Hadîs âlimi. İsmi, Muhammed Emîn bin Hac Muhammed-i Ferâhî Hirevî olup, lakabı Mu’înüddîn’dir. Doğum târihi belli değildir. 954 (m. 1547) senesinde vefât etti.
Molla Miskin, İran’ın tanınmış hadîs âlimlerindendir. Otuzbir sene hadîs ilmi tahsil etti ve bu zaman zarfında her Cum’a Hirat’daki Ulu Câmi’de va’z verdi. Bir sene Hirat’ta kadılık yaptı. Daha sonra kendi isteği ile bu vazîfeden ayrıldı. 866 (m. 1461) senesinde arkadaşlarından birinin ricası üzerine, Peygamber efendimizin (s.a.v.) hayatı hakkında küçük bir eser kaleme aldı. Bu küçük kitap zamanla genişleyip, şarkta fevkalâde rağbet gören bir hâl tercümesi “Meâric-ün-nübüvve fî medâric-il-fütüvve” hâline geldi ve 891 (m. 1486) senesinde tamamlanabildi. Resûl-i ekremin (s.a.v.) hayatını son derece etrâflı anlatan bu eserin baş tarafında, diğer Peygamberler (aleyhimüsselâm) hakkında da geniş ma’lûmat verilmektedir. Eser bir mukaddime, dört bölüm ve bir hatimeden ibârettir.
Molla Miskin’in diğer eserleri şunlardır: 1-Bahr-ud-dürer fit-tefsîr, 2-Târihi Musevî: Mûsâ aleyhisselâmın hayâtını anlatan bu eseri, Molla Miskin 904 (m. 1498) senesinde bitirmiştir. “Mu’cizât-ı Musevî” de denilmektedir. 3-Ravdat-ül-Cenneti fî târîh-i Hırâf, 4-Ravdat-ül-vâ’izîn fî ehâdîsi seyyid-il-mürselîn, 5-Şerhu Kenz-id-dekâik fil-fürû’, 6-Meâric-ün-nübüvve fî medâric-il-fütüvve, 7-Ahsen-ül-kısas.
Meâric-ün-nübüvve fî medâric-il-fütüvve adlı eserden ba’zı bölümler:
Hamd ve sena: Âlimlerimiz sözbirliği ile buyurmuşlardır ki, kıymetli işleri yapmaya başlarken hamd etmek müstehabdır. Müstehab, Allahü teâlânın sevdiği şeylerdir. Meselâ bir kitabın tasnifine başlarken, din dersi verirken ve hutbeden evvel hamd edilir. Allahü teâlâya böyle işlerde hamd edildiği gibi, her zaman da hamd edilir ve çok sevâbtır.
Birinci hamd: Ebû Hüreyre’nin (r.a) rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte, Resûlullah efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki: “İki kelime vardır ki, lisanda hafif, terazide ağır, Allahü teâlânın yanında çok sevgilidir. Bu iki kelime “Sûbhûnallahi ve bi-hamdihi, Sübhânallahil’azîm”dir.”
Bu iki kelimeyi her mü’min her zaman söylemeli ve ma’nâsını kalbinde saklamalıdır. Çünkü bu iki kelimenin içinde mübârek ilimler ve derin ma’nâlar vardır. Sübhânallah demenin ma’nâsı şudur “Ey Allahım! Sen bütün ayıplardan, bütün noksan sıfatlardan münezzehsin, berisin. Sende hiçbir ayıp, kusur ve noksanlık yoktur. Bozuk i’tikâdlardan ve i’tikâdı bozuk olanların i’tikâdından sana sığınırım” demektir. Böylece bütün selbî sıfatları söylemiş olur.
“Ve bi-hamdihi” demekle, dünyâdaki bütün ni’metleri yaratıp gönderen Allahü teâlânın, noksan sıfatlardan beri olduğu gibi, bütün kâmil sıfatlarla muttasıf olduğu söylenmiş olur.
İkinci hamd: Ebû Mûsâ el-Eş’arî’nin (r.a.) rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte, Resûlullah efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki: “Abdest îmânın yarısıdır. “Elhamdülillah” demenin sevâbı, mizanın sevâb kefesini doldurur. “Sûbhânallahi vel hamdulillahi” demenin sevâbı ise, yer ile gök arasını doldurur.” O hâlde, ne mutlu o kimseye ki, dâima abdestli olmaya gayret eder ve bu mübârek kelimeleri dilinden düşürmez.
