Evliyânın, büyüklerinden. İsmi, Hüseyn bin Abdullah Ayderûs’tur. 861 (m. 1456) senesinde Yemen’de doğdu. 917 (m. 1511) senesinde Yemen’in Terim kasabasında vefât etti. Orada babasının yanına defnedildi.
Hüseyn bin Abdullah Ayderûs seyyid olup, ilim, amel, cömertlik ve diğer güzel huylarda üstün bir dereceye sâhibdi. Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. Gece-gündüz Kur’ân-ı kerîm okur, ecdadının âdet-i şerîfesi üzere geceleri ihyâ eder, ibâdetle geçirirdi. Misâfirlere, fakirlere, kimsesizlere bol bol yedirir, içirir, yardım ederdi. Herkesin kardeşçe yaşamasını ister ve insanların aralarını ıslâh ederdi. Kur’ân-ı kerîmden Allahü teâlânın murâdını ve hadîs-i şerîflerden Muhammed aleyhisselâmın murâdını anlıyan bir zât idi.
Babası onun hakkında dedi ki: “Secdede iken yaptığım duâların çoğunda, Allahü teâlâdan bana sâlih ve âlim bir evlâd vermesini istedim, işte o evlât, bu oğlum Hüseyn’dir.”
Kardeşi Ebû Bekr bin Abdullah Ayderûs onun hakkında dedi ki: “Kardeşim Hüseyn, bizden üstün ve cömerttir. Zira o, sıkıntı ve darlık hâlinde de yardım eder, elinde ne varsa verirdi. Biz ise imkânımız olduğu zaman yardım ederdik.”
Hüseyn bin Abdullah Ayderûs’un, ilim ve edeb öğrendiği hocalarından ba’zıları şunlardır: Fakîh Abdullah bin Ahmed Ebû Kesîr, Kâdı İbrâhim bin Zâhira, Fakîh Muhammed bin Abdürrahîm Eska, Fakîh Allâme Abdülhâdî Sûdî’dir.
Fakîh Abdullah bin Ahmed Ebû Mahzeme dedi ki: “Ben Hüseyn bin Ayderûs’dan daha akıllı, ileri görüşlü bir zât görmedim.” Hüseyn bin Ayderûs, iki sene kadar Mekke-i mükerremede mücavir, olarak kaldı ve ceddi Muhammed aleyhisselâmın kabrini devamlı ziyâret etti. Çok kimseler, Hüseyn bin Ayderûs’u yazılarında ve şiirlerinde medhettiler. Özetle şöyle dediler “Âlimlerin, evliyânın onun üstünlüğü hakkında söyledikleri haberler kulaktan kulağa yayıldı. O, bereketli bir yağmur gibidir. Mal, mülk sahibi olanların cimrilik yaptığı bir zamanda o, bereket yüklü bir yağmur bulutu gibi muhtaçların imdâdına koşup yardım etti. İnsanlara dünyâ ve âhıret saadetini gösteren İslâm dînine sımsıkı bağlı ve Resûlullahın (s.a.v.) hadîs-i şerîflerini dilinden düşürmiyen bir zât idi. Kendinden önceki âlimlerin, velîlerin üstünlüklerine ve güzel ahlâkına vâris oldu.”
Hüseyn bin Abdullah Ayderûs’un çok kerâmetleri görüldü. Hüseyn bin Ayderûs’un talebesi olan Abdürrahmân bin Ali şöyle anlattı: “Bir Cum’a günü Hüseyn bin Ayderûs’un arkasında sabah namazı kılıyorduk. Birinci rek’atte secde sûresi’nin yarısını okudu. Ben de o arada çok daraldım, ikinci rek’atinde öbür yarısını okuması lâzım idi. Fakat o, ikinci rek’ atte Fâtiha’dan sonra hemen İhlâs sûresini okudu ve rükû’ etti. Ben ve diğer cemâatin hepsi bu duruma şaşırdık. Zîrâ her zaman, uzun bir sûrenin yarısını bir rek’atte, diğer yarısını da bir rek’atte okurdu. Namaz bittikten sonra, mihraba döndü ve tefekkürle meşgûl oldu. Güneş bir mızrak boyu yükseldikten sonra duhâ namazı kıldı. Sonra bize bakıp buyurdu ki: “Cemâatte daralan bir kimse varsa, o zaman zammı sûreyi kısa okumak lâzımdır.” O zaman anladım ki, o benim darda olduğumu anlamış ve onun için kısa olan İhlâs sûresini okumuş.”
Hüseyn bin Abdullah’ın ba’zı talebeleri huzûruna gelip, mallarının azlığından ve nüfuslarının çokluğundan ve bu yüzden de geçim sıkıntısı çekmekte olduklarını söylediler ve hocalarından kendilerine bir yol göstermesini taleb ettiler. Bunun üzerine Hüseyn Ayderûs, dergâhın bir hizmetçisini huzûruna çağırdı ve ona dedi ki: “Bana bir miktar hurma ile, kuru üzüm ve buğdayla diğer erzaklardan getir.” O da onun emrettiği bütün şeylerden bir miktar getirdi. Ayderûs onları aldı ve üzerine okuyup duâ etti ve talebelerine dağıttı. Onlar da götürüp, kendi erzaklarının arasına karıştırdılar. Çok az birşey, Ayderûs’un himmet ve bereketi ile onlara uzun zaman yetti. Onlar da hocalarının bereketinden olduğunu anladılar ve bir daha geçim sıkıntısı çekmediler.
Hüseyn Ayderûs’un talebelerinden olan Muhammed bin Ali, bir sebepten dolayı Şebâm beldesinde hapse atıldı. Hapiste iken hocasını vesile ederek, kurtulması için Allahü teâlâya yalvardı. Akşam o beldenin âmiri Ayderûs’u rü’yâsında gördü. Çok heybetli idi. Âmir korkuyla: “Ey efendim, sizin bize bir emriniz var mı?” diye sordu. O da; “Hapishânenizde bulunan Muhammed bin Ali benim talebemdir ve sen onu suçsuz olarak haps ettirdin. Onu hemen serbest bırakın. Derhâl benim yanıma gelsin” dedi. Bunun üzerine, sabah olur olmaz âmir gidip hemen onu hapisten çıkardı ve ona; “Hüseyn Ayderûs seni yanına ister” dedi. O bu duruma çok hayret etti. Kendi kendine; “Âmir acaba onu nerede gördü ?” diye düşündü. Hocasının huzûruna gelince, hocası ona tebessüm ederek; “Yavrum, onlar bizi rü’yâda gördüler” buyurdu.
Hüseyn bin Abdullah Ayderûs, bir şiirinde özetle şöyle dedi:
“Allahü teâlâyı zikretmek (anmak), hayâta tad ve güzellik verir. Allahü teâlânın râzı olduğu, beğendiği yola gir. O’nun emirlerine uy. Gayet edebli ol. Oyun ve eğlenceyi bırak, âhıret için çalış. Nefsinle mücâdele et. İşlerini sırf Allahü teâlânın rızâsı için yap. Doğru yolda bulunan âlimlere ve onların kitaplarına göre işlerini yap, onlara uy. Şunu unutma ki, dünyâda da âhırette de izzet ve şeref, Allahü teâlâya ibâdet etmekte, O’nun beğendiği ve râzı olduğu işleri yapmaktadır. Yoksa malda ve makamda değildir.”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Câmi’u kerâmât-il-evliyâ cild-1, sh. 405
2) Nûr-us-sâfir sh. 88