İBN-İ ATIYYE İSKENDERÎ (Muhammed Avfî)

Şafiî mezhebi âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden. İsmi, Muhammed bin Muhammed İbni Ali bin Sâlih bin Osman İbni Ebi’l-Feth bin Ömer bin Abdürrahmân bin Ali bin Muhammed bin Abdullah İbni Atâyye bin Abdüssamed bin Ali bin Abdülmu’tî bin Ahmed bin Yahyâ bin Mûsâ bin Hamza bin Abdürrahmân bin Abdürrahîm bin Mahmûd bin Muhammed bin İbrâhim bin Abdürrahmân bin Avfdır (r.anhüm). Eshâb-ı Kirâmdan ve Aşere-i mübeşşereden (dünyâda iken Cennetle müjdelenen on kişiden biri) olan Abdürrahmân bin Avf hazretlerinin soyundandır. Künyesi Ebü’l-Feth olup, lakabı Şemsüddîn idi. Mısır’ın İskenderiyye şehrinde, 818 (m. 1415) senesi Muharrem ayında dünyâya geldi. Küçük yaşta ilim tahsiline başladı. Mekke-i mükerreme, Yemen ve Hindistan taraflarına giderek, çok ilim öğrendi. Tekrar Mısır’a döndü. Sonra Irak’ı ziyâret etti. 880 (m. 1475) senesinden sonra, Şam yakınlarında bulunan Müzze’ye yerleşti. Burada çıkan bir isyandan sonra ayrılıp, Şam’da Âtike mahallesine geldi. 906 (m. 1501) senesi Zilhicce ayında, Şam’ın Şevîke yakınında Kasr-ül-Cüneyd mahalesinde vefât etti. İbn-i Hanbelî, 947 veya 948 (m. 1541) senesi Şa’bân ayı sonlarında vefât ettiğini bildirmektedir, İbn-i Tûlûn; “947 senesi Şevval ayının yedisinde Cum’a günü, Câmi-i Dımeşk’da cenâze namazı kılındı” demektedir.

Babası Şeyh Bedreddîn-i Avfî, oğlu Ebü’l-Feth’in doğumunu şöyle anlatır: “Annesi oğluma hâmile iken, evliyânın büyüklerinden Şeyh Abdürrahmân-ı Şebrîsî’nin yanına gitmiştim. Doğumun kolay olması için ondan duâ etmesini istedim. Bana dedi ki: “Senin hanımın Âmine’nin ikiz çocuğu olur.

Bunlardan birisi yedi gün sonra ölür, diğeri ise uzun zaman yaşar. Onun ismini “Ebü’l-Feth” koy. O, Allahü teâlânın lütuf ve ihsânlarına kavuşacak, Allaha tevekkül edenlerden olacak ve çok yüksek ma’nevî derecelere yükselmek nasîb olacaktır. Bu oğlun, sa’îd (Cennetlik) olarak yaşar ve şehîd olarak vefât eder. Dünyâdan, anasından doğduğu gündeki gibi günahsız olarak ayrılır. Onun şânı pek yüce olur. Allahü teâlânın emniyetine nail olur. Doğumdan sonra durum, Şeyh Abdürrahmân’ın haber verdiği gibi oldu. Doğumundan 40 gün sonra büyük bir ziyâfet verdim. Bu ziyâfette, Şeyh Abdürrahmân ve fakirlerden ve sâlihlerden kalabalık bir cemâat hazır bulunup, duâ ettiler. O gün onları misâfir ettim. Çocuğu alıp, onların huzûruna getirdim. Şeyh Abdürrahmân Şebrîsî, çocuğu aldı ve damağına bir kuru hurma koydu. Çocuk ağzında onu çiğnedi ve suyunu emdi. Sonra biraz bal istedi. Hemen hazır ettim. Şeyh Abdürrahmân ondan üç kerre ağzına koyup yaladı ve sonra çocuğa yalattı. Daha sonra fakirlerin önüne koydu ve onlara da bu baldan tatmalarını emretti. Yedi kerre balın üzerine Fâtiha-i şerîfe okudu. Bana da: “Al bunu annesine götür, ver. Ondan başka kimse yemesin. Bu mübârek çocuğu hakkında da bir korkusu endişesi olmasın. Yemîn ederim ki, vefât eden çocuğunun rûhunun Arş-ı a’lânın etrâfında dolaştığını görüyorum” dedi. Sonra evimden çıkıp gitti.

