Hanefî mezhebi fıkıh âlimlerinden. İsmi, Muhammed bin Abdülkâdir olup, daha çok Ma’lül Emîr diye tanındı ve şöhret buldu. Osmanlı şeyhülislâmlarından Ma’lül-zâde Muhammed Efendi’nin babasıdır. Doğum yeri ve târihi bilinmemektedir. 963 (m. 1556) senesinde vefât etti. Vefâtına; “Gitti Pîr-i nûrânî” mısra’ı târih düşürüldü. Osmanlılar devri âlimlerindendir.
Muhammed bin Abdülkâdir, zamanındaki yüksek âlimlerden ilim tahsîl etti. İlk tahsiline Fenârî Muhyiddîn Çelebi’den okuyarak başladı. Temel ilimleri ondan okuyup öğrendikten sonra; Kemâl Paşa-zâde’den, Nûreddîn Efendi’den, Kara Dâvûd Efendi’den okudu. Daha sonra Kanunî Sultan Süleymân Hân’ın hocası olan büyük âlim Hayreddîn Efendi’den okudu ve ondan icâzet aldı.
Bundan sonra, Bursa’da Kâsımpaşa, İstanbul’da Efdal-zâde ve Mahmûd Paşa ve yine Bursa’da Sultan medreselerine müderris oldu. Bu medreselerde müderrislik yaptığı zamanlarda, şöhreti her tarafa yayıldı. Herkes tarafından sevilir, sayılır oldu. Çok yüksek talebeler yetiştirdi. Âlimler arasında da sevilir, sayılırdı. Çok kimseler onun ilminden istifâde ederek ilimde yüksek derecelere kavuştular. Onun talebeleri, diğer zâtların talebeleri arasında, ilim ve fazilet bakımından çok yüksek idi. Medresede müderris iken Mısır’a kadı ta’yin edildi. Kısa zaman sonra İstanbula getirilip, Sahn-ı semân medreselerinden birine tekrar müderris olarak ta’yin edildi. Burada bir miktar vazîfe yaptıktan sonra, tekrar Mısır kadılığına ta’yin edildi. Mısır’a varmadan geri çağrılıp, Mîrim Kösesi’nin yerine Anadolu kadıaskeri olarak vazîfelendirildi. Bu vazîfeyi de gayet güzel olarak adâletle ifâ etti. Bu vazîfede bulunurken rahatsızlandı ve hastalığı vazîfeyi yapamıyacak kadar ağırlaştı. Emekliliğini istiyerek, kendi arzusuyla vazîfeden ayrıldı. Ayaklarında ve bacaklarında çok şiddetli ağrı vardı. Rahatsızlığı gün geçtikçe arttı ve vücûdu iyice zayıfladı. Güç ve kuvveti kalmadı. Bu hastalığından, 963 (m. 1556) senesinde vefât etti. Kendi Dâr-ı Kurrâ’sının (talebe okuttuğu dergâhın) bahçesinde defn olundu.
Muhammed bin Abdülkâdir, ömrünü ilim öğrenmek ve ilim öğretmek ile geçirdi. Adâletten hiç ayrılmadı. Anlayış kabiliyeti çok yüksek idi. Mes’eleleri çabuk kavrar ve çabuk hallederdi. İdâreciliği çok kuvvetli ili. Çok güzel konuşurdu. Sohbetinde bulunanlar saatlerce dinleseler sıkılmızlar, dinlemekten usanmazlardı. Çok azîmli idi. Başladığı bir işi bitirmek için çalışır, çalışmaktan yılmazdı. Din ilimlerinde ve fen ilimlerinde söz sahibi idi. Açıkta ve gizlide edebi gözetir, temkinli hareket ederdi. Mütevâzî idi, fakat vakûrdu. Güzel huylarından birisi de, çok cömert olması idi. Ziyâfetler tertîb ederek, müslümanlara yemek yedirir, devamlı olarak ihtiyâç sahiplerinin yardımına koşardı. İyilik, izzet ve ikrâmları pekçok idi. Mal ve serveti fazla idi. Fakat kazancının çoğunu, Allah rızâsı için fakir fukaraya dağıtırdı. Baştan ayağa kadar edeb sahibi olduğundan, başkalarına edeb ve terbiye öğretmekte de çok başarılı olurdu. Anadolu’da (veya Mısır’da) Kumlu beldesinde bir mekteb ve İstanbul’da Edirnekapı semtinde, Zincirlikuyu yolunda bir medrese yaptırıp vakfeyledi.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Şezerât-üz-zeheb cild-8, sh. 339
2) Sicilli Osmanî cild-4, sh. 114
3) Şakâyık-ı Nu’mâniyye tercümesi (Mecdî Efendi) sh. 484