayıp yanar. Ateş harfleri ise, kâğıt üzerinde durur ve kâğıda birşey yapmaz. Nasıl her insanın bir rûhu vardır ve rûhu, insanın şekline benzemez ise, bu harfler de insan gibi şekildir. Harflerin ma’nâları ise, insanın rûhu gibidir. İnsanın şerefi, kıymeti, rûh ile olduğu gibi, harflerin şerefi de ma’nâları iledir.

8- Kur’ân-ı kerîmi okumadan evvel, bunu söyleyen Allahü teâlânın büyüklüğünü düşünmelidir. Kimin sözü söyleniyor, ne tehlikeli iş yapılıyor düşünmelidir. Kur’ân-ı kerîme dokunmak için, temiz el lâzım olduğu gibi, onu okumak için de, temiz kâlb lâzımdır. Bunun içindir ki, İkrime, mıshafı açınca kendinden geçerdi. Allahü teâlânın büyüklüğünü bilmeyen, Kur’ân-ı kerîmin büyüklüğünü anlayamaz. Allahü teâlânın büyüklüğünü anlamak için de, O’nun sıfatlarını ve yarattıklarını düşünmek lâzımdır. Bütün mahlûkâtın sahibi, hâkimi olan bir zâtın kelâmı olduğunu düşünerek okumalıdır.

9- Okurken başka şeyler düşünmemelidir. Bir kimse, bir bahçeyi dolaşırken, gördüklerini düşünmezse, o bahçeyi dolaşmış olmaz. Kur’ân-ı kerîm de, mü’minlerin kalblerinin dolaşacağı yerdir. Onu okuyan, ondaki acâiblikleri ve hikmetleri düşünmelidir.

10- Her kelimeyi okurken ma’nâsını düşünmeli ve anlayıncaya kadar tekrar etmelidir. Lezzet bulunca da, tekrar etmelidir. Peygamberimiz (s.a.v.), bir gece sabaha kadar “întüazzibhüm” âyetinin tamâmını tekrar buyurmuştur. Kur’ân-ı kerîmin ma’nâsını anlamak çok güçtür.)

Namazlarını özürsüz terk etme ki, münâfıklardan olmayasın. Resûl-i ekrem (s.a.v.) buyurdu ki: “Eğer kadınlarla, memede olan çocuklar olmasa, yerime bir İmâm koyup, şehri gezer, namaza gelmiyenlerin evlerinin yakılmasını te’min ederdim.” Yine Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Namazlarınızı ihlâs üzerine kılınız! Çünkü yanınızda bulunan melekler, sizin amel, namaz ve tâatinizi alıp göklere giderler, göklere giderken, muhtelif melekler, bu ibâdetleri görürler:

1. Kat gökteki melekler, yalancıların ibâdetini geçirmezler.

2. Katta, namaz kılarken dünyâ işi ile kalbi meşgûl olan kimsenin namazını geçirmezler.

3. Kattaki melekler, kendini iyi görüp namazını beğenenlerin namazını geçirmezler.

4. Kattaki melekler, kibir edenlerin ya’nî kendini beğenenlerin namazını geçirmezler.

5. Kattaki melekler, hasedlik edenlerin namazlarını geçirmezler.

6. Kattaki melekler, kalbinde şefkat ve merhameti olmıyanın namazını geçirmezler.

7. Katta ise, hırs ve tama’ı olanların namazını geçirmeyip geri döndürürler.” Bu hâli Habîb-i kibriyâ (s.a.v.) beyan buyurdukları zaman, bütün Eshâb-ı güzîn (r. anhüm) ağladılar.

Resûl-i ekrem (s.a.v.) büyük eshâbdan Muâz hazretlerine buyurdular ki: “Yâ Muâz! Ayıpları gizle, kimsenin ayıbını yüzüne vurma! Farzlardan başka kıldığın namazları ve ibâdetleri kimseye söyleme! Dünyâ işini âhıret işinden büyük görüp, evvel yapma! Hiç kimseye hor bakma! Kimsenin gönlünü kırma, herkesle hoş geçin. Eğer bu şekilde hareket etmezseniz, elem verici azâba uğrarsınız.”

Gecenin en karanlık zamanında, ya’nî seher vaktinde ibâdet eyle ki, yarın sıratdan geçerken her tarafın aydınlık olsun. (Bu ibâdetlerin en kıymetlisi ilmihâl kitabı okumak, öğrenmek ve öğretmektir.) Kudretin yettiği kadar câmilere sâlih İmâm ve müezzin gelmesine çalış.

Câmiye girince, dünyâ kelâmı söyleme! Resûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Câmide dünyâ kelâmı söyleyen kimsenin ağzından fenâ bir koku çıkar. Melekler derler ki, yâ Rabbî, bu kulun câmide dünyâ kelâmı söylemesinden dolayı, ağzından çıkan koku bizleri rahatsız ediyor. Hak teâlâ hazretleri buyurur ki: İzzim, celâlim hakkı için, onlara yakında büyük bir belâ veririm.”

