Yavuz Sultan Selim Hân ve Kanunî Sultan Süleymân Hân devirlerinde yaşayan Osmanlı âlim ve şâirlerinden. İsmi, İshak Çelebi bin İbrâhim Üskübî olup, İshak Çelebi diye tanınır. Babası, Kılıççı İbrâhim Efendi isminde san’atkâr bir zât idi. Bunun için, İshak Çelebi, Kılıçcı-zâde diye de tanınmıştır. 898 (m. 1493) senesinde, Rumeli’nin şirin yerlerinden olan ve Vardar nehri kenarında bulunan Üsküp beldesinde doğdu. 944 (m. 1537) senesi Rebî’ul-âhır ayının yirmibeşinci günü, Pazartesi gecesi Şam’da kadı iken vefât etti. Bâb-üs-sagîr’de defnedildi. Vefâtı için başka târihler de rivâyet edilmiş ise de, 944 (m. 1537)’de olması ihtimâli daha kuvvetlidir.
Babası demircilikle uğraşan bir zât olduğu hâlde, kendisi küçük yaştan i’tibâren ilim öğrenmeye meyilli olarak yetişti. Bu husûstaki gayret, istidat ve kabiliyetinin de fevkalâde olması sebebiyle, kısa zamanda kemâle geldi. Zamanının meşhûr âlimlerinden olan Mevlânâ Kara Bâlî hazretlerinin hizmetlerinde ve sohbetlerinde bulunarak, çok yükseldi. O büyük âlimden icâzet alıp me’zûn olduktan sonra, Edirne’de İbrâhim Paşa Medresesi’ne müderris olarak ta’yin edildi. Sonra Üsküp Medresesi’ne geçti. Bir müddet sonra da Bursa’ya giderek, Kaplıca Medresesi’nde ders verdi. Daha sonra da İznik’te Sultan Orhan Hân Medresesi’nde ve nihâyet 933 (m. 1526)’de Edirne’de Dâr-ül-hadîs Medresesi’nde vazîfelendirildi. Buraya ta’yininde âlimler şu beyti târih düşürmüşlerdir:
“Âlim-ü ehl-i tefsîr rûşen-i fakîh âfâk,
Allah, ne müstahaktır Dâr-ül-hadîs’e İshâk.”
İshâk Çelebi, bir müddet de burada ilme hizmet ettikten sonra, 937 (m. 1530)’de meşhûr Çivi-zâde ve İsrâfîl-zâde ile birlikte İstanbul’a gelerek, devrin âlimleri huzûrunda imtihan edildiler. Gösterdikleri yüksek başarı üzerine, tekrar müderrislik görevi ile devrin en yüksek ve meşhûr medresesi olan Sahn-ı semân medreselerine ta’yin edildiler. Nihâyet 942 (m. 1535) senesinde Şâm-ı şerîf kadılığına ta’yin edildi, İshâk Çelebi, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Şâm-ı şerîfe ulaştı. Şam’a ta’yin edilmesinde şu beyti târih düşürmüştür:
“Şehr-i Zilhicce’de azmim sefer-i Şam
oldu,
Başladım yazmağa târihi, akşam oldu.”
İshak Çelebi, birkaç sene bu hizmette kaldıktan sonra, Hasen Çelebi’nin kaydına göre burada vefât etti. Vefâtının yaklaştığı sırada şu beyti söylediğini, yine Hasen Çelebi, Tezkire’sinde kaydetmiştir. Beyt:
“Gelicek hâlet-i nez’a dedi, târihini
İshak,
Yöneldim cenâb-ı Hakka, başım açık, yalın ayak.”
İshâk Çelebi’nin önceleri uygun olmayan ba’zı tavırları olmuşsa da, sonradan halisane tövbe ettiği kaynaklarda bildirilmiştir. Şiirde, fesahat ve belagatta, ilim ve irfanda, zamanının sevilen ve takdîr edilen şahsiyetlerinden idi. İlme olan hizmetleri yanında, çağının edebiyat dünyâsında etkiler bıraktığı, şiirlerinin zevkle okunup takdîr edildiği, yine kaynakların ifâdesinden anlaşılmaktadır. Şiirleri âşıkane ve sâdedir. Üslûbu ve ifâdesi yapmacıktan ve mübalağadan uzak ve samimîdir. Şiir ve edebiyattaki mehâreti sebebiyle, bir müddet Yavuz Sultan Selim Hân’ın musahipleri (sohbet arkadaşları) arasına girdiyse de, ba’zı sebeplerden dolayı uzun müddet kalamadı.