Üçüncü hamd: Hazreti Cüveyriyye anlatır: “Bir sabah namazından sonra Peygamber efendimiz (s.a.v.) yanımdan çıktılar. Biraz sonra geri geldiler. Ben sabah namazını kıldığım yerde oturuyordum. Buyurdular ki: “Senden ayrıldıktan sonra hep bu hâlde misin?” “Evet” dedim. Bunun üzerine buyurdu ki: “Ben senden sonra dört kelime söyledim. Eğer, bu dört kelimeyi, senin bu zamana kadar söylediklerinle tartsalar ağır gelir. (Dört kelime şu sözlerdir) Sûbhânallahi ve bi-hamdihi adede halkıhi ve rıdâe nefsihi ve zînete arşihi ve midâde kelimâtihi.” Şimdi Müslümanların bu tesbihi dillerinden düşürmeyip çok sevap kazanmaları lâzımdır.
Dördüncü hamd: Sahîh-i Müslimde Ebû Hüreyre “radıyallahü anh” nakl eder: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve selem” buyurdu ki, “Bir kimse günde yüz kere (Lâ ilâhe illallahü vahdehü lâ şerîke leh lehül mülkü ve lehül hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr) dese Allahü teâlâ ona on köle âzâd ile yüz sevâp iyilik yazar ve yüz günâhını afv eder. O gün akşama kadar şeytandan emîn olur ve bundan fazîletli iş olmaz.”
Beşinci hamd: Sa’d bin Ebî Vakkas (r.a.) anlatır: Resûl-i ekremin (s.a.v.) yanında oturuyorduk. Buyurdu ki: “Siz, hergün bin sevâb kazanmaktan âciz misiniz?” Orada bulunanlardan birisi; “Yâ Resûlallah! Bin sevâb nasıl kazanılır?” diye sordu. Resûl-i ekrem (s.a.v.) buyurdu ki: “Yüz kerre “Sübhânallah” diyene bin sevâb yazılır veya bin günâhı affolunur.” Hergün ve her gece Allahü teâlâyı zikreden mü’mine müjdeler olsun.
Temsil: Gölgesi ağaca dedi ki: “Biz ikimiz arkadaşız. Beraber dünyâya geldik. Beraber büyüdük. Dâima güneşle aramızda perde olup, onun yüzünü görmeme mâni olmak sana yakışır mı? Ne zaman ki güneş benim tarafıma meyl etse, sen aramıza giriyorsun. Niçin böyle yapıyorsun?” Bunun üzerine ağaç şöyle dedi: “Hâşâ, ben sana mâni değilim. Benim güneşi görmem, gece-gündüz kıyamda olup Allahü teâlâyı zikretmem sebebiyledir. Sen ise, dâima yan gelip yatarsın. Bu hâlinle güneşi nasıl görürsün?”
Ey Ârif! Gözünü aç, Hak teâlânın kudreti herşeyde görülüyor. Dilini ve kulağını kötü şeylerden koru ki, Allahü teâlâya yakın olasın.
Altıncı hamd: Ebû Mûsâ el-Eş’arî (r.a) şöyle rivâyet etti: “Birgün Resûl-i ekrem (s.a.v.) bana buyurdu ki: “Sana Cennet hazînelerinden bir hazîne bildireyim mi?” Ben de; “Evet yâ Resûlallah!” deyince; “La havle velâ kuvvete illâ billâh” demeye devam eden kimse, fakirlik görmez ve dünyâ belâlarından emîn olur.” buyurdu.
Ne mutlu o kimseye ki, ömür sermâyesini zayi etmeyip, sayılı olan nefeslerini, Allahü teâlâya hamd etmek ve O’nu zikretmekte sarfeyleye.
“Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh” demenin ma’nâsı, Allahü teâlânın izni ve irâdesi olmadan hiç kimse ve hiçbir şey hareket edemez. Hareket ve hareketsizlik, hiç bir mahlûkun elinde değildir. Bütün fiiller, ni’metler, sıhhat, hastalık, fayda ve zarar, hayır ve şer Allahü teâlânın yaratması ile olur.
Şeyh Ebü’l-Hasen Harkânî buyurdu ki: “Ne zaman ki Allahü teâlânın varlığına nazar etsem, kendi yokluğumu görürüm; ne zaman kendi varlığıma nazar etsem, Allahü teâlânın varlığını görürüm.”