(Önce “Tehıyyet-ül-mescid” denilen iki rek’at namaz kılıp, veya başka ibâdet edip, sonra yavaşça dünyâ kelâmı konuşmak caizdir.)

Îmân bahsi: Ey Oğul! îmân, kalb ile inanmak demektir. Cebrâil aleyhisselâm, aklı, hayayı ve îmânı Âdem aleyhisselâma getirdi. Ve dedi ki: “Yâ Âdem! Allahü teâlâ hazretleri selâm eder, sana getirdiğim şu üç hediyenin birini kabûl etsin dedi.” Âdem aleyhisselâm aklı kabûl eyledi ve Cebrâil aleyhisselâm, îmân ile hayaya; “Siz gidin” deyince, îmân dedi ki: “Allahü teâlâ hazretleri bana emreyledi ki, akl nerede ise, sen de orada ol!” Ondan sonra haya da aynı şekilde, Allahü teâlâ tarafından emir olunduğunu beyân ederek, her ikisi, akıl ile beraber Âdem aleyhisselâmda kaldılar.

Binâenaleyh Allahü teâlâ kime akıl verirse, haya ile îmân da onunla berâberdir. Aklı olmıyanın ne hayası ve ne de îmânı bulunmaz.

Birgün Hasen-i Basrî’ye (r.a.) bir kadın gelerek sordu: “Yâ İmâm! Din temizliği nedir? Din cevheri nedir? Din hazînesi nedir?”

Hasen-i Basrî (r.a.) cevaben; “Siz söyleyin biz dinliyelim” dedi. Kadın; “Din temizliği abdest almaktır. Din cevheri, Allahü teâlâdan korkmak ve haya etmektir. Din kuvveti ise, namazdır. Çünkü, Hak teâlâ hazretleri, haya eden kulunu medh eylemiştir. Din hazînesi ilimdir. Çünkü, her kimin abdesti olmazsa, dîni temiz olmaz. Her kimin hayası olmazsa, dînin cevheri olmaz. Kimde Allahü teâlânın korkusu olmazsa, onda dînin cevheri olmaz. Her kimin ilmi olmazsa, dînin hazînesi olmaz” dedi.

Hasen-i Basrî (r.a.) bu kadının sözüne hayran olarak, hak söylediğini tasdik eyledi.

Îmânı dört türlü temsîl ederler: İmân beş katlı kaleye benzer. Birinci katı altından, ikinci katı gümüşten, üçüncü katı demirden, dördüncü katı tunçdan ve beşinci katı ise bakırdandır.

Bakır dediğimiz kat, edebdir. Bir kimsenin edebi olmazsa, herhalde o kattan şeytan geçer. Şayet edebi olup, şeytanı o kattan geçirmezse, o kimsenin îmânı kurtulur.

Demir dediğimiz sünnettir. Tunç tabakası dediğimiz, farzdır. Gümüş tabakası dediğimiz, ihlâstır. Altın tabakası dediğimiz Allahü teâlâ hazretlerine yakınlıktır. Her kimin edebi varsa, sünnete yol bulur, ihlâsı varsa Allahü teâlâ hazretlerine varmağa yol bulmuş olur.

Bir kimse âdabı gözetmezse, ya’nî edebi olmazsa, sünnete yol bulamaz. Sünneti tutmayan kimse, farza yol bulamaz. Farzı tutmayan da, ihlâsa yol bulamaz.

Her kim verdiğini Allahü teâlâ hazretlerinin rızâsı için verirse ve sevdiğini de, Allah rızâsı için severse ve düşmanlığını da, Allah için yaparsa, o kimsenin îmânı tamâm olur. Ahlâkı güzel olanın da, îmânı kâmil olur. İmânın alâmeti, kâfirleri kâfir oldukları için sevmemektir. Resûlullah (s.a.v.) efendimiz buyururlar ki: “Sizin îmânen mükemmel olanınız, ahlâken güzel olup, insanlara iyilik yapanlardır” Zira Hak teâlâ hazretleri Kur’ân-ı kerîmde buyurur ki: “Muhakkak sen yüksek bir ahlâk üzerindesin.” Ya’nî Allahü teâlâ hazretleri Habîbinin (s.a.v.) ahlâkını medh eylemiştir. Bir kimsenin ahlâkı güzel olsa, Resûlullahın (s.a.v.) ahlâkı ile ahlâklanmış olur ve onun yolunu tutmuş olur. Korktuğundan kurtulup, istek ve arzularına kavuşur ve hakîkî mü’min olmuş olur. Bir kimsenin aklına gayr-i meşrû bir şey gelse, onun haram olduğunu bilmek de îmândandır. Eshâb-ı Kirâm (r.anhüm ecma’în) sordular “Yâ Resûlallah! Kalbimize fenâ şeyler gelirse ne yapalım?” Buyurdu ki: “Kalbe iyi şey de gelir; fenâ şey de gelir. Fenâ şeylerin fenâ olduğunu bilmek ve anlamak da îmândandır.”