İshak Çelebi’nin şiirlerini ihtivâ eden dîvânı basılmamıştır. Yazma nüshalarından birisi, Süleymâniyye Kütüphânesi, Kâdı-zâde Muhammed Efendi kısmında, 386 numarada kayıtlıdır. Üç nüshası da, İstanbul Üniversitesi. Kütüphânesi yazmalar kısmında mevcûttur. Bursalı Muhammed Tâhir Bey, Dîvân’ından başka, Yavuz Sultan Selim Hân’ın fetihlerine dâir bir Târih’i ile imtihan risalesi adlı iki eserinin daha bulunduğunu belirtmiştir. Ayrıca, Şehrengiz-i Bursa adlı manzûm bir eseri mevcûttur.
İshâk Çelebi, birçok fazilet ve güzel sıfatların kendisinde toplandığı, zarif, hoş sohbet bir zât idi. Zamanında bulunan fazilet sahibi âlimler arasında mümtaz bir yeri vardı. Sözlerinin sağlamlığı, akıcı üslûbu, söylediği sözlerin ma’nâlarının açıklığı sebebiyle, dinleyenlerin dikkat ve muhabbetlerini celbederdi. Aşırı ve yalan olmamak şartıyla, latife, şaka ve espiri yapmayı seven, hoş tabiatli, devamlı güleryüzlü bir zât idi. Sözleri, sohbetleri o kadar tatlı olurdu ki, o mecliste bulunanlar, o meclis hiç dağılmasın, o sohbet hiç bitmesin isterlerdi. Yaratılıştan kendisinde bir tatlılık ve doğruluk vardı. İ’tikâdı Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri i’tikâda tam uygun idi.
İlim ve edebdeki yüksekliği herkes tarafından bilindiğinden, âlim zâtlar da, diğer insanlar gibi gelip, onun sohbetlerinde bulunurlar, istifâde etmeye, feyz kaynağı olan sohbetlerinden nasîb almaya gayret ederlerdi.
Fesahat ve belagatta, ya’nî sözün açık, düzgün ve hatâdan uzak olması san’atında ve bu san’atı konuşurken en güzel şekilde tatbik etmek husûsunda o derece ileri idi ki, meşhûr Arab şâirlerinden olan Ümri-ül-Kays’ın şiirleri ve edebî sözleri, onun sözleri ve şiirleri yanında âciz ve yaralı, ya’nî cılız kalır ve Ebü’l-Alâ-i Me’arrî’nin şiirleri onun şiirleri yanında fesahat ve belagattan uzak kalır demişlerdir. Tertîb ettiği Dîvân’ının terkib ve üslûbuna, zamanın pâdişâhı dâhil herkes hayran kalmıştır.
İshak Çelebi’nin güzel şiirlerinden seçilen ba’zı beyitler:
Zâdımız gussa vü gam, derd-ü-belâ
râhilemiz,
Kâ’be-i kûyüne azmetmededir kâfilemiz.
Bade kim nûş ederim ayrı düşüp yârimden,
Katre katre dökülür dîde-i hûn bârımdan.
Bu ceşmim çeşme-sârının acep hûnîn akar
yaşı,
Meğer var ise ol aynın ciğer dağındadır başı.
Men eylese eşkim rûh-i cânânı gözümden,
Cevherse de billâh atarım ânı gözümden.
Her mû serimde başladı yer yer ağarmaya
Fasl-ı hazânda açılır oldu baharımız.
Sîne-i gül çâk çâk-ü cân-ı bülbül
derd-nâk,
Bağ-ı derdim mübtelâsı gül müdür, bülbül müdür?
Gün yüzün görmeyeli gündüzümüz şâm oldu,
Ay efendim daha gelmez misin akşam oldu.
Gönül âyinesi safidir amma,
Temaşa bunda bir ehl-i nazar yok.
Geçmişüz tâc-ü-kabâdan olûben aşka esîr,
Ger sorarsan bizi mecnûna çıkar silsilemiz.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Kâmûs-ül-a’lâm cild-2, sh. 903
2) Şezerât-üz-zeheb cild-8, sh. 254
3) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 202
4) Keşf-üz-zünûn sh. 848, 1001
5) Sicilli Osmânî cild-1, sh. 324
6) Şakâyık-ı Nu’mâniyye tercümesi (Mecdî Efendi) sh. 468
7) Tezkiret-üş-şu’arâ cild-1, sh. 158