Hanefî mezhebi fıkıh âlimi. İsmi, Zeynel’âbidîn bin İbrâhim bin Muhammed bin Nüceym el-Mısrî’dir. 926 (m. 1519) senesinde doğdu. 970 (m. 1562) senesinde Mısır’da vefât etti.
İbn-i Nüceym, Şerefüddîn Bülkînî, Şihâbüddîn Ahmed bin Yûnus Mısrî, Emînüddîn Mukammed Dımeşki, Ebü’l-Feyz Sülemî, Nûreddîn Dilemi ve birçok âlimden ilim öğrendi. Kendisinden ise; Şemsüddîn Muhammed bin Abdullah Gazzî, kardeşi Sirâcüddîn Ömer bin İbrâhim Mısrî ve birçok âlim ilim öğrendi.
Abdülvehhâb-ı Şa’rânî onun hakkında şöyle demektedir: “İbn-i Nüceym, faziletli ve güzel ahlâk sahibi bir zât idi. Çok sayıda talebe yetiştirdi. Onun yanında on sene kaldım ve ondan ilim öğrendim. 953 (m. 1546) senesinde birlikte hacca gittik.”
İbn-i Nüceym, çok kıymetli eserler yazıp, fıkıh mes’elelerini bir takım temel kaideler altında toplamaya çalıştı. Yazmış olduğu eserlerden ba’zıları şunlardır: 1- Eşbâh: Eser yedi bölümden meydana gelmiştir, ilk bölümde fıkıh mes’elelerinin temel kaidelerini, diğer bölümlerinde ise, fıkıh fürû’una dâir ince mes’eleleri anlatmaktadır. Bu eser çok meşhûr olup, birçok âlim esere şerh, haşiye ve ta’likler yazmışlardır. Eser 1298 (m. 1880) senesinde Mısır’da, 1322 (m. 1904) senesinde İstanbul’da basılmıştır. Mecelle’nin baş tarafındaki kaidelerin yarıya yakını bu eserden alınmıştır. Birçok şerhleri olup, en meşhûru Ahmed Hamevî’nin “Uyûn-ül-besâir” adlı şerhidir. 2- Zeyniyye: Hanefî fıkhına dâir meşhûr bir eserdir. 1323 (m. 1905) senesinde Bulak’da ve 1322 (m. 1904) senesinde Mısır’da basılmıştır. 3-Bahr-ür-râik fî şerh-i Kenz-id-dekâik: Kenz kitabının şerhidir. Yedi cild olup, bir cild tekmilesi ve İbn-i Âbidîn’in bunlara haşiyesi ile birlikte 1311 (m. 1893) senesinde Mısır’da, 1393 (m. 1973) senesinde Beyrut’ta basılmıştır. 4- Şerh-ül-Menâr Hâfızüddîn Nesefî’nin yazdığı “Menâr-ül-envâr” adlı usûl-i fıkha dâir esere yazdığı şerhidir. Beş ayda bitirmiştir. Ayrıca çeşitli konulara dâir yazmış olduğu risalelerin sayısı altmışdörde ulaşmaktadır. Fetvâları, oğlu Ahmed tarafından “Fetâvâ-i Zeyniyye” adıyle toplanmıştır.
İbn-i Nüceym’in “Kebâir ve segâir” adlı risalesinden ba’zı bölümler:
Büyük günahlardan ba’zıları:
Küfürden sonra gelen büyük günahların bir kısmı şunlardır: Zinâ, livâta, helâl olduğunu i’tikâd etmeden az bile olsa alkollü içki içmek (içkinin helâl olduğunu i’tikâd etmek küfürdür), yalancı şâhidlik etmek, muharebeden kaçmak, faiz yemek, ana-babaya karşı gelmek, yetimin malını yemek, akraba ile alâkayı kesmek, bilerek Resûlullah efendimize (s.a.v.) iftira etmek, özrü olmadığı hâlde kasden Ramazân-ı şerîfte oruç tutmamak, ölçü ve tartıda hile yapmak, farz olan namazı vaktinden önce veya sonraya almak, zekâtı vermemek, zulüm ile müslümana zarar vermek, Eshâb-ı Kirâmdan birisine dil uzatmak, âlimlere ve hamele-i Kur’ân’a dil uzatmak, onları ayıplamak, gücü yettiği hâlde emr-i ma’rûf ve nehy-i münker (iyiliği emredip, kötülükten men etmeyi) yapmamak, sihri öğretmek ve yapmak, Kur’ân-ı kerîmi okumayı unutmak, Allahü teâlânın rahmetinden ümidi kesip, mekrinden emîn olmak, ölüm tehlikesi gibi zarûret olmadan leş veya domuz eti yemek, kumar oynamak, malı isrâf etmek, yeryüzünde din ve mal husûsunda fesad çıkarmak, hâkimin haktan ayrılması, yol kesmek, günah olan işlerde yardımcı olmak, günah olan işlere teşvik etmek, hamamda insanların yanında avret mahallini açmak, Hazreti Ali’yi, Hazreti Ebû Bekr ile Hazreti Ömer’den üstün tutmak, intihar etmek, a’zâlarından birisini telef etmek, üzerine idrar sıçramasından sakınmamak, verdiği sadakayı başa kakmak, bir kâhini veya müneccimi tasdik etmek, elbiseyi kibirlenmek için uzatmak, kötü bir çığır açmak, iyilik yapana nankörlük etmek, müslümanın müslümana ey kâfir demesi, âlimin ilmi ile amel etmemesi, yemeği ayıplamak, dünyâyı sevmek, başkasının evinin içine bakmak, başkasının evine izinsiz girmek.