Yedinci hamd: Ebû Sa’îd-i Hudrî’nin rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte, Resül-i ekrem (s.a.v.) buyurdu ki: “Bir kimse “Radıytü billâhi Rabben ve bil İslâmi dînen ve bi Muhammedi resûlen vecebet lehül Cennetü” kelimesini dese, Cennet ona vâcib olur.” Bu kelimenin ma’nâsı: “Ben Allahü teâlânın rubûbiyyetine râzı oldum. O’ndan başka Rab lâzım değildir, İslâm dînine râzı oldum. Başka din istemem. Muhammed aleyhisselâmın peygamberliğine râzı oldum. Diğer peygamberlerden efdal ve kıymetlidir. Ondan sonra peygamber gelmeyecektir. Bu kelimeyi mü’minler dillerinden düşürmemelidir.
Sekizinci hamd: İbn-i Mes’ûd (r.a.) şöyle rivâyet etti: “Resûl-i ekrem (s.a.v.) buyurdu ki: “Mi’râc gecesinde İbrâhim aleyhisselâma uğradım. Bana; “Ey Muhammed, ümmetine benden selâm söyle ve de ki: Cennet toprağı latiftir. Suyu tatlıdır. Fakat ağacı yoktur. Oraya fidanlar diksinler. O fidanlar; “Sübhânallahi velhamdülillahi ve lâ ilahe illallahü vallahü ekber”dir. Bu cümleyi her söyleyişte oraya bir ağaç dikilir.”
Dokuzuncu hamd: Ebû Hüreyre’nin (r.a.) rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte, Resûl-i ekrem (s.a.v.) buyurdu ki: “Bir kimse günde yüz kerre “Sübhânallahi ve bi-bihamdihi” dese, onun günahları affolunur. Hattâ günahları derya gibi çok olsa da yine affolunur.” O hâlde âhıret ticâreti yapan ve âhıret yolculuğu için hazırlık yapan mü’minler, hergün bu tesbîhi söylemeyi ihmâl etmemelidir.
Allahü teâlâya Münâcaat: Bütün din âlimleri ve evliyânın büyükleri, mü’minlere yakışan hâllerin en iyisi ve sözlerin en yükseği, Allahü teâlâ hazretlerine duâ etmek ve O’na karşı aşağılığını göstererek ağlamak olduğunda sözbirliğine varmışlardır. Talib olan mahrûm olmaz, ya’nî isteyen istediğine kavuşur. Herkes, niyetine göre birşeye rağbet eder. Akıllı olan, fâniyi bakîye tercih etmez.
Ey varlığının evveli olmayan! Ey dâima var olan, varlığı lâzım olan ve ey hiç yok olmayan Allahım! Sen kerem ve ihsân sahibisin.
Ey kıyâmet gününün sahibi! Senin lütfun, gönlü hasta olanlara şifâdır. Keremin, kalbi yaralılara devadır, inâyetin, derviş ve fakirlerin sığınağı, rahmetin, gam ateşine yanmış gönüllerin merhemidir.
Ey sâdık dostların kalblerini faziletle nûrlandıran! Ey iştiyâklı rûhları lütuf rüzgârıyla ferahlandıran! Ey sona erenlerin bâtınlarını hüsn-i cemâli ile süsleyen! Ey riyâzet çekenlerin kalblerini gizli sırlar ile teşvik eden Allahım!
Sülûk sahiblerinin kalblerinde olan gizli sırlar hürmetine, rûhlar âleminde döktüğün bahârı, ma’rifet suyun ile tazelendir. Küçük ve büyük işlerimizi, her zaman kendi inâyetinle doğruluktan ayırma. Son nefesimizde îmân selâmeti verip, bizi gaflette bırakma. Ey kerîm olan Allahım! Gerçi günahlarımız çoktur. Fakat senin lütfundan ümid kesmiyoruz. Kendi kereminle bizi dergâhına kabûl et.
Ey duâları kabûl eden, ey ictihâd sahibine inâyetinden kolaylık veren! Ey taliblere müşâhede kapısı açan! Ey noksanlık alâmetlerinden münezzeh olup, hiç yok olmıyan Sultan!
Sen öyle büyük bir sultansın ki, bir damla rahmetin, âsîlerin günahtan simsiyah olan defterlerini temizler, isyanda ve zulmette kalanların taşkınlıklarını, kötülüklerini iyiliğe çevirip, kalblerini mağfiret ve huzûr ile aydınlatırsın. Bir zerre lütfun, yüzbinlerce günâhı mahveder. Bir damla göz yaşı ile, koca rahmet deryası coşup, gadap ateşini söndürür.