Eğer îmânın kâmil olmasını istersen, kendini müslümanlardan yüksek görme! Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdular ki: “Bir kişi îmânının kemâlini isterse, kendine insaf versin (Ya’nî tevâzu üzere hareket eylesin) ve fakir olduğu hâlde sadaka versin! Bu iki huy, îmânı kâmil derecesine yükseltir.”

Tevhîd, “Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlühü” demektir. Ma’nası şudur: “Hak teâlâ hazretleri birdir, şeriki ve benzeri yoktur ve Muhammed aleyhisselâm, sevgili kulu ve hak peygamberidir.” Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdu ki: “Bir kimse, Kelime-i tevhîdi dese, Hak teâlâ hazretleri ile o kelime arasından perdeler kalkar ve kelime, doğrudan doğruya Allahü teâlâ hazretlerine gider. Allahü teâlâ buyuruyor ki, ey kelime, dur! Kelime der ki, beni söyliyen kulu affetmeyince duramam. Hak teâlâ hazretleri, o zaman buyurur ki, izzetim, celâlim, kudretim, kemâlim hakkı için beni zikreden kulumu affettim.”

Bu kelime-i tevhîdi söyleyen kulu kıyâmet gününde melekler ziyâret ederler. Hak teâlâ hazretleri Mûsâ aleyhisselâma meâlen; “Yâ Mûsâ kıyâmet gününde meleklerin seni ziyâret etmesini istersen, kelime-i tevhîdi çok söyle” buyurdu. Bu kelime-i tevhîdi dilinle söyleyip kalbinle şüphe etme! Aksi takdîrde, ebedî olarak Cehennemde kalırsın.

Mûsâ aleyhisselâm dedi ki: “Yâ Rabbî! Bir kulun, dili ile kelime-i tevhîdi. söyleyip, kalbi ile şüphe etse, sen ona nasıl bir ceza verirsin?” Allahü teâlâ meâlen buyurdu ki: “Yâ Mûsâ! Ben onu daimî olarak Cehennemlik yaparım. O kimseye ne Peygamber, ne velî, ne şehîd ve ne de meleklerden şefaat eden olmaz.”

Bu Kelime-i tevhîdi çok zikreyle! Zira Mûsâ aleyhisselâm cenâb-ı Hakka sordu: “Yâ Rabbî! Bir kulun Kelime-i tevhîdi söylese, sen o kula ne verirsin? Allahü teâlâ hazretleri cevâbında, meâlen; “Ben o kulumdan râzı olup, Cennet ve cemâlimle onu mesrûr eylerim” buyurdu.

İşte bu Kelime-i tevhîd söyleyen kimseye, Hak teâlânın vereceği in’âm ve ihsânı, Allahü teâlâdan başka kimse bilmez. Kelime-i tevhîd söyleyince, Arş-ı a’lâ titrer. Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Hak teâlâ hazretleri bir direk yaratmıştır. Kelime-i tevhîdden bu direk de titrer ve Arş’ı titretir. Arş titreyince, Hak teâlâ hazretleri Arş’a, sakin ol emrini verir ve Arş’ın mukâbelesiyle yine o Kelime-i tevhîdi. söyliyen kimse afv-ı ilâhî’ye mazhar olur.”

Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Her kim cân-ü gönülden, hâlisen, muhlisen bir kerre Kelime-i tevhîd söylese, Hak teâlâ hazretleri, o kimseye Cennet-i a’lâda dörtbin derece ihsân eder ve dörtbin günâhını bağışlar.” Eshâb-ı Kirâm “aleyhimürrıdvan” sordular: “Yâ Resûlallah (s.a.v.), o kimsenin dörtbin günâhı olmazsa?” Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Ehlinin, evlâdının ve akraba ve teallukâtının günahlarından bağışlanır.”

Kelîme-i tevhîdi dilinle çok söyle! Bütün günahlardan ağır gelir. Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Mahşer günü bir kişi gelecek, doksandokuz defteri olup, her bir defterin sathı göz gördüğü kadar geniştir. Hiç birinde iyiliği olmayıp, yalnız bir parmak kadar, o kimsenin dünyâda söylediği Kelime-i tevhîd bulunur. O doksandokuz defter terazinin bir kefesine ve bir Kelime-i tevhîdi diğer kefesine koyarlar. Kelime-i tevhîd tarafı ağır gelir.”

