MUZAFFERUDDÎN ALİ ŞÎRÂZÎ

Şîrâz’da yetişen Şafiî mezhebi âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden. İsmi Ali bin Muhammed, lakabı Muzafferuddîn ve nisbeti Şîrâzî’dir. Doğum târihi bilinmemektedir. 922 (m. 1516) senesinde vefât etti. Vefâtının, 918 (m. 1512) senesinde olduğu da rivâyet edilmiştir.

O zamanın meşhûr âlimlerinden olan Sadruddîn-i Şîrâzî ve Celâlüddîn-i Devânî hazretlerinden ilim öğrenerek yetişen Muzafferuddîn Ali, aynı zamanda Celâlüddîn-i Devânî’nin yakın akrabâlarından idi. İlim tahsilini tamamladığında, emsal ve akranı arasında üstün bir dereceye kavuşmuş idi. İftihar edilecek, övülecek faziletlerin, güzel huyların kendinde toplandığı, çok kıymetli ve pek yüksek bir zât idi.

Şîrâz’da, o zamanki fazilet sahibi âlimlerin yetiştiği medresede Celâlüddîn-i Devânî hazretleri müderris idi. Hastalığı esnasında yerine Muzafferuddîn’i vekîl olarak bıraktı.

Hocaları Sadruddîn ve Celâlüddîn hazretlerinin vefâtlarından sonra meydana gelen çeşitli hâdiseler sebebiyle, Muzafferuddîn Ali, memleketi olan Şîrâz’dan ayrılıp, Anadolu’ya geldi. O sırada kadıasker olan Müeyyed-zâde ile görüştü. Daha önce Celâlüddîn-i Devânî’den beraber ders aldıkları için tanışıyorlardı. Müeyyed-zâde onu çok sevdiğinden, hürmet ve ikram ile karşıladı. Onun hâlini Sultan İkinci Bâyezîd Hân’a anlattı. Sultan da, Mustafa Paşa Medresesi’nde daha sonra da Sahn-ı semân medreselerinden birinde ona vazîfe verdi. Bu medreselerde uzun seneler çalıştı. Yüzlerce kıymetli talebe yetiştirdikten sonra, yaşlanıp vazîfeye devam edebilecek takati kalmayınca, Yavuz Sultan Selim Hân tarafından emekliye sevkedildi. 922 (m. 1516) senesinde vefât edinceye kadar Bursa’da ikâmet etti.

Muzafferuddîn Ali Şîrâzî hazretleri, naklî ilimlerde, çeşitli aklî ve tecrübî ilimlerde mahir, ihtisas sahibi olup, ilimde derya misâli idi. Şafiî mezhebi âlimlerinden idi. Matematik ve Astronomi ilimlerinde de söz sahibi idi. Mantık ilmine olan aşinalığı pek fazla olup, hocası Celâlüddîn-i Devânî; “Mantık ilmi insan olsaydı, Molla Muzafferuddîn’in şeklinde olurdu” demiştir.

İ’tikâdı, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine tam uygundu. Hayâtı boyunca hiçbir kimsenin gizli hâllerini araştırıp soruşturmak ve bu hâli kendine vazîfe edinmek gibi bir şey ile kat’iyyen meşgûl olmadı. Hep kendi hâli ile meşgûl olur, zâten düzgün olan hâlini daha da düzeltmek, kâmil bir zât olmak için gayret ederdi. Gayet yumuşak huylu, halîm, selîm bir zât idi. Herkese karşı, güleryüz ve yumuşaklık ile muâmele ederdi. Hâli, yaşayışı dosdoğru olup, dînimizin emirlerine tam uygun idi. İki cihanın efendisi olan Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm, fakirliği zenginliğe tercih etmiş olduğundan, Muzafferuddîn hazretleri de, bütün hayâtı boyunca kendisine yetecek az birşeye râzı olup, kanâat ederdi. Eline geçenin fazlasını fakirlere ve ihtiyâç sahiplerine dağıtırdı.

Muzafferuddîn hazretleri, şiir söylemekte de mahir ve becerikli olup, ilmî ve derin ma’nâlı çok güzel şiirleri vardır. Tecrîd’e ve şerh-i Metâli’ye haşiyeler yazdı. Ayrıca Kitâb-ı Oklides’in anlaşılmıyan yerlerini açıklıyarak ona da bir haşiye yazmıştır.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Sicilli Osmanî cild-4, sh. 495

2) Şakâyık-ı Nu’mâniyye tercümesi (Mecdî Efendi) sh. 340

3) Kâmûs-ül-a’lâm cild-6, sh. 4316

4) Şezerât-üz-zeheb cild-8, sh. 89