İnzivâya çekilip ihlâs ile ibâdet eden ehl-i takvâ hürmeti için, yüzlerini alçak toprağa koyup, candan yalvaran âşıkların hürmeti için, takvâ elbisesini bize lâyık eyle! Bizi günâha düşmekten ve şehvetimizin peşinde koşmaktan muhafaza eyle! Yolunu şaşırmış olanlara hidayet ihsân eyle! Hepimize aşk şerbetini tattır.
Yâ Rabbî! Hayatta olduğumuz müddetçe sana duâ etmekten, sana yalvarmaktan, yüz suyu dökmekten el çekemeyiz. Ne zaman ki ömrümüz tamam olur ölürüz. O zaman da bizi, cemâl-i ilâhîni görmekten mahrûm eyleme!
Ey hiçbir şeye benzemeyen Sultan! Ey hareket ve durmaktan münezzeh ilâh! Zâtın, cihetten ve taraftan beridir. Sıfatın, noksanlıktan âridir. Ebrârın (iyilerin) nefslerini günah eserlerinden temizliyen sensin. Zikredenlerin kalbleri, ancak zikrin ile sükûnet bulur. Âriflerin sineleri, senin ma’rifetin ile genişler.
İlâhî! Senin aşkının ateşi ile yanmış kalbler hürmetine, muhabbet şerbetinden içerek, müşâhede-i cemâlin nûru ile aydınlanan kalbler hürmetine, geceleri gaflet uykusunda olmayıp, seher vaktinde zikreden iştiyâklı kalbler hürmetine, bu dalâlet vadisinde, âhır zaman fitnesinden koru! Cehâlet zulmetinden, nefsin ve şeytanın saptırmasından bizi muhafaza eyle! inâyetini bize arkadaş eyle! Sana kavuşturan ameli bize bildir! Bizim isyanımızdan sana asla ziyan gelmez, ibâdetimizden de fayda gelmez. Sen bunlara muhtaç değilsin. Günahlarımızı affedip, noksan ibâdetlerimizi kabûl eyle! Son nefesimizde îmândan ayırma!
Ey kalblere nûr veren! Ey kederleri gideren! Duâ ile kullarının kalblerini genişletirsin. Herşeye gâlib olan kuvvetinle, evliyâ kullarının rûhlarına kuvvet verirsin. Bütün âlimlerin ilmi, senin ilim denizinin yanında bir damla gibidir. Bütün âlemin ihsânları, senin lütuf denizinde bir damla bile değildir.
Ey keremi bol Sultan! Ne ilmimiz var, ne amelimiz. Bununla beraber, kibir ve riyadayız. Sana lâyık bir sözümüz bile yok. Ömrümüzü rüzgâra verdik. Kalbimizde ayrılık ateşinden başka şey yok.
Ne kadar kerîmsin ki, bize ihsân edip, imân nûrunu bağışladın. Ne kadar merhametlisin ki, çalışmadan bize, kerem bulutundan rahmet yağmuru yağdırırsın!
Ey merhamet ve ihsân sahibi! Ey günahları affedici! Ey “Ol!” emri ile bütün âlemi bir ânda yaratan! Senin nûrun, âriflerin kalbinde zâhir. Hakîkatinin delîlleri, âlemin her zerresinde görülür. Kullarına şahlık makamı veren sensin! isyankârların isyanını, günahkârların günâhını, seher vakti çektikleri bir âh ile affeden sensin. Kudret kaleminle bütün herşeyi takdîr ettin. Kudret-i Kalemini izhâr ettin.
İlâhî! Âriflerin gözü yaşı hürmetine, âşıkların aşk şerbetleri hürmetine, bizi senin ma’rifet sırlarının dışına çıkarma! Bizi tevfîkine yakın eyle. Son nefesimizde biz fakirlerin rûhunu îmân ile alıp, rahmet melekleri gönder!”
Resûlullah’ın (s.a.v.) husûsiyetleri: Muhammed aleyhisselâmın hâlleri, kendi mübârek zâtına mahsûs olup, bu hâller hiçbir kimsede bulunmadığı gibi, başka bir peygamberde ve bir melekte dahî bulunmaz. Peygamberlerin temiz rûhları, bütün rûhların latifi ve parlağıdır.