Allah rızâsı: Ey Oğul! Eğer Hak teâlâ hazretlerinin rızâsını bulmak istersen, bununla amel eyle. Hak teâlâ hazretleri Mûsâ aleyhisselâma meâlen buyurdu ki: “Yâ Mûsâ! Benim için ne amel işledin?” Mûsâ aleyhisselâm: “Yâ Rabbî! Senin için namaz kıldım, oruç tuttum, tesbih okudum, sadaka verdim.” Hak teâlâ buyurdu ki: “Bunların hepsi senin içindir. Namaz kılarsan Cennet veririm, oruç tutarsan sana kabir ve sırata nûr olur. Tesbih okursan, Cennet-i a’lâda senin için ağaç dikilir, sadaka verirsen, üzerine gelecek kaza ve belâ def ve ref olur. Yâ Mûsâ, benim için ne yaptın?” Mûsâ aleyhisselâm: “Yâ Rabbî! Senin için ne amel yapmak gerekir?” Hak teâlâ hazretleri buyurdu ki: “Benim için amel; dostumu dost ve düşmanımı düşman tanımaktır.” Allahü teâlânın en beğendiği ibâdet, müslümanları sevmek, kâfirlere düşman olmaktır. Buna “Hubb-i fillah ve buğd-ı fillah” denir.

Sultân-ı Enbiyâ (s.a.v.) buyurdu ki: “Bir kimse, bir günah yapmak istese ve sonra Allahtan korkup onu terk etse, Hak teâlâ hazretleri, o kula iki Cennet ihsân eder.”

Bir kişinin sa’îd olmasının nişanı şudur: Hak teâlâ hazretlerinin kaza ve kaderine râzı olur. Fenâ adam olmanın da nişanı şudur: Kaza ve kadere râzı olmayıp, bir musibet geldiği zaman, çağırır, bağırır, çok ağlar, sızlar.

Şayet Allahü teâlâ hazretlerinin huzûrunda mutî’lerden olmayı istersen, her işde inşâallah de! Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “İnsanlar için bundan daha faziletli mutî’lik yoktur.”

Bir kimse ile birşey kararlaştırırken inşâallah deyip, sonradan, o işi yerine getiremezsen, yalancı olmamış olursun.

Üç yerde gönlünü hazırla ki, üzerine rahmet kapısı açılsın:

1) Kur’ân-ı kerîm okunurken.

2) Zikr ederken.

3) Namaz kılarken.

Hak teâlâ hazretlerinden korkmamanın alâmetleri şunlardır:

1- Niyet zayıflığı, 2- Kibirli olmak, 3-Ölümü yakın bilmeyip, tûl-i emele saplanmak, 4- Hak teâlâ hazretlerinin rızâsını terkedip, halkın isteğini yapmak. 5- Sünneti bırakıp, bid’at işlemek, 6- Günâhını az görmektir. Ne mutlu o kimseye ki, bu altı şeyden hiçbiri kendisinde bulunmaz.

Vücûd Emânetinin Faslı: Ey Oğul! Vücûdunda olan a’zâların hepsi sana emânettir. Hazret-i Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: “El, insana bir emanettir, onunla haram, olan şeyi tutma! Ayak ile haram yere gitme! Tenasül âleti sana bir emânettir, onunla zinâ etme.” Bunun gibi vücûddaki bütün a’zâlar birer emânettir. Şayet bunları meşrû şekilde ve meşrû yerlerde kullanırsan, emîn kimselerden olur, hakka karşı tam vazîfe görmüş olursun. Aksi takdîrde, bu emânetleri gayr-i meşrû yerlerde kullanmak sûretiyle, Allahü teâlâya isyan edersen hâinlerden olur ve sana verilen emânetleri yerinde kullanmamış ve hıyânet etmiş olursun.

Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdu ki: “Bir kişi geldi. Lokman hakîm hazretlerine sordu: Yâ Lokman! Sen bu mertebeye nasıl eriştin? Lokman hazretleri buyurdu ki: Ben bu mertebeye üç şeyle eriştim. 1-Emâneti yerine vermekle, 2-Doğru söylemekle, 3-Mâlâya’nî (ya’nî fâidesiz sözü) terk etmekle.”

Ey Oğul! Emânetleri güzelce îfâ eyle ki, kıyâmet gününde korktuğun şeylerden kurtulup, arzu ettiğin şeylere kavuşasın.

Mûsâ aleyhisselâm, cenâb-ı Hakka sordu ki: “Yâ Rabbî! Bir kulun emânetleri güzelce yerine tevdî eylese, ona nasıl bir mükâfat edersin?”

Mü’minûn sûresinin sekizinci âyetinin meâl-i şerîfi; “Emânetleri güzelce kullanıp, yerli yerine îfâ edeni, korktuğundan emîn kılıp, Cennetime koyarım” dır.

