Fâtih Sultan Mehmed, İkinci Bâyezîd ve Yavuz Sultan Selîm zamanında yaşamış, tefsîr, kelâm ve fıkıh âlimlerinin büyüklerinden. İsmi, Abdürrahmân bin Ali’dir. Aslen Amasyalıdır. Ebû İshak Kâzrûnî neslindendir. Babası, Divrikli-zâde Şemseddîn Müeyyed Çelebi’nin oğlu Alâeddîn Ali Çelebi’dir. Bu aile, daha sonra Müeyyed-zâde lakabiyle tanındı. Abdürrahmân Çelebi’nin babası Alâeddîn Ali Çelebi, Amasya’da Yakut Paşa zaviyesinde vazîfe yapıyordu. Müeyyed-zâde Abdürrahmân Çelebi, İstanbul’un fethinden üç sene sonra, 860 (m. 1456) senesi Safer ayında dünyâya geldi. 922 (m. 1516) senesinde Şa’bân ayının onbeşinde, Perşembe günü Berât gecesinde vefât etti. Kabri İstanbul’da Eyyûb Sultan hazretlerinin türbesinin başucu tarafındadır.
Müeyyed-zâde Abdürrahmân Çelebi daha çocuk iken, Şehzâde Bâyezîd Amasya’ya sancakbeyi ta’yin edildi. Babası Alâeddîn Ali Çelebi, Şehzâde Bâyezîd’in nişancısı oldu. Babasının Şehzâde Bâyezîd ile alâkası sebebiyle, Bâyezîd’in yakın çevresine girdi. Babasından ve o zamanki Amasya âlimlerinden ilim tahsil etti. Şehzâde Bâyezîd’in sohbet arkadaşı oldu.
Ba’zı kimseler, Şehzâde’nin çevresindekiler; “Müeyyed-zâde Abdürrahmân Efendi, Şehzâde’yi zevk ü safâya ve eğlenceye alıştırıyor” diye Fâtih Sultan Mehmed’e şikâyet ettiler. Bunun üzerine, İstanbul’dan Amasya’ya bir teftiş heyeti gönderildi. Heyet başkanı, vezirlerden Hamza Beyzâde Mustafa Paşa idi. Araştırma esnasında, pekçok dedikodular ortaya çıktı. 881 (m. 1476) senesinde, (Bu târih ba’zı kaynaklarda 883 veya 884 (m. 1479) senesi olarak da bildirilmektedir.) Fâtih Sultan Mehmed Hân tarafından; Mahmûd Paşa, Tâcî Bey ve Müeyyed-zâde Abdürrahmân Efendi’nin idamı hakkında bir ferman çıkarıldı. Ferman Amasya’ya gelmeden durumu haber alan Tâcî Bey, Bağdad’a kaçtı. Şehzâde Bâyezîd, Abdürrahmân Efendi’yi çok severdi. Hem babasının emrine karşı gelmemek, hem de Abdürrahmân Efendi’yi kurtarmak için, ferman gelmeden onu kaçırmaya karar verdi. Şehzâde Bâyezîd, Müeyyed-zâde Abdürrahmân Efendi’ye 10.000 akçe para, birkaç tane at ve birkaç takım elbise verdi. Ferman kendine ulaşmadan onun Amasya’dan kaçmasını sağladı.
O zaman Abdürrahmân Efendi yirmi yaşının üzerinde idi. Osmanlı sınırlarından çıkıp, Memlüklü Devleti sınırları içinde olan Haleb şehrine geldi. Burada Zemahşerî’nin nahiv ilmindeki “Mufassal” adlı eserini Halebli âlimlerden okudu. Diğer dînî ilimleri de öğrenmek için, kendisine ders verecek âlim aradı. Fakat istediği gibi bir âlim bulamadı, İran’dan gelen tüccârların tavsiyesi üzerine, Celâleddîn Devânî’ye talebe olmak istedi. İranlı tüccârlarla Şîrâz’da bulunan Celâleddîn Devânî’nin yanına gitti. Celâleddîn Devânî, Müeyyed-zâde’ye; “Anadolu’dan bize hediye olarak ne getirdin?” diye sordu. Müeyyed-zâde; “Osmanlı âlimlerinden Hocazâde adındaki zâtın “Tehâfüt” isimli eserini size armağan olarak getirdim” diye cevap verip, kitabı takdim etti. Celâleddîn Devânî kitabı baştan sona kadar inceledi, çok beğendi. “Ben de bu konuda bir kitap yazmak istiyordum. Lâkin bu kitabı görmeden yazmış olsaydım çok hatâ yapardım. Allahü teâlâ bu kitabın yazarından ve buraya getirenden râzı olsun” diye duâ eyledi. Hocazâde, bu kitabında felsefecilerin bozuk ve yanlış fikirlerine cevap veriyordu.
Müeyyed-zâde Abdürrahmân Efendi, yedi sene müddetle o zamanın aklî ilimlerini, Arab dili ve edebiyatına dâir ilimleri öğrendi. Aynı zamanda; hadîs, tefsîr ve diğer dînî ilimleri de tahsil etti. Uzun müddet gayretle çalışması sonunda, her türlü ilimlerde derin âlim oldu. Celâleddîn Devânî, Müeyyed-zâde’nin ilminin çokluğuna, şehâdet edip, icâzetname verdi. Müeyyed-zâde’ye çok medhiyelerde bulundu. Müeyyed-zâde Abdürrahmân Efendi, ayrıca Muhammed Şîrâzî’den de ilim tahsil etti.