Resûl-i ekremin (s.a.v.) mübârek vücûdları, bütün ayıblardan beri ve rûhanî nurla aydınlanmıştır. Peygamberler içinde son Peygamber ve son Resûl, tam ve sağlam bedeniyle, saf ve parlak rûhiyle, en iyi ve en yüksek ahlâkıyla, diğer Peygamberlerden ayrı ve yüksektir. Bu sebepten, O’nun pekçok faziletleri ve sayılmakla bitmeyen husûsiyetleri vardır. Bu husûsiyetlerden ba’zıları şunlardır: 1-Resûl-i ekremin (s.a.v.) latif rûhu, mübârek bedeninden çok önce yaratılmıştır. 2-Hak teâlâ, her peygambere hitâb ederken, isimleriyle hitâb etti. Resûl-i ekreme (s.a.v.) hitâb ederken ise; “Ey Resûlüm! Ey Peygamberim!” diyerek taltif buyurmuştur. 3-Eski ümmetlere, kendi Peygamberlerine isimleriyle hitâb etmeleri caiz idi. Hâlbuki bu ümmete caiz değildir. 4-Kâfirlere karşı sert ve şiddetliydi. Heybetinden, bir aylık mesafedeki kâfirlerin kalblerini korku kaplamıştı. 5-Az söz ile çok şey anlattı. 6-Allahü teâlâ, dünyânın her yerini O’nun için temiz eyledi. 7-Muhammed aleyhisselâm, son Peygamberdir. O’ndan sonra peygamber gelmiyecektir. Dîni, kıyâmete kadar devam eder. 8-Allahü teâlâ, Muhammed aleyhisselâmı âlemlere rahmet olarak göndermiştir.
İbn-i Abbâs (r.a.) şöyle rivâyet etti: Matrah İbni Cedâle adında bir köylü, Resûlullah efendimizin (s.a.v.) huzûruna geldi ve sordu: “Yâ Muhammed! Senin ümmetinin diğer ümmetlerden üstünlüğü nedir?” Resûlullah efendimiz (s.a.v.); “Benim ümmetimin diğer ümmetlere üstünlüğü, benim diğer nebilere üstünlüğüm gibidir” buyurdu. Köylü; “Nasıl meselâ?” dedi. Resûl-i ekrem (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Kıyâmet günü mahşer yerine Peygamberler gelir. Kimine tek bir kimse uymuş, kimine iki veya üç kimse tâbi olmuştur. On kişiden fazla ümmeti olan Peygamber çok azdır. Benim ümmetimin hesabını ise Allahü teâlâdan başkası bilmez.” Köylü; “Kıyâmet günü senin ümmetin kaç bölük olur?” diye sorunca, Resûl-i ekrem (s.a.v.); “Dört bölük olup, hepsi Cennette olurlar. Bir bölüğü hesapsız ve azâbsız Cennete girer.” buyurdu. “Onlar hangileridir, ne amel işlemişlerdir?” diye köylü yine sorunca; “Hak teâlânın birliğine ve benim hak Peygamberliğime şehadet ettikleri için” buyurdu. Köylü; “Bu şehâdeti eden şehîdlerden olur mu? diye sordu. Resûl-i ekrem (s.a.v.); “Olur” buyurdu. Köylü “İkinci bölük kimlerdir?” diye sordu. Server-i âlem (s.a.v.); “Hesapları kolay olur ve sonra Cennete girerler” buyurdu. Köylü; “Üçüncüsü kimlerdir?” diye sordu. Fahr-i âlem (s.a.v.); “Küçük ve büyük günahlardan suâl olunup, sonra Cennete girenlerdir” buyurdu. Köylü; “Bunlar niçin hesap olunurlar?” diye sordu.