Ni’metlere şükür faslı: Hak teâlâ hazretlerinin verdiği ni’metlere dâima şükredici ol! Birgün, Mûsâ aleyhisselâm, Tûr-i sinâda, Hak teâlâ hazretlerine münâcaat ederken der ki: “Yâ Rabbî! insanlara el, ayak, göz, kulak ve bunlara benzer birçok ni’metler verdin. Bu ni’metlerin şükrünü nasıl îfâ edebilirler?”

Hak teâlâ hazretleri buyurdu ki: “Yâ Mûsâ! Bir kimse kendine verdiğim ni’meti benden bilip kendinden bilmezse, ni’metlerimin şükrünü eda etmiş olur. Bir kulum rızkını kendi çalışması ile bilip, benden bilmez ise, ni’metin şükrünü eda etmemiş olur.” insanlara lâyık olan, her zaman kendisine verilen rızıkları Allahü teâlâdan bilmektir. Ve bunlara mukabil, gece-gündüz şükür ve tesbîh ile tahmîd eylemektir. Mûsâ aleyhisselâm bu kelâmları işitince, hemen secdeye varıp; “Yâ Rabbî! Bütün kelâmların hakîkattir” dedi.

Bayram fazileti: Bayram günü aile, çoluk-çocuk ve yakın akrabana güzel ve güleryüzlülükle muâmele eyle! Ramazan ayında ayırmış olduğun zekâtını, bayram günlerinde fakirlere ver!

Âlimler ve sâlihler sohbetine sen de iştirâk eyle! ilim meclisine gitmenin fazilet ve derecesi çok büyüktür. Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Bir kimse din âlimlerinin ve sâlihlerin (ya’nî İslâmın beş şartını devam üzere yapanların) yanına gitse, her bir adımına Hak teâlâ, kabûl olmuş nafile bir hac sevâbı ihsân eder. Zira âlimleri ve sâlihleri Hak teâlâ sever. Allahü teâlânın evi olsaydı, bu kimse o evi ziyâret eyleseydi, ancak bu sevâbı kazanırdı.”

Peygamber efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki: “Yâ âlim, yâ müteallim (ya’nî talebe) veyahut bunları dinleyici ol! Bu üçünden olmayıp dördüncüsünden olursan, (ya’nî hiçbirinden olmazsan) helak olursun.”

Birbirine dargın olanları barıştırmaya çalış! Hazret-i Mûsâ aleyhisselâm Hak teâlâ ile mükâleme ederken, Allahü teâlâya sordu: “Yâ Rabbî! Birbiri ile dargın olan iki kişiyi barıştıran ve senin rızânı bulmak için zulm etmeyen kimseye ne ecr verirsin?” Hak teâlâ buyurdu ki: “Kıyâmet gününde onlara selâmet verir, korktuğu şeylerden emîn eder, umduğu şeylerle şereflendiririm.” Rivâyet edilir ki, Mûsâ aleyhisselâma cenâb-ı Hak sordu: “Yâ Mûsâ, sana peygamberlik vermeme sebeb olan şeyi biliyor musun?” Mûsâ aleyhisselâm hayır dedi. Yâ Rabbî! Sebebi ne idi? Hak teâlâ Buyurdu ki: “Sen birgün koyun bekliyordun. Bir koyun sürüden ayrılarak kaçtı. Sen onu sürüye katmak için arkasından yürüdün. Bir hayli yol gittin. Hem sen ve hem de koyun yoruldu. Nihâyet koyunu yakaladığın zaman, koyunu tutup şöylece hitâb eyledin: Yâ koyun, ne zorun vardı da, böylece hem kendini ve hem de beni zahmete soktun ve her ikimizi de yordun? Hâlbuki, o ânında son derece yorgun ve hiddetli idin. İşte, o hiddetli ve gazâblı zamanında hırsını yenip rıfk ile (ya’nî güzellikle) muâmele etdiğin için, sana Peygamberlik derecesini ihsân eyledim.”

Fakirlere merhametle, mülâyemetle muâmele eyle! Zenginlere ise zenginlikleri için tevâzu gösterme ve onlara, onun için hiç minnet eyleme! Din düşmanlarını, İslâmiyeti beğenmiyenleri, namaz kılmıyanları sevme ki, kıyâmet gününde selâmet ve saadet bulasın.

Bir çocuk gördüğün zaman, bunun günâhı yoktur, benim günâhım vardır. Binâenaleyh, bu çocuk benden daha faziletlidir. Bir yaşlı müslüman gördüğün zaman, bu benden daha fazla ibâdet eylemiştir, binâenaleyh benden daha faziletlidir. Bir İslâm âlimi görünce, ben câhilim, bu benden ziyâde âlimdir. Öyle ise, benden daha faziletlidir. Bir câhil görünce, bu bilmeden günah işler. Fakat ben bilerek işlerim, öyle ise, bu benden efdaldir. Bir kâfir görsen, olur ki, dünyâdan îmân ile gider. Benim îmânla gidip gitmeyeceğim ise belli değildir. Şu halde, benden daha faziletlidir diye düşünmelisin! Müslümanları hor ve hakir görmeyip, onlara karşı gurur ve kibir yapmazsan, Hak teala indinde yüksek derecelere vâsıl olursun.