Şunlar da küçük günahlardandır: Sultanların ve zenginlerin rahatlığından ve ni’met içerisinde olduğundan bahsetmek, mâlâya’nî konuşmak, sövmek, kötü sözler söylemek, aşırı mizah yapmak, sırrı ifşa etmek, tanıdıkların ve dostların hakkını küçük görmek, zekâtı geciktirmek.
Büyük günah, yalnız tövbe etmekle affolur. Küçük günahları affettirecek şeyler çoktur. Tövbe ederken, kılmadığı namazları kaza etmesi lâzımdır. Kabûl olan hac, büyük günahları temizlemez diyen âlimler doğru söylemişlerdir. Temizler diyen âlimler de, namazı kaza etmek lâzım olmaz dememişlerdir. Namazı vaktinden sonraya geciktirmek günahı affolur demişlerdir. Ayrıca kaza etmek lâzımdır. Kaza etmeğe gücü varken kaza etmezse, ayrıca büyük bir günah daha işlemiş olur. Böyle olduğunu ba’zı âlimler tenbîh eylemiştir. Bunu iyi anlamak lâzımdır.”
Eşbâh kitabından ba’zı bölümler: “Yasaklardan, zararlardan kaçmak, iyi, fâideli şeyleri yapmaktan daha önce gelir. Hadîs-i şerîfte; “Emîrlerimi gücünüz yettiği kadar yapınız. Yasak ettiklerimden sakınınız” buyuruldu. Başka bir hadîs-i şerîfte; “Yasak edilmiş şeyin zerresini yapmamak, bütün insanların ve cinnin ibâdetlerinden daha çok sevâbtır” buyuruldu. Bunun için, meşakkat olunca vâcib terk edilir. Fakat yasakları, hele büyük günahları yapmağa hiç izin yoktur.” “Âyet-i kerîmede ve hadîs-i şerîflerde haram olduğu bildirilmiyen şeyler, aslı üzere helâl olur. Veya helâl ve haram diye hüküm olunamaz. Hanefî ve Şafiî âlimlerinin çoğu, böyle şeyler helâl olur dedi. İbn-i Hümâm, “Tahrîr” kitabında böyle söylüyor. Bunun için, Besmele ile kesildiği bilinmiyen hayvan ve zararı görülmeyen ota helâl denir.”
“İlk insan topraktan yaratıldı. Bütün insanların bedenleri toprak maddelerinden meydana gelmektedir. Fakat insanlar, ettir, kemiktir. Toprak değildir. Cin de böyledir. Ateş ve havadan yaratılmış iseler de, ateş ve hava değildirler.”