Server-i âlem (s.a.v.); “Bunların çok günahları vardır da onun için” buyurdu. Köylü; “Bunların günahlarını ne yaparlar?” diye sorunca, Fahr-i âlem efendimiz (s.a.v.); “Müşriklere yükletirler” buyurdu. Köylü; “Muşrikler başkasının günâhını niçir yüklenirler?” diye sordu. Server-i âlem (s.a.v.); “Onlar ateş için yaratılmışlardır. Şirklerinden ve küfürlerinden dolayı Cehenneme girerler. Mü’minlerin günâhı da bunlara yüklenir” buyurdu. Köylü; “Bunlar hakkında âyet nâzil oldu mu?” dedi. Resûl-i ekrem (s.a.v.); “Evet, Allahü teâlâ: “Elbette onlar, kendi günahlarını ve mü’minlerin günahlarını yüklenirler” buyuruyor” buyurdu. Köylü; “Bunlar ne bedbaht kimselerdir ki, başkalarının günahlarını da yüklenirler. Yâ Resûlallah, dördüncü bölük kimlerdir?” dedi. Resûl-i ekrem (s.a.v.); “Onlar Cennete benim şefaatim ile girerler” buyurdu. Köylü; “Sübhânallah! Senin şefaatin ile de Cennete girilir mi?” diye sorunca, Server-i âlem (s.a.v.) tebessüm edip şöyle buyurdu: “Bilmez misin ki, Cennetin anahtarları bendedir ve kıyâmet günü Cennetin muhafızı benim.” Köylü; “Ben niçin Cennetin muhâfızı olup, anahtarları elinde olan kimse ile beraber olmıyayım? Eğer îmân edersem, bana Cennetin, kapısını açar mısın?” deyince; “Evet açarım” buyurdu. Köylü; “Akrabalarıma ve evlâtlarıma da açar mısın?” deyince, “Eğer îmân ederlerse onlara da açarım” buyurdu. Köylü şehâdet getirip müslüman oldu ve “Bana “Siz nesiniz?” diye sorarlarsa ne cevap vereyim?” diye sordu. Resûl-i ekrem (s.a.v.); “Müslümanız, de” buyurdu. Köylü; “Müslümanın ma’nâsı nedir?” dedi. “Cehennem ateşinden kurtulmuş insan demektir” buyurdu. Köylü; “Benim adım Matrah’tır. İsterim ki ismimi değiştiresin” dedi. Resûl-i ekrem (s.a.v.); “Müslim desinler” buyurdu. Köylü bu isimle dâima övündü. Köylü sonra: “Yâ Resûlallah! Ümmetinin bundan başka ismi var mıdır?” diye sordu. Resûlullah efendimiz (s.a.v.); “Bir isimleri de mü’mindir” buyurdu. Köylü; “Mü’min ne demektir?” diye sorunca; “Kıyâmetin dehşetinden emîn olan demektir” buyurdu. Köylü; “Mü’min günah işler mi?” diye sordu. Resûlullah efendimiz (s.a.v.); “Eğer günah işlemeseler, Allahü teâlâ günah işliyen başka bir taife getirir. Onları affedip Cennetine sokar. Böylece kerem ve ihsânını gösterir” buyurdu.
Köylü; “Elhamdülillah ki, beni senin ümmetinden eyledi” dedi. Bunun üzerine Resûlullah efendimiz (s.a.v.); “Bundan büyük ni’met olur mu? Allahü teâlâ seni Cehennemden ve küfürden halas edip îmâna getirdi. Lat ve Uzza putlarına secde etmekten kurtarıp, kendi hizmetine kabûl etti” buyurdu.
Resûlullahın (s.a.v.) Nûh aleyhisselâm üzerine fazileti şunlardır: 1-Nûh aleyhisselâma gemi verildi. Resûlullaha (s.a.v.) Burak verildi. Nûh aleyhisselâm su üzerinde gitti. Resûl aleyhisselâm, havada uçtu. 2- Nûh aleyhisselâm gemi sayesinde kurtuldu. Resûl aleyhisselâm, fadl-ı ilâhî ile mi’râca çıktı. 3-Nûh aleyhisselâma sefîne (gemi) verildi. Kendisi, ehli ve ıyâli onunla boğulmaktan kurtuldu. Bizim Peygamberimize (s.a.v.) sekine verildi. Onunla ümmeti, Cehennemde yanmaktan kurtulurlar. 4-O sefîne, Nûh aleyhisselâmın kurtulmasına sebeb oldu. Sekine ise, Resûlullahın (s.a.v.) derecesinin yükselmesini sağladı. 5-Nûh aleyhisselâmın gemisinin su üzerinde yürümesi şaşılacak birşey değildir. Lâkin şuna şaşılır; İkrime (r.a.) îmân etmek için Resûlullahtan (s.a.v.) mu’cize istedi. Resûlullah efendimiz; “Ne istersin?” buyurdu. İkrime (r.a); “Suyun öbür tarafında büyük bir taş vardır. Bu tarafa gelsin” dedi. Resûl-i ekrem (s.a.v.) taşı çağırdı. Taş, su üzerinde yürüyerek Resûlullaha (s.a.v.) geldi. 6-Nûh aleyhisselâm kavmine azâb istedi. Resûl-i ekrem (s.a.v.) ise, mübârek ağzını kâfirler taş ile yaraladıkları hâlde; “Ey Allahım, onlara hidâyet ver. Elbette onlar bilmiyorlar” buyurup, onlar için hidâyet istedi.
