İslâm âlimlerinin büyüklerinden. İsmi, Vâ’iz Muhammed bin Ömer bin Hamza Antâkî olup, lakabı Muhyiddîn’dir. Haleb’den Bursa’ya gelmiş olduğundan dolayı Molla Arab dendi. Bu isimle şöhret buldu. Antakya’da doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 938 (m. 1552) senesi Muharrem ayında Bursa’da vefât etti. Kabri, Bursa’nın kıble tarafında, dağa yaslanmış ve kendi adıyla anılan mahallededir. Kabrin bulunduğu yerden bir sokak sonra Molla Arab Câmii bulunur. Bu câmi, 1955 senesinde Bursa Eski Eserleri Sevenler Kurumu tarafından bugünkü şekline getirilmiştir. Şimdi iki kubbeli ve tek minareli olan bu câmi, eskiden dokuz kubbeli ve üstü kurşun kaplı idi. Zelzelede kubbeler çökünce, iki tanesinin duvarları ve bir kısım kemerleri ile, dışarıda bir minaresi kalmıştır.
Molla Arab’ın dedesi, büyük âlim Teftâzânî’nin talebelerinden olup, Mâverâünnehr’den Antakya’ya geldi. Babası da âlim, sâlih bir zât idi. Molla Arab, küçük yaşta Kur’ân-ı kerîmi, Kenz ve Şâtıbî ve ba’zı eserleri ezberledi. Fıkıh ilmini fazilet sahibi babasından, usûl-i fıkh, kırâat ve Arabî ilimleri, amcaları Şeyh Hasen ve Şeyh Ahmed gibi âlimlerden öğrendi. Hocalarının feyz ve bereketleri ile, ilimde üstün bir dereceye yükseldi. Daha sonra Tebrîz diyarına gitti. Birkaç yıl kalıp, Tebrîzli Mevlânâ Mürîd’den ilim öğrendi. Sonra Antakya’ya döndü. Haleb ve Kudüs’deki âlimlerle görüştü. Çok şey öğrendi. Şöhreti her yere yayıldı. Hacca gitti. Bir müddet mücavir olarak kaldı. Sonra Mısır’a gelip, İmâm-ı Süyûtî ve Şa’bî’nin derslerinde bulundu. Hadîs ilminde icâzet (diploma) aldı. Va’z, ders ve fetvâ verdi. Mısır’daki Çerkez sultanlarından Kayıtbay, onun sohbetlerine katıldı ve va’zlarını dinledi. Ona çok hürmet etti ve sevgisi sebebiyle Mısır’dan ayrılmasına müsâade etmedi. Onu vâ’iz ve müftî ta’yin etti. Molla Arab, fıkıh ilmine dâir Müstesfâ ve Dürer Gurer kitablarındaki mes’eleleri içinde toplayan “Nihâyet-ül-Fürû’” adlı eseri yazıp, Sultan’a hediye etti. Herkesten hürmet ve saygı gördü.
901 (m. 1495) senesinde Sultan Kayıtbay vefât edince, Molla Arab Bursa’ya gitti. Orada halk ve ileri gelenlerden çok hürmet gördü. Va’z edip, devamlı Allahü tealanın emir ve yasaklarını bildirdi. Halka, haram ve günahların öldürücü zehir olduğunu anlattı. Sonra İstanbul’a gitti. Burada da va’z ve irşâd ile meşgul oldu. Sultan ikinci Bâyezîd Han Molla Arab’ın şöhretini işitip dersine geldi. Va’zını dinleyip te’sirli konuşmalarına hayran oldu. Çok defa ziyaretine gelip devletin bekâ ve devamı için duâlarını taleb etti. Molla Arab, “Tehzîb-üş-Şemâil”, “Hidâyet-ül-İbâd ilâ sebîl-ir-reşâd” adlı eserlerini yazıp, Sultan Bâyezîd Hân’a hediye etti. Ayrıca Sultan’ın gazâ sevâbına kavuşmasını istedi. Kur’ân-ı kerîmde, Nisa sûresi doksan beşinci âyet-i kerîmesinde meâlen; “Mü’minlerden özür sahibi olmaksızın cihaddan geri kalanlarla, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaşanlar bir olmazlar. Allah, mallarıyla ve canlarıyla savaşanları, derece bakımından oturanlardan çok üstün kıldı. Bununla beraber Allah, ikisine de Cenneti va’detmiştir. Fakat Allah, savaşanlara, oturanların üstünde pek büyük bir mükâfat vermiştir” buyurulduğu üzere, Sultan’ı gazâya teşvik etti. Ordu, Yundu seferine çıktı.
Molla Arab, Metan şehrinin fethine sebeb oldu. Kaleye ilk giren mücâhidler arasında idi. Gazâdan dönüşünde, İstanbul’da va’zlarına devam etti. Sonra ehl ve ıyâliyle (çoluk-çocuğuyla) Haleb’e gitti. Orada Çerkes beylerinden Hayr Bey’den çok hürmet gördü. Hayr Bey onun bütün ihtiyâcını karşılamak istedi. Fakat o, takvâsından, onun zerre miktarı bir şeyini kabûl etmedi. Haleb’de üç yıl kadar va’z, hadîs ve tefsîr ile meşgûl oldu. Bid’at ehli ve bozuk fırkaların zararlarını anlattı. Daha sonra İstanbul’a döndü.
Yavuz Sultan Selim Hân’ı, şiirlerle cihada teşvik ve tahrik eyledi. Bu maksadla “Es-Sedâd fî fedâil-il-Cihâd” kitabını yazdı. Çaldıran seferine katılıp, askere va’z ederek cesâret verdi. Muharebede duâ eder, Pâdişâh âmin derdi. Sarayköy ve Üsküp’te de on sene va’z ve nasihat ederek, çok kâfirin hidâyetine sebep oldu. Sultan Süleymân Hân ile de Engürüs seferine katılıp, zafer için yaptığı duâları makbûl-i ilâhî oldu. Sonra Bursa’ya gelip, çeşitli kitaplar yazdı. Kimya bilgisi de çoktu. İki mescid, iki de câmi yaptırdı. Nafakasını ticâret yaparak kazanırdı. Kimseden birşey kabûl etmedi. Hâfızası çok kuvvetli idi. Meşhûr altı hadîs kitabından hadîs-i şerîfleri bilirdi. Âlim, faziletli, mücâhid bir zât idi. Sîret-i Nebevî’yi bildiren “Tehzîb-üş-Şemâi” ve “El-mekâsıd fî fedâil-il-mesâcid” adlı kitapları meşhûrdur.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-11, sh. 81
2) El-A’lâm cild-6, sh. 316
3) El-Kevâkib-üs-sâire cild-2, sh. 56
4) Mir’ât-ı kâinat cild-3, sh. 119
5) Şakâyık-ı Nu’mâniyye cild-1, sh. 462
6) Şezerât-üz-zeheb cild-8, sh. 311
7) Sicilli Osmânî cild-4, sh. 111
8) Keşf-üz-zünûn cild-2, sh. 1031, 1060
9) Güldeste-i riyâz-ı irfan sh. 193
10) Şakâyık-ı Nu’mâniyye tercümesi (Mecdî Efendi) sh. 411
11) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh. 456