Ebü’l-Feth İbni Atiyye İskenderî, “Huccet-ür-râciha” kitabında şöyle anlatır: “Gençliğimde Şeyh Abdürrahmân’ı gördüm. Yanına yaklaştığım zaman, benim alnımdan öptü ve şefkatle bana baktı. Bana zikir etmemi, ya’nî Allahü teâlâyı çok hatırlayıp anmamı telkin etti. Bu husûsta benden söz aldı. Sonra bana dedi ki: Allahü teâlânın emânetinde olarak yaşa, Allahü teâlâya sığın. Allah, her işini kolaylaştırsın. Seni, kendisinin dışındaki şeylerden fânî kılıp, kendisi ile bâki eylesin. Sen, asrının İmâmı, zamanın bir tanesi, akranlarının en üstünü, din kardeşlerinin arasında mübârek olan bir kimsesin! Allah, seni koruyup gözetsin! Fazl-ün-kereminde ihsân ettiği şeylerle sevinç ve neş’eni arttırsın!” Daha sonra kıymeti, şerefi çok yüksek olan bir elbise giydirdi. Sonra da; “Artık bizim günlerimiz sona erdi, saatlerimiz tükendi” dedi. Yedi yıl sonra, zühd ve vera’ sahibi, âbid ve ârif Ebü’l-Hasen Ali Demnehûri’nin ve Şeyh Ebû İshâk İbrâhim EtkâvÎ’nin elinden, 825 (m. 1422) senesinde Muharrem ayının onuncu günü hil’at giydim.”

Ebü’l-Feth, ilimde çok yüksek idi. Çok ilim tahsil etti. Birçok âlimden hadîs ve fıkıh ilimlerini okudu. Bunların ilki, babasının dedesi Kâdı Nûreddîn Ebü’l-Hasen Ali’dir. O da, fıkıh ve hadîs ilmini çeşitli âlimlerden almıştı. Hâfız Alâüddîn Ali bin İbrâhim İbni Dâvûd bin Süleymân bin Sâlim bin Selâme el-Attâr’dan hadîs ilmini ve İbn-i Attâr’dan da fıkıh ilmini tahsil etmişti. Hâfız ve fakîh Ebû Zekeriyyâ Yahyâ bin Şerefüddîn en-Nevevî de onunla beraberdi. İbn-i Hacer, Takıyyüddîn Ressâm, İzzeddîn Ebû Muhammed İbni Furat el-Hanefî ve daha başka âlimlerden hadîs-i şerîf okudu. Hâfız Şemseddîn Ebü’l-Hayr el-Makdisi’den de, evinde ve Câmi-i Kâf’da “Sahîh-i Buhârî” ve “Sahîh-i Müslim” ile Sühreverdî’nin “Avârif-ül-me’ârif” kitabını, Kutbüddîn-i Kastalânî’nin giyim ve sohbet hakkındaki “İrtifâ’-ür-rütbe” kitabının, İbn-i Hişâm’ın “Siyer”ini, “Sünen-i İbn-i Mâce”, “Müsned-i Rıfâ’î” ve “Câmi-i Tirmizî” adındaki hadîs kitaplarını, “Muvattâ” ve “Sünen-i Ebî Dâvûd” ve daha başka kitaplardan ba’zı bölümleri okudu. Birçok âlim ona icâzet verdi ve hil’at giydirdi. Bunlardan ba’zıları şunlardır: Ebü’l-Abbâs Ahmed İbni Muhammed bin Hasen et-Türâbi, babası Kâdı Bedreddîn es-Sûfî, dedesi, dayısı Ebü’l-Abbâs Ahmed bin Kâsım et-Tûnûsi, Hâfız İbn-i Nâsıruddîn, İbn-i Cezerî, Şeyh Abdürrahmân İbni Ebi Bekr bin Dâvûd el-Hanbelî, Şeyh Ebü’l-Feth Muhammed bin Müslim, Şeyhülislâm İbn-i Hacer-i Mısrî.