Habîbullahın, (s.a.v.) İbrâhim aleyhisselâm üzerine fazileti şunlardır: 1-İbrâhim aleyhisselâma hillet (dostluk) verildi. Bizim Resûlümüze (s.a.v.) mahbûbiyyet mertebesi ihsân olundu. 2-Halîl, her ne yaparsa rızâullah ile yapar. Lâkin Allahü teâlâ dünyâda ve âhırette Habîbinin rızâsına göre yaratır. 3-Halîlullah avvâma İmâm kılındı. Bizim Habîbimiz mi’râc gecesinde peygamberlere ve meleklere İmâm oldu. 4-Halîlullaha yakîn kuvveti verildi. Habîbullaha ise yakîn ile öyle bir vakit verildi ki, o vakitte, Allahü teâlâ ile aralarına ne bir peygamber ne de büyük meleklerden biri girebilir. 5-İbrâhim aleyhisselâm ateşe düşeceği zaman, Cebrâil aleyhisselâm gelip; “Bir dileğin var mı?” dedi. Resûl-i ekrem (s.a.v.) mi’râc gecesinde bir makama vardı ki, Cebrâil aleyhisselâm; “Bir parmak ilerlersem yanar yok olurum” dedi. 6-İbrâhim aleyhisselâm, Nemrûd’un ateşinden selâmetle çıktı. Habîbullahın ümmetine Cehennem ateşi; “Çabuk geç ey mü’min. Zîrâ senin nûrun ateşimi söndürüyor” diyecektir. 7-Nemrûd’un ateşi Halîlullahı yakmak içindi. O ateşi söndürmek şaşılacak şey değildi. Esas şaşılacak şey, gadab-ı ilâhî ile yanan Cehennem ateşinin, Cennet ehlinin ayağının basmasıyla sönmesidir. Nemrûd’un ateşi, “Yâ nâr, soğuk ve selâmet ol” emriyle söndü. Cehennem ateşi de Cennet ehlinin sırat üzerine ayak basmalarıyla hemen soğuk olur. Nitekim hadîs-i şerîfte; “Mü’min ayağını sırat üzerine koyar koymaz, Cehennem, soğukta yağın donduğu gibi donar” buyuruldu. 8-İbrâhim aleyhisselâm dosta vâsıta ile erişti. Bizim Peygamberimiz (s.a.v.) vasıtasız kavuştu. 9-Halîlullah, muradına isteyip de erişti. Resûl-i ekrem ise, istemeden muradına kavuştu. 10-İbrâhim aleyhisselâm zor durumda iken; “Allah bana yetişir” dedi. Allahü teâlâ, Habîbine; “Allah sana yetişir” buyurdu. 11-Halîl aleyhisselâm; “Ben Rabbime gidiciyim” dedi. Allahü teâlâ, Habîbine; “Ben seni da’vet ederim” buyurdu. 12-Halîl aleyhisselâm itaat edenleri isteyip, âsîleri istemedi. Resûl-i ekrem (s.a.v.) âsîleri isteyip; “Şefaatim, ümmetimden günâhı büyük olanlaradır” buyurdu.
Resûlullahın, Yûsuf aleyhisselâm üzerine fazileti şunlardır: 1- Yûsuf aleyhisselâma, hâdiseleri te’vil ve rü’yâları ta’bir etmek kabiliyeti verildi. Bizim Peygamberimize (s.a.v.), Allahü teâlânın Kitabını tefsîr etmek ihsân olundu. 2- Yûsuf aleyhisselâma taht ve Mısır mülkü verildi. Resûl aleyhisselâmın ümmetinin her birine taht-ı baht ve ebedî mülk verildi. 3- Yûsuf aleyhisselâma hüsn-i cemâl, ya’nî yüz güzelliği verildi. Mısır kadınları ellerini kestiler. Bizim Peygamberimize (s.a.v.) bir yükseklik verildi ki, cihanın kâfirleri zünnârlarını kesip müslüman oldular. 4-Kıtlık zamanında Mısır ahâlisi, Yûsuf aleyhisselâmın cemâline bakıp açlık sıkıntısından kurtuldular. Fahr-i âlemin öyle bir yüzü vardır ki, kıyâmette o yüzü gören herkes bütün kıyâmet sıkıntılarından kurtulurlar.