“Çocuğa hiçbir ibâdet, hattâ, Hanefîde zekât da farz değildir. Çocuğa hiçbirşey haram değildir. Çocuğa ta’zîr yapılır. Had vurulmaz. Kısas yapılmaz. Amden öldürdüğü, hatâ kabûl edilir. Aklı olunca, îmân etmesi vâcib olur denildi. Sadaka-i fitr ve kurbanın, kendi malından vâcib olması da ihtilaflıdır. Toprağı varsa, uşr ve haraç vermesi lâzımdır. Fâsid olmıyan ibâdetlerinin sevâblarına kavuşur. Çocuğa ilim öğretenlere, iyilik yaptıranlara çok sevâb verilir. Büyüklere İmâm olamaz. Bir kimse bir çocuğa imâm olunca, cemâat sevâbı hâsıl olur. Çocuk velî olamaz. Cum’a ve bayram hutbesi okuması caiz olur. Sultan olabilir ise de, milleti idâre için bir nâib ta’yin eder. İzin verilince da’vâ açabilir ve yemîni kabûl edilir. Ezan okuması sahîh ise de, mekrûhtur. Farz-ı kifâyeyi yapması ile, büyüklerden sakıt olmaz. Birşeyi yapması için çocuğa izin vermek caizdir. Çocuğun izinli olduğunu ve getirdiği şeyin hediye olduğunu söylemesi kabûl edilir. Sattığı şeyi, izinli olduğunu sorup anladıktan sonra almak caiz olur. Çocuğun (başkasının malından) getirdiği hediyeyi ve sadakayı almak da böyledir. Çocuğun izinli olduğunda şüphe edilirse, araştırmak lâzım olur. Öğrenmesi için çocuğa Kur’ân-ı kerîm vermek caiz olur. Kız çocuğunun küpe için kulağını delmek caizdir. Çocuğa gelen hediyeyi, çocuğa zarurî lâzım değilse, yalnız fakîr olan anası-babası yiyebilir. (Başka fakirlere de yediremezler.) Ana-baba fakîr değil, fakat kendilerinde bulunmayan birşey ise, yiyebilirler ve kıymetini çocuğa öderler. Anaya-babaya hediye etmek niyeti ile getirilen şey, kıymetsiz olduğunu bildirmek için, çocuğa hediye diyerek verilirse, anaya-babaya getirilmiş olur. Bunu, zengin iseler de yiyebilirler ve dilediklerine verebilirler. Akıllı çocuk, alış-verişe ve zekât vermeğe vekîl yapılabilir, izinli olsa dahî kefil olamaz. Çocuğun selâmına cevap vermek vâcib olur. Çocuğa selâm vermek caizdir. Müslüman olması sahîh olup, mürted olması sahîh değildir. Mürted olmağa sebep olunca öldürülmez. Besmele ile kestiği yenir. Kadınlara bakması ve halveti caizdir. Küçük kız, mahrem olmıyan emîn kimse ile sefere çıkabilir. Çocuğa tehlikeli iş yaptırınca çocuk ölürse, yaptıran diyetini öder. Çocuk çukura, suya düşüp ölürse, anası-babası cezalanmaz. Elinden düşürüp ölürse, keffâret lâzım olur ki, altmış gün oruç tutar. Çocuğun anasından, babasından izinsiz herhangi bir sefere çıkması caiz değildir. Ananın, babanın, günâh olmıyan emirlerine itaat etmesi farz-ı ayndır. Baliğ olan çocuğun da, seferin tehlikeli olması, veya kendisine muhtaç olmaları hâlinde, anne ve babasının izinleri olmadan gitmesi caiz değildir. Ana-baba olmazsa, ced ve cedde onların yerine geçer. Bunlardan izinsiz yapılan hac mekrûh olur. Fakîr oğlunu evlendirmek babaya vâcibdir. Çocuğun malını ona harc etmeğe, babası veya dedesi velî olur. Anası olmaz. Anası, kendi yanında kalan çocuğun ihtiyâcını onun parası ile satın alabilir.”
“Bahr-ür-râik”den ba’zı bölümler:
“Bıyığa, sakala, zînet için, süs için yağ sürmek mekrûhtur. Cemâl için, ya’nî çirkinliği gidermek, vekarını, şerefini korumak için yağ sürmek mekrûh değildir. Cemâl için yapılan bir şeyde zînet de hâsıl olursa, zînete niyet etmezse, zarar vermez. Yeni, güzel şeyler giymek de, cemâl için olunca mübah olur, iyi olur. Kibir için olursa haram olur. Giydiği zaman hâlinde bir değişiklik olmazsa, kibir için olmadığı anlaşılır. Sakalın uzunluğu sünnet mikdârı ise, daha uzatmak için yağlamak tahrimen mekrûh olur. Sakalın sünnet mikdârı, bir kabzadır, bir tutamdır. Sakalın, çenedeki ile birlikte bir tutamdan fazlasını kesmek vâcibdir. “Sakalınızı uzatınız!” hadîs-i şerîfi, bir tutamdan fazla uzatınız demek değildir. Sakalı bir tutamdan kısa yapmayın veya tamamen kazımayın demektir. Çünkü, bu hadîsi haber veren Abdullah İbni Ömer (r.a.), sakalının bir tutamdan fazlasını keserdi.”
Îmân: Peygamber efendimizin (s.a.v.) Allahü teâlâdan getirdiği açıkça bilinen şeylerin hepsini tasdik etmektir.
Hanefî mezhebi âlimlerinin ekserisi, îmânın kalb ile tasdik dil ile ikrâr etmek olduğunu söylemişlerdir. Kalb ile îmân ettikten sonra dil ile ikrâr etmek, dünyâda müslüman muâmelesi yapılması içindir.