Yaşadığı beldede ilim ve fazilet sahibi olarak tanınan İbn-i Atıyye’nin emsalleri arasında üstün bir yeri vardı. Tunus’ta, Sultan Hasen bin Muhammed bin Osman bin Mensûr bin Abdülazîz el-Hâfsî zamanında kadıaskerlik vazîfesine ta’yin edildi. Kanunî Sultân Süleymân Hân devrinde, deniz yolu ile İstanbul’a geldi. Pâdişâh kendisine çok ta’zim edip, sayısız ikram ve ihsânlarda bulundu. Ona iyi bir maaş tahsis edildi. Meşhûr zâtlardan birçok kimse gelip, ondan ders aldı. Bir ara kadıaskerlik vazîfesine ta’yin edildi, İlmini herkese yaydı ve bunları yazıp kitaplara geçirdi. Bu esnada Ca’berî’nin “Şerh-i Şâtıbıyye” kitabına birçok ilâvelerde bulundu. Vezir Mahmûd Paşa imâretinde, onun bir evi vardı. Sonra Mısır’a gitmek üzere Sultan’dan izin istedi. Çünkü Anadolu’nun kışına ve soğuğunun şiddetine dayanamadığı için izin istemişti. İstanbul’dan ayrılmasına izin verildi. Kara yolu ile Mısır’a gitmek üzere, 944 (m. 1537) senesinde İstanbul’dan hareket etti. Önce Haleb’e uğradı. Oradaki kırâat âlimlerinden İbn-i Hanbelî ve daha başkaları, ona gelip Kur’ân-ı kerîmi kırâat eylediler (okudular). İbn-i Hanbelî, derslerde onun yardımcılığını yapardı. Haleb’in sıcağından müteessir oldu. Afiyet içinde olmasına rağmen, talebelerinden Şemsüddîn-i Tayyibî ile beraber oradan ayrılıp Trablus’a geldiler. Bir müddet orada kaldı. Burada da, çok kimse ondan faydalanıp, çeşitli ilimleri tahsîl ettiler. Oradan Dımeşk’a (Şam’a) gelip, aynı senenin Cemâzil-evvel ayının dördünde Salı günü şehre girdiler. Câmi-i Tenkiz’e yerleşti. Sonra Şam beldesi kadısı Zeyneddîn-i Sahyûnî’nin evine geçti. Beldenin âlim ve fâzılları yanında toplanmaya başladılar, ilim ve tahkîk ehli olduğunu anladılar, özellikle tefsîr, edebiyat, mantık, kelâm, arûz, kırâat, me’ânî ve beyân ilimlerinde mütehassıs idi.

Şafiî âlimlerinden Şeyh Alâüddîn bin İmâdüddîn, ondan Kâdı Beydâvî tefsîrinin ilk kısımlarını, Seyyid Şerîf Cürcânî’nin “Risâlet-ül-vücûd” adındaki eserini ve Mes’ûdî’nin “Şerhu âdâb-il-bahs”inin bir bölümünü okudu. Şeyh Şihâbüddîn-i Tayyibî de, ondan ilm-i kırâat husûsunda çok şey okudu. Tayyibî’ye, okuttuğu ilimler için icâzet verdi. 944 (m. 1537) senesi Cemâzil-âhır ayının onaltısında Pazartesi günü Dımeşk’dan ayrıldı. Talebelerinden büyük bir cemâat, onu Dâryâ denilen yere kadar uğurladı. Talebesi Şeyh Şihâbüddîn-i Tayyibî, hocasının bu yolculuğunu anlatan bir eser kaleme alıp, ona “Sükker-ül-merşûş fî târih-i sefer-iş-şeyh Megûş” adını verdi.