Resûlullahın (s.a.v.) Mûsâ aleyhisselâm üzerine fazileti şunlardır: 1-Mûsâ aleyhisselâma Kelimiyyet mertebesi verildi. Habîbullaha (s.a.v.) ise mi’râc gecesinde yalnız olarak sohbet etmek derecesi verildi. 2- Mûsâ aleyhisselâma mu’cize olarak “Yed-i beyda” verildi; Mübârek eli parlak olarak görünürdü. Habîbullaha ise parlak millet-i Hanîfe ihsân olundu. 3- Mûsâ aleyhisselâma asâ verildi. Bununla Fir’avn’ın sihirlerini mahvetti. Resûl-i ekreme (s.a.v.) ise şefaat verildi ki, cümle günahları mahveder. 4- Mûsâ aleyhisselâma, Benî İsrâil’in Peygamberliği ve saltanatı verildi. Resûl-i ekreme (s.a.v.), dünyâ ve âhıret saltanatı ihsân edildi. 5- Mûsâ aleyhisselâma mu’cize verildi. Ümmetiyle beraber denizi geçtiler. Etekleri ıslanmadı. Bizim Peygamberimize kıyâmet günü öyle bir mertebe verilir ki, Ümmetiyle beraber sıratı geçerler de, eteklerine Cehennem kıvılcımı bile dokunmaz. 6- Mûsâ aleyhisselâm, gece ve gündüz olmak üzere iki kerre münâcaat ederdi. Muhammed aleyhisselâma öyle bir saadet verildi ki, ümmeti günde beş kere münâcaat ederler. 7- Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâma bir taştan on ırmak akıttı. Server-i âlemin (s.a.v.) parmaklarından çeşmeler akıttı.
Resûlullahın (s.a.v.) Süleymân aleyhisselâm üzerine fazileti şunlardır: 1- Süleymân aleyhisselâma rüzgâr hizmet etti. Resûl-i ekreme (s.a.v.) ise büyük melekler hizmet ettiler. 2- Süleymân aleyhisselâm bir günde bir aylık yol gider, bir gecede bir aylık yer sefer ederdi. Resûl-i ekrem (s.a.v.), bir ânda yerden Arş’a gitti. 3- Süleymân aleyhisselâma kuşlar gölge ederdi. bizim peygamberimize (s.a.v.) husûsî olarak bulut gölge ederdi. 4- Süleymân aleyhisselâmın mührünün altında bütün dünyâ hikmet için toplandıysa, Habîbullahın liva-i hamdi altında kıyâmet günü bütün enbiyâ, evliyâ, şühedâ, sülehâ toplanacaklardır. 5- Süleymân aleyhisselâma bütün dünyâ mülkü verildi ise, bu Habîbin âciz bir kölesine, Cennette bu dünyânın on misli büyüklüğünde mülk verildi. 6- Süleymân aleyhisselâma insanlar ve cinler hizmet ettiler ise, Fahr-i âleme büyük melekler hizmet ettiler. 7- Süleymân aleyhisselâma Kürsî verildi. Peygamber efendimize (s.a.v.) Ayet-el-Kürsî verildi. Şeytanlar ondan kaçarlar. Âyet-el-Kürsî, Cennet hazînelerindendir.
Resûlullahın (s.a.v.) Îsâ aleyhisselâm üzerine fazileti şunlardır: 1- Îsâ aleyhisselâmı dördüncü kat göğe ilettiler. Habîbullahı Arş üzerine yükselttiler. 2- Îsâ aleyhisselâm babasız dünyâya geldi ise, Habîbullahın nûru vasıtasız yaratıldı: 3- Îsâ aleyhisselâm ölüleri diriltti. Resûlullah ise ölmüş kalbleri diriltti. 4- Îsâ aleyhisselâm yakîni sebebiyle su üzerinde yürüdü. Resûlullah ise yakîni sebebi ile havada yürüdü. 5- Îsâ aleyhisselâma gökten sofra indi. Resûl-i ekrem (s.a.v.) için ebedî rahmet sofrası indi. 6- Îsâ aleyhisselâmın sofrası kavminin azâbına sebep oldu. Seyyid-i kâinatın (s.a.v.) sofrası mü’minlere ebedî rahmet oldu.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Kâmûs-ül-a’lâm cild-6, sh. 4336
2) Esmâ-ül-müellifîn cild-2, sh. 242
3) Meâric-ün-nübüvve