Osmanlı devrinde yetişen fıkıh, kelâm ve fen âlimi, İzmit civarında Akyazı kasabasında doğdu. Molla Cürcân lakabıyle meşhûr oldu. 969 (m. 1562) yılında vefât edip, Amasya’da defnedildi.
Molla Cürcân’ın sâliha ve afife bir annesi vardı. Oğlunun zekâ ve çalışkanlığının boşa gitmemesi, Allahü teâlânın ihsânı olan üstün hasletlerini İslâmiyete hizmette kullanması için, onu medreseye verdi. İlim öğrenip, Allahü teâlânın dînine hizmet etmesini istedi. Molla Cürcân’ın sesi çok güzeldi. O zamanda, işleri ney üfleyip dinlemek, dümbelek çalıp oynamak olan sahte Mevleviler türemişti. Yaşı genç, birşeyden haberi olmayan Molla Cürcân’ı görüp sesini dinleyen bu sahte tarikatçılar, onun saflığından istifâde edip kandırdılar. Kendi aralarına aldılar. Molla Cürcân’a kasideler söylettiler. Molla Cürcân da, elinden tutan kimsesi olmadığı için onların kötülüklerini göremedi, şerlerini anlıyamadı. Birkaç sene onların arasında kaldı, ileri gelenlerinden oldu. Şöhreti her tarafa yayıldı.
Molla Cürcân’ın cömert bir tabiatı, doğruyu kabûl eden bir mizacı vardı. Birgün Taşköprü-zâde Ahmed Efendi ile karşılaştı. Taşköprü-zâde, onun saflığını, doğru yoldan haberdâr edilmediğini ve bid’at pisliklerine bilmeden bulaştığını anladı. Ona merhamet edip, emr-i ma’rûf yaptı. Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirdi. Mevlana Celâleddîn-i Rûmî hazretlerinin ney çalmadığını, “Dinle neyden nasıl anlatıyor” mısra’ında geçen ney’in, mürşid-i kâmil demek olduğunu, sonradan gelen ba’zı bid’atçi ve sapıkların, bu mısra’daki ney’i yanlış anlayarak, kendi nefslerinin istediği ma’nâyı verdiklerini, ney ve dümbelek çalarak oynadıklarını söyledi. Molla Cürcân, Taşköprü-zâde’nin nasihatlerini can kulağı ile dinledi. Tövbe edip yaptıklarına pişman oldu. Affı için çok göz yaşı döktü. Bir daha bid’at meclislerine gitmedi. Çok sıkı riyâzet ve mücâhede ile nefsini terbiye etti. Yeğen-zâde Sinan Çelebi, Seyyid Çelebi, Ebâ Çelebi, gibi âlimlerden; fıkıh, kelâm ve fen bilgilerini öğrendi. Zamanın ilim kaynağı olan Hayreddîn Efendi’nin Sultanî Medresesi’ndeki derslerine devam etti. Tasavvufta kemâle gelip, Resûl-i ekremin (s.a.v.) güzel ahlâkı ile ahlâklandı. Yüksek derecelere kavuştu. Her işini Allahü teâlânın rızâsı için yapar, her söz ve düşüncesi Allahü teâlânın rızâsına uygun olurdu. İnsanlara yol göstermeye, Selef-i sâlihînin (r.anhüm) doğru yolunu anlatmaya ehil olunca, kendisine icâzet verildi. Bursa’da Gazzâziyye Medresesi’ne müderris oldu. Daha sonra Alaşehir’de Yıldırım Bâyezîd Hân, Filibe’de Şehâbeddîn Paşa medreselerine, 943 (m. 1536)’de İstanbul’da Atîk Ali Medresesi’ne, bir sene sonra Gebze’de Mustafa Paşa, 946 (m. 1539)’da Eyyûb Sultan medreselerine, 951 (m. 1544)’de Sahn-ı semân medreselerinden Başkurşunlu Medrese’ye, 955 (m. 1548)’de ie Amasya’daki İkinci Bâyezîd Hân Medresesi’ne müderris ve Amasya müftîsi oldu. Kanunî Sultan Süleymân Hân, İran üzerine yaptığı Nahcivan seferi dönüşünde Amasya’da kaltı. Ordusunu orada kışlattı. Molla Cürcân Efendi ile görüşüp, ona çok iltifât etti. Onun ilmine hayran oldu. Yevmiye altmış akçe olan maaşını, yetmiş akçeye yükseltti. Daha önceden de, Kanunî Sultan Süleymân Hân onu oğlu Şehzâde Bâyezîd’e nasîhatci olarak göndermişti. Bu hâdise şöyle olmuştu:
