Evliyânın büyüklerinden. Doğum târihi ve hayâtı hakkında bilgi yoktur. 922 (m. 1516) senesi Rebî’ul-evvel ayında, namaz kılarken vefât etti. Vefât ettiği zaman yüz küsûr yaşında idi. Cenâze namazı Bâb-ı Bahr’deki Maksim Câmii’nde kılındı. Cenâze namazında Sultan Tomanbay da bulundu. Cenâze namazını kılmak için çok kalabalık bir halk toplandı.
Muhammed bin Anân küçük yaşta ibâdet etmeye başladı ve Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. Tasavvuf yolunu Ebü’l-Abbâs Gamrî’den öğrendi. Geceleri çok ibâdet ederdi. Boş yere hiç konuşmazdı. İkindi vaktinde, gece ibâdeti için hazırlığa başlardı. Kuşluk vaktine kadar hiç konuşmazdı. Çok kerâmetleri görüldü. Kerâmetlerinden ba’zılarını, talebesi Abdülvehhâb-ı Şa’rânî, Tabakât-ül-kübrâ adlı eserinde anlattı.
Birgün Muhammed bin Anân’a çok sayıda misâfir geldi. Muhammed bin Anân, misâfirleri geldiği sırada ekmek hamuru yoğuruyordu. Hamuru yoğurup pişirdikten sonra, annesine; “Şu örtüyü alıp yemek kabının ve ekmeklerin üzerine örtünüz” dedi. Annesi onun dediği gibi yaptı. Sonra örtüyü açmadan, örtünün altından durmadan ekmek çıkardı. Hemen hemen evinin yarısı ekmekle doldu. Yemeği de öyle yaptı. Sonra Muhammed bin Anân annesine; “Artık örtüyü açabilirsin” dedi. Annesi örtüyü açtığı zamaa, kabda ne yemek, ne de ekmek vardı. Annesi bu duruma hayret etti. Bunun üzerine Muhammed bin Anân; “Bu yapılan çok görülmesin. Nefsim yed-i kudretinde olan Allahü teâlâya yemîn ederim ki, eğer isteseydim, bu şehrin her yanına, az olan hamurdan, Allahü teâlânın izni ile ekmek doldururdum” buyurdu.
İskenderiyye Câmii’nin yakınlarında kötürüm biri vardı. Acâib bir hâl sahibi idi. Birinden kuşkulandığı zaman, hemen bir bite; “Şimdi git. Şu şahsın elbisesinden içeri gir. Yavruluyarak onun üzerini doldur” derdi. O bitin gidip sardığı şahıs, çok perişan bir hâle düşerdi. Bu durumu Muhammed bin Anân’a anlattılar. O da; “Onu bana getirin” buyurdu. Getirdikleri zaman ona; “Senin, bu yolda bildiğin birşey yok. Ancak bir bit bellemişsin o kadar” dedi ve adamı kolundan tuttuğu gibi havaya fırlattı. O adam, halkın gözünden kayboluncaya kadar göğe yükseldi. Bu olaydan sonra, o şahısdan bir daha haber alınamadı. Muhammed bin Anân hazretlerinin, onu nereye fırlattığı bilinemedi.
Dâmâdı Şeyh Şemsüddîn Tuneyhî şöyle anlattı: “Beldemizde bir şahıs vardı. Çok yemek yeme hastalığına mübtelâ olmuştu. Bu şahıs, birgün Muhammed bin Anân’ın dergâhında misâfir oldu. Orada yemek yedi. Dimyat’a gitmek için binek istedi. Hizmetçisi, Muhammed bin Anân’a; “Bu şahıs, burada kaldığı bir gecede, büyük bir balık ve bir sepet dolusu hurma yedi. Yine de doymadı” dedi. Bunun üzerine Muhammed bin Anân onu yanına çağırttı. Eline aldığı bir dilim ekmeği ikiye böldü ve bir parçasını o şahsa vererek; “Besmele çek ve bu yarım dilim ekmeği ye” buyurdu. O şahıs o ekmeği yiyince doydu. O andan i’tibâren, bir daha fazla yemek yemedi. Muhammed bin Anân’ın ona verdiği ekmek ile her zaman doyardı.”