Mü’min kardeşlerini sevindirmeye çalış! Zira peygamberimiz: “Bir kimse, bir mü’min kardeşini sevindirirse, Hak teâlâ o kimsenin kalbini kıyamet gününde ferahlandırır” buyurdu. Yine;. “Bir kimse, bir ma’sum çocuğu sevindirirse, Hak teâlâ o kimsenin şirkten başka geçmiş günahlarını affeder” ve “Her kim dünyada bir mü’min kardeşinin işini görürse, Hak teâlâ o kimsenin yetmiş işine kolaylık ihsân buyurur. O yetmiş işin on tânesi dünyada, altmış tanesi kıyâmet günündedir. Bir kimse, bir mü’min kardeşinin ayıbını kapatırsa, Allahü teâlâ o kimsenin bütün ayıplarını kıyamet günü kapatır” buyurdu.

Resûlullah (s.a.v.) buyurdu.ki: “İnsanın işlediği hayırlı amel daimi olmalı, daimi olarak işlenen amel, insanı maksadına ulaşdırır.”

Kabirde suâl meleklerine şöyle cevap vereceksin: “Rabbim Allahü Teâlâ, peygamberim hazret-i Muhammed aleyhisselatü vesselam, dinim, din-i İslam, kitâbım Kur’an-ı azîmüşşân, kıblem Ka’be-i şerif, i’tikadda mezhebim Ehl-i sünnet ve cemâat, amelde mezhebim İmam-ı a’zam Ebû Hanife mezhebidir. (Kıyamet günü insanların tabi oldukları mezheb imamının isimleri ile çağırılacakları, mesela “Hanefiler geliniz! Sünniler geliniz!” denileceği “Ruh-ül-beyan” tefsirinde İsrâ suresinin 71’nci ayetinde yazılıdır.)

Bunları şimdiden ezberle ve çocuklarına da öğret!

Helal lokma yemekle ve haramdan sakınmakla vücudunu temizle! Kalbinde müslümanlara düşmanlık beslememekle ve kimse için fenalık düşünmemekle kalbini, Ramazan-ı şerif ayında da oruç tutmakla ve nefsine muhalefet ve mukavemet etmekle ve yalan, gıybet, iftira ve mâlâya’ni söylememekle canını yıka.

Şunu da bilmelisin ki mâlâya’niyi terk etmekle ya’ni faidesiz söz konuşmamakla insanın imanı nurlanır.

Elin haram tutmamalı, kulak haram olan şeyi dinlememeli, ayak da haram olan yere gitmemeli, mi’de ise haram olan şeyi yimemeli, göz ise haram olan şeye bakmamalı, dil de haram söylememeli. Bunun gibi, insanda bulunan a’zaların haramla alakalarının kesilmesi lazımdır ki, fevz-ü-felah bulasın. Aksi takdirde kendini helâk etmiş olursun. Göz kazâra veya gafletle haram bir şey görürse günah olmaz. Fakat, tekrar bakmak günahtır. Tesadüfen görünce, başı başka tarafa çevirmek lazımdır.

Ana-babaya itaat faslı: Hak teâlâ hazretleri Musâ aleyhisselama buyurdu ki: “Yâ Musâ! Bir kimse, ana-babasına karşı gelirse, onun dilini kes ve herhangi bir azasıyla ana babasını gücendirirse, o azasını kes!” Ana babasını razı eden kimse için, Cennette iki kapı açılır. Ana-babası razı olmayan kimse için de, Cehennemde iki kapı açılır. Bir kimsenin ana-babası zalim dahi olsalar, onlara karşı gelmek, onlarla sert konuşmak caiz değildir.

Hak teâlâ buyurdu ki: “Yâ Musâ! Günahlar içinde bir günah vardır ki,benim indimde çok ağır ve büyüktür. O da, ana-baba evladını çağırdığı zaman, emrine muvafakat etmemesidir.” Ana-baba çağırdığı zaman herhangi bir işle uğraşırsan hemen onu terk edip, derhâl ana-babanın emrine koşacaksın! Anan baban sana kızıp bağırırsa onlara sen bir şey söyleme! Ananın babanın duasını almak istersen, sana emir ettikleri işleri çabuk ve güzel yapmağa çalış! Bu işini beğenmeyip sana gücenmelerinden ve bed-dua etmelerinden kork! Sana darılır iseler, onlara karşı sert söyleme! Hemen ellerini öperek gazaplarını teskin eyle! Ananın-babanın kalplerine geleni gözet! Zira senin seâdetin ve felâketin, onların kalblerinden doğan sözdedir. Anan-baban hasta ise, ihtiyar ise, onlara yardım et! Seadetini onlardan alacağın hayır duada bil! Eğer onları incitip, bed-dualarını alırsan, dünyâ ve ahiretin harâb olur. Atılan ok tekrar geri yaya gelmez. Onlar hayatta iken, kıymetini bil!

