İslâm âlimlerinden ve tasavvuf büyüklerinden. İsmi, Irâkî-zâde Muhammed olup, Çerkezdir. Gençliğinde Cindi (yiğitler, pehlivanlar) taifesinin reîsi idi. Doğum târihi ve yeri bilinmemekte olup, 922 (m. 1516) senesinde Medîne-i münevverede mücavir iken vefât etti.
Irâkî-zâde Muhammed Efendi, ilk zamanlarında çok zengin idi. Malının haddi hesabı yoktu. Sultanlar gibi köşklerde yaşar, emrinde binlerce insan hizmet ederdi. Çok heybetli idi. Kendisine çok i’tibâr edilir, hürmet gösterilirdi. Tam debdebeli bir hayat yaşardı, ölçüye sığmayacak kadar mala sahip olmasına ve binlerce hizmetçisi bulunmasına rağmen, çok âdil ve cömert idi. Çok yüksek bir ahlâka sahip idi. Fakirleri gözetirdi. Emrindeki insanlara ihsânlarını bol bol yapardı. Bunun için herkes onu sever, sayardı. Tasavvufa girmeseydi, iyi bir devlet başkanı olacak karaktere sahip idi. İçinde bulunan tasavvuf yolunda ilerlemek arzusu, onu bu debdebeli hayattan çekti. O zamanda bulunan tasavvuf büyüklerinden Seyyid Ali bin Magribî’nin emrine ve hizmetine girdi. Çok sıkı, zahmetli, meşakkatli riyâzet çekerek, yüksek derecelere kavuştu. Dünyalık hazîneler yerine, gönlünü bitmez tükenmez hazîneler ile doldurdu. Hocası Seyyid Ali bin Magribî, Irâkî-zâde Muhammed’e önce çok sıkı riyâzet ile nefsini temizlemesini emreyledi. Uykuyu ve yeme-içmeyi o kadar azalttırdı ki, günlerce uyumaz, yemekleri de ayakta duracak kadar yerdi. Ba’zan birkaç gün hiçbir şey yemezdi. Bir defasında yaz mevsiminde, günler çok sıcaktı. Her taraf yanıp kavruluyordu.
Birgün susuz durmak mümkün değildi. Böyle bir zamanda hocası, Irâkî-zâde Muhammed’e yirmi gün su içmemesini söyledi. Hocasının emrini tutarak, yirmi gün su içmeyip, bu sıkıntıya tahammül etti. Yirmi gün sonra hararetinin ve ateşinin şiddetlenmesi sebebiyle aklı başından gitti ve olduğu yere yığılıp kaldı. Onun bu hâlini, hocası kerâmetler hazînesi olan Seyyid Ali bin Magribî’ye haber verdiler. Su içmesine izin vermesini istirhâm ettiler. “Susuzluk ateşinden ölecek hâle geldi” dediler. Seyyid Ali bin Magribî; “Ölürse emr-i Hak meydana gelmiş olur. Allahü teâlânın rahmetine kavuşur” dedi. Gelen kimseler su verilmesi için ısrar ettiklerinde, Ali bin Magribî; “Su vermek, Allah sevgisinin ateşinin ocağına su dökmektir” dedi ve su verilmesine müsâade etmedi. Ancak başına soğuk su dökmelerini söyledi. Bu emir üzerine Irâkî-zâde’nin başına soğuk su döktüler ve bedenine su serptiler. O zaman aklı başına geldi ve ayağa kalktı. Ayağa kalkması ve doğrulması öyle dehşetli bir hâlle oldu ki, birkaç gün sonra tasavvufta yüksek hâllere kavuştu. Allahü teâlânın cezbeleri kendisini kapladı. Bu aşk ateşi ile yanıp yakılırdı. Bütün bedeni, Allah yolunun ateşi ile doldu. Zühd ve takvâ ehli bir kimse oldu. Haramlardan ve şüphelilerden çok sakınırdı. Dünyâ malına zerre kadar kalbi meyl etmez, dünyâ malını aklına bile getirmezdi. Bütün vücûdu pür nûr idi. Mübârek vücûdu, karanlık gecedeki ay ışığı gibi etrâfını nûrlandırdı.
Hocası Seyyid Ali vefât ettikten sonra, Medîne-i münevverede mücavir oldu. Mukaddes yerlerde bulunmanın verdiği saadet ile yaşamakta, ibâdet ve tâat ile meşgûl olmakta iken vefât etti ve orada defn olundu.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Sicilli Osmanî cild-4, sh. 107
2) Şakâyık-ı Nu’mâniyye tercümesi (Mecdî Efendi) sh. 358