Kânunî Sultan Süleymân Hân, 966 (m. 1558) senesinde Manisa sancakbeyi olan oğlu Şehzâde Selîm’i Konya’ya; Kütahya sancakbeyi olan öbür oğlu Şehzâde Bâyezîd’i de Amasya’ya sancakbeyi olarak ta’yin etti. Şehzâde Selîm; “Can başüstüne” deyip ta’yin edilen yere giderken, Şehzâde Bâyezîd i’tirâz etti. İstanbul’a yakın olan Kütahya’dan ayrılıp Amasya’ya gitmek istemedi. Bunun üzerine Şehzâde Selîm de Bursa’ya geldi. Şehzâde Selîm babasına arzedip, Şehzâde Bâyezîd’e üç gün müsâade verilmesini istedi. Şehzâde Bâyezîd de, Amasya’ya gitti. Ancak onun bu hareketini duyan fitneciler boş durmayıp ortalığı karıştırdılar. Şehzâde Bâyezîd’i kardeşine karşı kışkırttılar. Şehzâde Selîm’e tehdidkâr mektûplar yazdırdılar. Şehzâde Selîm de, gelen mektûptan babasına havale etti. Kanunî Sultan Süleymân, devrin mümtaz âlimlerini Şehzâde Bâyezîd’e nasihat için gönderdi. Amasya’da bulunan Muhammed bin İbrâhim (Molla Cürcân) ve Şeyh İcâdu’yu İstanbul’a çağırdı. Onları da oğluna nasîhatci olarak gönderdi. Şehzâde Bâyezîd’i ikna edip, da’vâsından vazgeçirdiler. Ancak düşmanlar boş durmayıp, Şehzâde’yi tahrik ettiler. Çok iyi niyetli bir kimse olan Şehzâde, kötü niyetli kimselerin güleryüzlerine aldandı. Kanunî Sultan Süleymân Hân da, oğlu Şehzâde Bâyezîd’in hâl ve hareketlerinin isyan îcâbı olduğunu düşünüp, yerine geçmeye lâyık olmadığına karar verdi. Şehzâdeler arasında iş kızışıp, savaşa kadar gitti. Şehzâde Bâyezîd, başına topladığı askerle Konya ovasına geldi. Ancak Şehzâde Selîm’in askerlerine mağlup olup, Amasya tarafına geri gitti. Şehzâde Bâyezîd, başına gelecekleri düşünüp, ailesi ile birlikte İran’a kaçtı. İran Şahı Tahmasb, Şehzâde Bâyezîd’i sevinçle karşıladı. Kanunî Sultan Süleymân Hân tarafından gönderilen elçilere aldırış etmedi. Şehzâdeyi kendi kötü düşüncelerine âlet etmek için büyük iltifât gösterdi. Fakat Kânûnî’nin baskısına dayanamadı. Gönderilen Osmanlı elçilerine Şehzâde Bâyezîd ve çocuklarını teslîm etti.
Muhammed bin İbrâhim Amasya’da iken hastalanıp, 969 (m. 1561)’de vefât etti. Kabri Amasya’dadır Vera’ ve takvâ sahibi olup, Ehl-i sünnet i’tikâdında idi. Yumuşak huylu, kibar lisânlı, mütevâzî, cömert, çok ihsân sahibi bir zât idi. Âlim ve ilmiyle âmil idi. Tasavvufta yüksek derecelere sahip idi.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Sicilli Osmânî cild-4, sh. 115
2) Şakâyık-ı Nu’mâniyye zeyli (Atâî) sh. 25
3) Târih-i Peçevî, İstanbul-1281 cild-1, sh. 36