Gamri Câmii İmâmı Emînüddîn şöyle anlattı: “Berhemtuş kabristanında bulunan bir ölü, geceleri kabrinde bağırıp duruyordu. Onun hâlinden bezen halk, durumu Muhammed bin Anân hazretlerine anlattılar. Bunun üzerine o da, o gece kabrin başına gitti. Baş ucunda Mülk sûresini okudu. Sonra o şahsı bağışlaması için Allahü teâlâya duâ etti. O geceden i’tibâren o şahsın bağırması kesildi.”
Abdülvehhâb-ı Şa’rânî şöyle anlattı: “Bir gece ayaklarımı uzatıp yatmak istedim. Ayaklarımı uzatmak istediğim her yönde, Allahü teâlânın bir velî kulunun kabri bulunuyordu. Bu yüzden oturarak uyumaya başladım. Uyurken Muhammed bin Anân yanıma gelerek, ayaklarımı eliyle tutup kendi türbesine doğru uzattı ve; “Benim türbeme doğru ayaklarını uzatabilirsin” buyurdu. Uyandığım zaman, ayaklarımın onun türbesine doğru uzatılmış olduğunu gördüm.”
Birgün Şeyh Ahmed Necdî, elinde bir Kur’ân-ı kerîm olduğu hâlde Muhammed bin Anân’ın huzûruna geldi. Kur’ân-ı kerîmi göstererek; “Bu kelâmın sahibi hakkı için bana zikir telkini yap” dedi. Muhammed bin Anân o anda bayıldı. Ayıldığı zaman ona zikir telkini yaptı ve; “Oğlum, bizim yolumuz böyle şeyler değildir. Bizim yolumuzun aslı, Allahü teâlânın Kitâbı’na ve O’nun Resûlünün (s.a.v.) sünnetine tam ma’nâsıyla tâbi olmaktır” buyurdu.
Şerîf isminde bir zâttan, Sultan Gavri birşeyler istedi. İstediklerini vermezse, onu hapse attıracağını bildirdi. Bunun üzerine Şerîf, Muhammed bin Anân hazretlerinin huzûruna geldi ve durumu anlattı. Buralardan kaçmak istediğini bildirdi. Muhammed bin Anân odasına girdi. Orada bulunanlar, onun çıkmasını beklemeye başladı. Muhammed bin Anân’ın odasından çıkması uzayınca, Şerîf orada bulunanlara; “Şeyhin odadan çıkmasını çabuklaştırsanız iyi olur. Zor durumda kaldığımı siz de biliyorsunuz” dedi. Onun bu isteği üzerine, Abdülvehhâb-ı Şa’rânî odanın kapısını açtı. Fakat odada kimse yoktu. Orada bulunan herkes, Muhammed bin Anân’ın odaya girdiğini görmüşlerdi. Bir saat kadar daha beklediler. Sonra gözleri kançanağı gibi kıpkırmızı bir hâlde, Muhammed bin Anân odadan dışarı çıktı. Hemen Şerîfe; “Ey Şerîf! Hemen bineğine bin ve yola çık. Sana kimse yetişemez” buyurdu. Bu emir üzerine Şerîf, derhâl yola çıktı. Sultan Gavri, onun şehirden ayrıldığını iki gün sonra öğrenebildi. Derhâl peşinden adamlar gönderdi. Fakat Şerîfe ne yetişebildiler, ne de izini bulabildiler.
Muhammed bin Anân buyurdu ki: “Vücûdun rahat edip gece ibâdet yapmaya kalkabilmesi için istirahat şarttır. Çünkü bedenin derin uykuya dalmasına sebep şiddetli yorgunluktur.”
“Allahü teâlânın sevgili bir kulu vacibi bırakmadığı gibi, sünnetleri de bırakmamağa dikkat etmedikçe; büyük günahlardan nedamet duyduğu kadar, küçük günahlardan da nedamet duymadıkça, edeb makamına yükselemez.”
“Bir evliyânın, bu âlemde kalbinden başka sermâyesi yoktur. O kalbe, dünyalık işlere dâir birşeyler doldurmak ona yakışmaz. Kalb, sâdece Allahü teâlânın sevgisi ile dolu olmalıdır.”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Câmi’u kerâmât-il-evliyâ cild-1, sh. 174
2) Tabakât-ül-kübrâ cild-2, sh. 117