İbn-i Hanbelî, onun hakkında diyor ki: “O, âlim ve her ilimde mahir bir zât idi. Şaşılacak bir zekâya ve anlayışa sahipti. Garîb şeylerden haber verirdi. İlmî mütâlâaları o kadar çoktu ki, bu husûstaki derecesine kimse yetişemedi. Oğlu Muhammed dedi ki: Babam çok talebe okuturdu. Ders vermekten vakit bulabilirse, ancak o zaman yatıp uyurdu. Büyük zâtlardan, ilim tahsîl etmek için kendisine müracaat edenler çok olurdu.”

“Şakâyık-ı Nu’mâniyye” adındaki eserin sahibi diyor ki: “İbn-i Atıyye, Şeyh Megûş’tan ilim tahsîl etti ve ondan Kur’ân-ı kerîmi okudu. Ayrıca onunla çeşitli konularda mübâhase etti. Fazilet, tetkik, hıfz ve tahkîk ehli olup, zamanının bir tanesi idi. Kur’ân-ı kerîmi kırât-ı seb’a veya kırâat-ı aşere ile ezberden okurdu. Nahiv ve Sarf ilimlerinde derin ilme sahipti, Seyyid Şerîf Cürcânî’nin haşiyeleri ile birlikte “Telhis” kitabını şerh etmiş ve tamâmını ezberlemişti. Bu kitabı çok tetkîk ve tahkîk ederdi. Ayrıca o, Seyyid Şerîf Cürcânî’nin “Mevâkif, İsfehânî’nin “Tavâli” ve Allâme Kutbüddîn-i Râzî’nin “Metali” kitaplarını da şerh etmiş ve başından sonuna kadar hepsini ezberlemişti. Mantık ilminin bütün kaidelerini ezbere bilirdi. Hiçbirini hatırından çıkarmazdı. “Şerh-i Tavdîh” kitabının şerhi olan “Telvîh” kitabı ile, Kâdı Adûdüddîn Îci’nın “Şerh-ı Muhtasar-ı İbn-il-Hâcib” kitabının tamâmı onun ezberindeydi. Usûl-i fıkıh ilminin bütün kaidelerini ezberlemişti. Tayyibî’nin haşiyeleri ile birlikte, “Keşşâf tefsîrini başından sonuna kadar ezberlemişti. Bu derece yüksek ilminin yanında, gayet yumuşak sözlü ve alçak gönüllü idi. Gayet vakûr idi. Bütün güzel huylarla süslenmişti. Vakitlerinin çoğunda Kur’ân-ı kerîm tilâveti ile meşgûl olurdu. Bütün ilimlere dâir kitapları ezberlediği için, yanında kitap ve defter bulunmadığı hâlde, çeşitli mütalaalarda bulunurdu.” Başlıca eserleri şunlardır: 1-Huccet-ür-râciha fî sülûk-i muhaccet-il-vâdiha, 2-Âdâb-ül-libâs ves-sohbe: Tasavvuf hakkında, dört cildlik bir eserdir. 3-Dîvân-ı şi’r, 4-Tuhfet-ül-lebîb ve bugyet-ül-keîb, 5-Keşf-ül-beyân an sıfât-il-hayavân. 6- Şerhu ferâiz-ir-rahbiyye: Büyük bir cild hâlinde yazdığı bu eserini, 883 (m. 1478) senesinde tamamlamıştır. 7-Kitâb-ül-Arabiyye.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-11, sh. 248

2) Şezerât-üz-zeheb cild-8, sh. 30, 33

3) Kevâkib-üs-sâire cild-1, sh. 14, 15, 16, 17

4) El-A’lâm cild-7, sh. 53

5) Esmâ-ül-müellifîn cild-2, sh. 210, 223

6) Brockelmann: Sup-2, sh. 58