Allahü teâlanın rızası, dinine bağlı olan ana-babanın rızasında; Allahü teâlanın gazabı, dinine bağlı olan ana-babanın gazabındadır. Habib-i Kibriya (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde buyurdu ki: “Cennet, ana-babanın ayağı altındadır.”  Yani, sana dinini, imanını öğreten ananın-babanın rızasındadır. Hak teala hazretleri Mûsâ aleyhisselama dedi ki: “Ya Mûsâ! Ana-babasını razı eden, beni razı etmiş olur. Ana-babasını razı edip bana asi olan kimseyi dahi iyilerden sayarım. Ana-babasına asi olan, bana muti olsa bile, onu fenalar tarafına ilhak ederim.”

İmanı olanlardan Cehennemden en sonra çıkacak olanlar, Allahü teâlânın yolunda olan anasının, babasının İslâmiyete uygun olan emirlerine âsî olanlardır.

Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdu ki: “Ana-babaya iyilik etmek, nâfile namaz, oruç ve hac faziletlerinden daha faziletlidir. Ana-babasına hizmet edenlerin ömrü bereketli ve uzun olur. Ana-babasına karşı gelip, onlara âsî olanların ömürleri bereketsiz ve kısa olur. Anasına-babasına âsî olan mel’ûndur.”

Hasen-ı Basrî (r.a.) Kâ’be’yi ziyârete tavaf ederken bir zât gördü ki, arkasında bir zenbil ile tavaf eder. O zâta dedi ki: “Arkadaş, arkandaki yükü koyup öylece tavaf etsen daha iyi olmaz mı? O zât cevaben dedi ki: “Bu arkamdaki yük değil, babamdır. Bunu Şam’dan yedi kerre buraya getirip tavaf eyledim. Çünkü, bana dînimi imanımı, bu öğretti. Beni İslâm ahlâkı ile yetiştirdi” dedi. Hasen-i Basrî hazretleri ona dedi ki: “Kıyâmet gününe kadar böylece arkanda getirip tavâf eylesen, bir kerre kalbini kırmakla bu yaptığın hizmet havaya gider ve yine bir defa gönlünü yapsan, bu kadar hizmete mukabil olur.”

Ana-baba hakkında hikâye olunur ki, hazret-i Mûsâ aleyhisselâm, Tûr’i sinâ’da Hak teâlâ hazretleri ile mükâleme ederken; “Yâ Rabbî! Âhırette benim komşum kimdir?” diye sordu. Hak teâlâ buyurdu ki: “Yâ Mûsâ! Senin komşun, falan yerde, falan kasaptır.” Mûsâ aleyhisselâm kasabın yanına giderek; “Beni misâfir eder misin?” dedi. Yanında misâfir oldu. Yemek zamanı gelince, kasab bir parça et pişirdi. Duvardaki asılı zenbili aşağı alarak, orada bulunan ve sâdece kemiklerden ibâret bir kadına et verdi ve suyunu da verdi. Üstünü başını temizleyip, zenbile koydu. Mûsâ (a.s.) sordu: “Bu senin neyindir?” Kasap; “Annemdir, İhtiyar olup bu hâle girdi; işte her sabah, akşam kendisine böyle bakarım” dedi. Kasap, annesine yemek verirken, o za’îf ve âciz annesi oğluna duâ ederek; “Yâ Rabbî, oğlumu Cennette Mûsâ aleyhisselâma komşu eyle” dediğini, Mûsâ aleyhisselâm dahî işitmiş. Bunun üzerine kasaba, Mûsâ aleyhisselâm müjde ederek; “Seni Allahü teâlâ affederek, Mûsâ aleyhisselâma komşu etmiş” demiştir.

Gaflet ve şaşkınlığa kapılarak ana-babanın kalbini kırarsan, derhâl onların rızâsını almağa çalış, yalvar, minnet eyle ve her ne yaparsan yap, onların gönlünü al! Ana-babanın evlâd üzerinde hakları çok büyüktür. Bunu dâima göz önünde tutarak, ona göre hareket eyle!

