RÜSTEM HALÎFE BURSEVÎ

Osmanlı Devleti zamanında Bursa’da yaşayan evliyâdan. Aslen Bolu vilâyetinin Göynük kazasından olup, orada dünyâya geldi. Doğum târihi belli değildir. Sonra Bursa’ya yerleşti. Önceleri ticâretle meşgûl olurdu. Sonra Kastamonulu Şeyh Hacı Halîfe’ye talebe olarak tasavvuf yoluna intisâb etti. Ölmeyecek kadar yer içer, az şey ile kanâat edip yaşardı. Dâima riyâzet hâlinde idi. Devamlı Kur’ân-ı kerîm okumakla 977 (m. 1511) senesinde Bursa’da vefât etti. Kabri, Hisar içinde, Orta Pazar’da Nakkaş Ali Mescidi civarında, Osman Çelebi’nin kabri yanında bulunmaktadır.

“Nefehât-ül-üns” kitabının mütercimi Lâmi’î Çelebi, bu zâtı şöyle anlatır: “Aslen Anadolu vilâyetinin Göynük kasabasındandır. Birgün bana latife ederek, kendisi hakkında: “Biz Göynüklü kullardanız” dedi. Kerâmet ehli bir zât olup, kendisini gizleyenlerden, müttekîlerden (haramlardan sakınanlardan), çok ibâdet edenler ve cömertlerden idi. Fakir ve zengin herkese ikram ve ihsân ederdi. Her kim kendisine bir hediye getirse, o daha fazlasını hediye ederek mukâbelede bulunurdu. Az yiyip içerdi. Zamanının çoğunu, talebelere ilim öğretmekle ve ibâdetle geçirirdi. Başlangıçta, Zeyniyye tarikatından Şeyh Hacı Halîfe’nin hizmetinde bulunup, ondan çok istifâde etti. Dünyâdan elini eteğini çekip, hocasının yoluna tam uydu. Fakat hâlinden uveysî meşrebli olduğu anlaşılıyordu. Yüksek evliyânın rûhlarından feyz alarak, çok ma’rifetlere kavuşmuştu.

Bir ara gözümde bir ağrı peyda olmuş ve bu hâl uzun müddet devam etmişti. Birgün bana dedi ki: “Gençliğimde ben de gözlerimden çok çektim. Ne ilâç kullandım ise, hiçbiri fayda vermedi, işin sonunda, birgün yolda giderken, bir gençle karşılaştım. Bana; “Gözlerinin iyi olmasını dilersen, sünnet-i müekkede olan namazların son iki rek’atında Mu’avvezeteyn (Felak ve Nâs) sûrelerini oku. Cenâb-ı Hakkın izniyle şifâ bulursun inşâallah!” dedi. Ben de, onun tavsiyesine uyup dediklerini yaptım. Gözümün ağrısı geçti. Siz de böyle yapın!” deyince, ben de biraz haddi aşarak: “O genç kim idi?” diye sordum. Rüstem Halîfe de: “Şânı yüce bir kişidir” diye cevap verdi. Anladım ki, Hızır aleyhisselâm imiş. Ta’rîf edilen şeyi ben de yaptım. Az zaman sonra, Allahü teâlânın izniyle, gözlerimin tam sıhhate kavuşması nasîb oldu.

O, gayet edebli bir kimse idi. Hâlini her zaman gizlerdi. Ancak gerektiği zamanlarda konuşurdu. Çocuklara Kur’ân-ı kerîm öğretmekle hâlini gizlemeye çalışırdı.

917 (m. 1511) senesinde Bursa hisarı içinde vefât etti. Bana “Evlâd!” diye seslenirdi. Bu sebeple şöyle vasıyyet etti: “Evlâd! Beni müslümanların omuzlarına yük etme. Yakınca bir yere defnedesin!” Bunun içindir ki, onu, Hisar içinde ceddimize mensûp bulunan Nakkaş Ali’nin yaptırmış olduğu Mescid bahçesinde, babam merhum Osman Çelebi’nin yanında toprağa verdim. Allahü teâlâ şefaatine nail eylesin!”

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Nefehât-ül-üns sh. 562

2) Şakâyık-ı Nu’mâniyye zeyli (Mecdî Efendi) sh. 355

3) Güldeste-i Niyâzî sh. 227

4) Tâc-üt-tevârih cild-2, sh. 581

5) Câmi’u kerâmât-il-evliyâ cild-2, sh. 11

6) Sicilli Osmânî cild-2, sh. 377