Küfür: Lügatta (sözlükte) örtmek demektir. Dindeki ma’nâsı ise Resûlullahın (s.a.v.) açıkça bildirmiş olduğu şeyleri yalanlamaktır.
Hanefî mezhebi âlimleri, dîni hafife almak ma’nâsını taşıyan söz ve fiillerin küfrü gerektirdiğini buyurmuşlardır. Meselâ; bile bile kasden abdestsiz namaz kılmak. Resûlullah efendimiz (s.a.v.) farz ve vacibin dışında fazladan (nafile olarak) yaptığı için, bir sünnet-i seniyyeyi ehemmiyetsiz ve basit görerek devamlı terk etmek gibi.
“Feth-ül-kadîr”de şöyle buyuruluyor: “Küfrü gerektiren bir lafız (söz) ile şaka yapan, küfrü gerektiren sözün ma’nâsına inanmasa da, küfrü gerektiren sözü hafife aldığı, ma’nâsının tehlikeli ve îmânı giderdiğine ehemmiyet vermediği için mürted olur. Küfrü gerektiren lafızlar (sözler) fetvâ kitaplarından öğrenilebilir. Fetvâ kitaplarından küfrü gerektirdiği bildirilen sözler, hakîkaten dinden çıkmayı gerektirir. Ba’zı selefsizler (yeni) ortaya çıkanlar), fetvâlarda şunlar küfrü gerektirir sözü hakîkaten küfre düşürdüğü için değil korkutmak içindir, derler. Böyle söylemek bâtıl bir sözdür. Bu husûsta doğru olan küfrü gerektiren sözlerin ve fiillerin gerçekten küfrü gerektirdiğidir.”
Küfrü gerektiren sözlerden ba’zıları şunlardır: Birisine bu hasta olmaz. Bu, Allahü teâlânın (hâşâ) unuttuğu kimselerdendir, demek. Allahü teâlânın yukarıda veya aşağıda olduğunu söylemek. Bir şeyi söylediğini bildiği hâlde, eğer ben bunu söyledi isem, kâfirim demek. Gaybı bilirmisin, suâline evet bilirim diye cevap vermek. Ben çalınan eşyaları kimin çaldığını bilirim, demek. Bir sünneti hafif görmek. Eğer Allahü teâlâ bana şunu emretseydi yapmazdım demek. Haram yerken veya zinâ gibi haram bir işi yaparken Besmele çekmek. Cennete girdikten sonra Allahü teâlânın görüleceğini inkâr etmek. Büyük ve küçük günahların helâl olduğunu iddia etmek. Kendisine “Ey kâfir, ey yahudi, ey mecûsî” diyen kimseye cevap olarak buyurun emrinize hazırım demek. Günahkâr olan kimsenin tövbeyi unutup, günâhını basit görmesi, günah sebebiyle ceza verileceğine inanmayıp günahları çirkin görmemek. Zulmün, zinânın, haksız yere insan öldürmenin ve hiçbir dinde helâl olmamış olan her haramın, haram olmamasını temenni etmek. Mecûsîlere mahsûs olan nevruz gününde onlara uyarak onlarla beraber yaptıklarını yapmak. Nevruz gününde yemek, içmek için değil de sırf nevrûz gününe ehemmiyet vermek, kıymet vermek ve hürmet olsun diye, daha önce satın almadığı birşeyi satın almak. Nevruz gününde, bir yumurta ile de olsa, bu güne hürmetten dolayı müşriklere hediye vermek.
Dinsizlerin işlerini güzel görmek ittifâkla küfürdür. Hattâ âlimler buyurdular ki: “Mecûsîlerin yemek yerken konuşmamaları güzeldir” demek küfürdür.
Küfrü gerektiren bir sözün söylenmesi için telkinde bulunan kimse imansız olur. Bu telkin oyun tarzında bile olsa yine aynıdır.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-4, sh. 192
2) El-A’lâm cild-3, sh. 64
3) Şezerât-üz-zeheb cild-8, sh. 358
4) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 378
5) Kerâkib-üs-sâire cild-3, sh. 154
6) Fevâid-ül-behiyye sh. 134
7) Şakâyık-ı Nu’mâniyye zeyli (Atâî) cild-1, sh. 34
8) Keşf-üz-zünûn cild-1, sh. 97, 356, 727, cild-2, sh. 1515, 1661
9) Brockelmann Gal-2, sh. 310
10) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh. 1019
11) Eshâb-ı Kirâm sh. 352
12) İslâm Ahlâkı sh. 209, 270, 416, 528
13) Fâideli Bilgiler sh. 48, 86
14) Kebâir ve segâir
15) Bahr-ür-râik
16) Eşbâh