Fâtih Sultan Mehmed Hân vefât edince, yerine oğlu Sultan İkinci Bâyezîd Hân tahta geçti. Bu haber İran’da duyulunca, Müeyyed-zâde hemen Anadolu’ya hareket etti. 888 (m. 1483) senesi Ramazan ayında, memleketi Amasya’ya geldi. Babası üç ay önce vefât etmişti. Burada kırk gün kaldıktan sonra İstanbul’a gitti. Âlimlerle ilmî konuşmalar yaptılar. Âlimlerin hepsi de, ilim ve faziletteki yüksek derecesine hayran oldular. Zamanın âlimlerinden olan Hatîb-zâde, Müeyyed-zâde hakkında Sultan İkinci Bâyezîd Hân’a haber gönderdi. Onun fazilet ve derin bilgi sahibi bir âlim olduğunu bildirdi. Yine o zamanın vezirleri de, Müeyyed-zâde Abdürrahmân Efendi’nin gerçekten büyük âlim olduğuna şehâdet ettiler. O sene İstanbul’daki Kalenderhâne Medresesi’ne müderris ta’yin edildi. Daha sonra 891 (m. 1486) senesi Rebî’ul-evvel ayının onyedisinde, Kestelli Muslihuddîn Efendi’nin kızıyla evlendi. O gün Semâniye medreselerinden birine ta’yin edildi. Burada sekiz sene talebe yetiştirdi. 899 (m. 1493) senesinde, müderrislikten Edirne kadılığına getirildi. 907 (m. 1501) senesinin Rebî’ul-evvel ayında, Anadolu kadıaskeri oldu. 911 (m. 1505) senesinde vefât eden Hacı Hasen-zâde yerine Rumeli kadıaskerliğine terfi ettirildi.
Müeyyed-zâde Abdürrahmân Efendi, altı sene kadar bu vazîfeyi güzel bir şekilde yürüttü, ilmî ve hukukî mes’elelere vukûfıyeti sebe biyle, şeyhululemâ olarak kabûl ediliyordu. 917 (m. 1511) senesinde Yeniçeriler, Şehzâde Ahmed taraftan devlet adamları aleyhine ayaklandılar. Bu kargaşalıkta, Müeyyed-zâde Abdürrahmân Efendi’nin de konağı yağmalandı. Bu hâdise üzerine Rumeli kadıaskerliğinden alınarak, emekliye sevkedildi.
Bu hâdiselerden kısa bir zaman sonra, Yavuz Sultan Selim Hân 918 (m. 1512) senesinde pâdişâh oldu. Yavuz Selim Hân, vezirlerinden Müeyyed-zâde’nin durumunu sorup öğrendi. Önceki emekli maaşına, Karaferye kadılığı maaşını da ilâve etti. 919 (m. 1513-14) senesinde, tekrar Rumeli kadıaskerliğine getirildi. Yavuz Sultan Selim Hân ile beraber Çaldıran savaşına katıldı. Şah İsmâil yenilip, Doğu Anadolu Bölgesindeki karışıklık sona erdi. Çaldıran zaferinden dönerken Çoban Köprüsü denilen yerde, 920 (m 1514) senesinde vazîfesinden alındı ve tekrar emekli oldu.
Müeyyed-zâde Abdürrahmân Efendi, aklî ve naklî ilimlerde çok derin âlim idi. İlme ve kitaplara çok düşkün idi. Kütüphânesinde yedibin cild kitabı vardı. Arab dili ve edebiyatını çok iyi bilirdi. Arabca, Farsça ve Türkçe lisanlarında ince ma’nâlı şiirler yazardı. Üç dilde de ustalıkla şiir yazabilmesi, bu dilleri çok iyi bildiğini göstermektedir. Şiirlerinde Hâtimi mahlasını kullanırdı. Aynı zamanda, hüsn-i hat san’atında da çok usta idi. Amasya’da iken meşhûr hattât Şeyh Hamdullah Efendi’den hat dersleri almıştı. Müstakim-zâde, “Tuhfe-i hattâtîn” adlı eserinde, Takî Temimî’nin, Müeyyed-zâde’nin yazısının güzelliğini methettiğini bildirmektedir:
Edebiyat ile de ilgilenen Müeyyed-zâde, bununla uğraşanlara ve kabiliyetli gençlere maddî ve ma’nevî yardımlarda bulunur, onları teşvik ederdi. Kalemi kuvvetli ve ifâdeleri çok düzgündü. Bilhassa kadıaskerliği zamanında ilim ehli olan zâtları gözetip kollardı, İslâm âlimlerinin en büyüklerinden olan İbn-i Kemâl ve Ebüssü’ûd gibi âlimler bunun talebelerindendir.
Yazdığı kıymetli eserler şunlardır: 1- Kadr sûresinin tefsîri, 2- Risale fî eşhüri ma’lûmât, 3- Şerh-i Miftâh haşiyesi, 4- Risale fî tahkîki cüz’ü lâ yetecezzâ, 5- Şerh-i Mevâkıf haşiyesi, 6-Fetâvâ, 7- Risale fî kürret-il-müdahrece, 8- Kelâm ilmine dâir bir risale: Bu eserinde kelâm ilminin zor anlaşılan mes’elelerini anlatmıştır.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-5, sh. 155
2) Şezerât-üz-zeheb cild-8, sh. 109, 110
3) Şakâyık-ı Nu’mâniyye tercümesi (Mecdî Efendi) sh. 157, 308, 309
4) El-Kevâkib-üs-sâire cild-1, sh. 232
5) Sicilli Osmanî cild-3, sh. 310
6) Osmanlı Müellifleri cild-1, sh. 355
7) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 544
8) Amasya Târihi cild-3, sh. 230, 231
9) Tuhfe-i hattâtîn sh. 249