Arkadaşlık ve dostluk: Din kardeşini ziyârete gideceğin zaman onun müsait bir zamanını öğren, kendisinden bir va’d, ya’nî bir söz al ve o zamanda ziyârete git! Geç kalma! Evine gireceğin zaman, kapı açık olsa bile, ondan izin iste ve izin verdikten sonra içeriye gir, içeri girince, sağa sola bakma. İçerde çalgı, içki, kumar varsa ve hele kadın erkek karışık oturuluyorsa, bir bahâne ile oradan ayrıl. Sâlih bir kimse yemek ikram ederse, yavaş ve âdabı veçhile ye! Fazla konuşma, dostunda fazla eğlenme, giderken, tevâzu ile, selâm ile ayrıl.

Tanıdığın bir müslüman, sana gelince, elinden geldiği kadar iyi ve tatlı karşıla, yemek ikram eyle! Kapıya çık, kendisini karşıla! Selâm verince, selâmını al ve kendisine güzelce iltifâtta bulunup; “Efendim safa geldiniz, hoş geldiniz” diyerek odanın baş tarafına oturmasını teklif eyle! Sen aşağı tarafta otur. Dinden, ibâdetten, haramların zararlarından ve Evliyânın hayatlarından anlat! Birşeyler öğret! Yemek yerken onu utandırmamak için, sen de çok ye! Giderken, onu uğurla ve selâm söyle ve duâ eyle!

Evine gelip geçici sâlih bir misâfir gelirse, onun hizmetini iyice yap! Hemen yemeğini ver, belki acıkmıştır. Yanında fazla da oturma. Belki yorgundur. Yatmadan önce, kıbleyi, helayı, seccadeyi ona göster. Abdest suyunu, abdest havlusunu ve diğer ihtiyâçlarını te’min eyle! Sabah olunca, sabah namazına kaldır. Ve cemâat hâlinde beraber kılınız! Erkence yemeğini hazırla, gideceği yol belki uzundur. Giderken kendisine bir din kitabı hediye eyle!

Şu sûreleri akşam sabah üçer kerre Besmele ile oku ve zevcine, çocuklarına da okut!

1) İhlâs, (Kulhüvallahü sûresi).

2) Mu’avvezeteyn (ya’nî Kul e’ûzü birabbinnâsi ile Kul e’ûzü birabbil felak).

3) Fâtiha-i şerîfe (ya’nî Elhamdülillahi sûresi).

Bu dört sûreyi akşam, sabah üçer kerre okuyan, malını, canını, çoluk, çocuğunu, bütün belâlardan muhafaza etmiş olur.

Bunlardan başka (Kulyâ eyyühel kâfirûn) sûresini akşam, sabah okuyan kimse, kendisini şirkden korumuş olur.

Akşam, sabah bu duâyı okuyan kimse, sihir ve zâlimlerin şerrinden emîn olur. Duâ şudur: “Bismillâhirrahmânirrahîm, bismillâhillezi lâ yedurru ma’asmihî şey’ün fil erdi velâ fissemâi ve hüvessemîul’alîm.”

Evinden çıkarken (Âyet-el-kürsî)’yi oku! Zîrâ her işinde muvaffak olur ve hayırlı işler başarırsın. Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Bir kimse, evinden çıkarken Âyet-el-kürsî’yi okursa, Hak teâlâ, yetmiş meleğe emreder, o kimse evine gelinceye kadar, ona duâ ile istiğfar ederler.” Evine gelince de okursan, iki Âyet-el-kürsî arasındaki işlerin hayırlı olur ve fakirliğin önlenir, önce sağ ayakkabını giy! Sonra sol ayak ile evden, câmiden çık!

Yatağa yatarken ve sabahleyin yataktan kalkınca ve her namazda, duâdan ve salevâttan sonra, istigfârların en büyüğü olan şu duâyı okumağı da ihmâl etme ki, günahlar affolur. “Estağfirullahel azîm el kerîm ellezî lâ ilahe illâ hüvel hayyel kayyûme ve etûbü ileyh.”

(Dört mezhebin fıkıh bilgilerinin inceliklerine vâkıf, derin âlim, Seyyid Abdülhakîm Efendi (r.a.) buyurdu ki: “Yatağına E’ûzü ve Besmele okuyarak gir. Sağ yan üzerine kıbleye karşı yat. Sağ avucunu sağ yanağın altına döşe, E’ûzü Besmele ile bir Âyet-el-kürsî oku, sonra herbiri için Besmele okuyarak, üç İhlâs, sonra bir Fâtiha, sonra birer defa iki Kul e’ûzüyü oku. Sonra üç defa “Estağfirullahel’azîm ellezi lâ ilahe illâ hu” oku. Üçüncüsüne “el-hayyel-kayyûme ve etûbü ileyh” ilâve et. Sonra on kerre “La havle velâ kuvvete illâ billâh” oku. Onuncusuna “hil aliyyil azîm ellezi lâ ilahe illâ hu” ilâve et! Sonra, istediğin tarafa dönerek, istediğin şekilde uyu!)

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh. 1068

2) Miftâh-ül-Cennet