Evliyânın büyüklerinden ve Uşâkîlik tarikatının kurucusu. İsmi Hasen olup, lakabı Hüsâmeddîn’dir. 880 (m. 1475) senesinde Buhârâ’da doğdu. Soyu Hazreti Hüseyn’e ulaşır. Hacı Teberrük isminde bir tüccârın oğludur. Anadolu’ya gelip, Uşak’ta yerleştiği için “Uşâkî” denildi. Sonra İstanbul’a gelerek, Kâsımpaşa’da kendisi için yaptırılan dergâhta tâliblerine ilim öğretti. Hac farizasını îfâ ettikten sonra, dönüşünde 1003 (m. 1594) senesinde Konya’da vefât etti.
Hüsâmeddîn Uşâkî, ilk tahsilini babasının nezâret ve himâyesinde tamamladı. Babasının vefâtı üzerine ticâretle meşgûl olmaya başladı. Üzüntü içinde uyuduğu bir gece, rü’yâsında ona şöyle denildi: “Boş yere ticâretin zahmetini çekmek, hakîkat ehli için zarar ve ziyandır. Arzun âhıret ticâreti, ya’nî Allahü teâlâya kavuşmak olsun. Gayen sonsuz sermâyeyi elde etmek ise, dünyâ mallarından yüz çevirip, Anadolu’nun güzel şehirlerinden Uşak’ta oturan Seyyid Ahmed-i Semerkandî hazretlerine varıp teslim ol. Uzlet köşesine çekilip, dâima Rabbin ile ol! İşte bu ma’nevî işâretten ve almış olduğu emirden sonra kendinde bir başkalık hisseden Hüsâmeddîn Uşâkî hazretleri, bir an önce bu zâta kavuşmak arzusu ile yanıp tutuşmaya başladı. Babasından mîrâs kalan bütün mallarını, servetini ve kurulu ticâret düzenini kardeşi Mahmûd Çelebi’ye bağışlayıp, kalbinden dünyâ sevgisini uzaklaştırdı. Durmadan içini yakan aşk ateşinin te’sîri ile, yaya olarak Buhârâ’dan ayrılıp yola çıktı. Aylarca süren zahmetli ve meşakkatli yolculuklardan sonra, Erzincan vilâyetine geldi. O sırada Erzincan’da bulunan Seyyid Ahmed-i Semerkandî hazretleri ile karşılaşıp ona bağlanarak, sâdık bir talebesi oldu. Hakîkî rehber olan bu büyük âlime bağlılığının kuvveti sayesinde kemâle kavuşup, evliyâlığın yüksek derecelerine ulaştı. Seyyid Emîr Semerkandî hazretleri, kısa zamanda evliyâlık makamına yükselen Hüsâmeddîn-i Uşâkî’ye, aldığı ma’nevî emir üzerine hilâfetnâme verdi. Sonra Hüsâmeddîn-i Uşâkî, me’mûr edildiği Uşak şehrine giderek yerleşti.
Hocası Seyyid Ahmed-i Semerkandî’nin âhırete irtihâlinden sonra, onun yerine geçti ve talebe yetiştirmeye başladı. Kısa zamanda ismi güneş gibi parlamaya ve şöhreti çok uzaklara yayılmaya başladı. O sırada devrin pâdişâhı, Sultan İkinci Selim Hân idi. Pâdişâhın iki oğlundan biri olan Şehzâde Murâd, Manisa’da vâli idi. Şehzâde Murâd, Hüsâmeddîn-i Uşâkî hazretlerine, kendisinin sultan olup olmıyacağını anlamak üzere, bir mektûpla hizmetçisini Uşak’a gönderdi. Uşak’a varan haberci, doğruca Hüsâmeddîn-i Uşâkî’ye giderek, huzûra kabûl edilmesini rica etti. Huzûra kabûl edilen haberci, daha mektûbu Hüsâmeddîn-i Uşâkî hazretlerine vermeden ve ziyâreti hakkında birşey söylemeden, Uşâkî hazretleri ona; “Git’ Şehzâdeye söyle. Hemen İstanbul’a hareket etsin. Filan gün saltanat tahtına oturacaktır” dedi. Haberci, hemen Manisa’ya dönerek müjdeyi Şehzâde’ye bildirdi. Şehzâde Murâd, vakit geçirmeden İstanbul’a hareket etti. Balıkesir’e geldiğinde, Vezîr-i a’zam Sokullu Mehmed Paşa’nın gönderdiği elçilerle karşılaştı. Elçiler, Sadr-ı a’zamın mektûbunu Şehzâde’ye verdiler. Mektûbu okuyan Şehzâde, bu mektûptan babası Sultan İkinci Selîm’in vefât ettiğini, Sadr-ı a’zamın ölüm haberini halktan sakladığını ve kendisini tahta çıkarmak üzere da’vet ettiğini öğrendi. İstanbul’a giderek, Hüsâmeddîn-i Uşâkî’nin haber verdiği zamanda, Sultan Üçüncü Murâd Hân nâmıyla tahta geçti.
Bu hâdiseden sonra, Sultan Murâd Hân’ın Hüsâmeddîn-i Uşâkî hazretlerine karşı sevgisi ve hürmeti daha çoğaldı. Onun kâmil bir zât olduğuna güveni bir kat daha ziyâdeleşti ve onu İstanbul’a da’vet etti. Bunun üzerine Hüsâmeddîn-i Uşâkî, Uşak’tan ayrılıp, İstanbul’a geldiğinde; Pâdişâh, erkânı ve büyük bir halk topluluğu tarafından hürmet ve ta’zim ile karşılandı. Aksaray civarında oturması için Hüsâmeddîn-i Uşâkî’ye bir ev tahsis edildi. Bir müddet orada kalan Hüsâmeddîn-i Uşâkî hazretleri, Pâdişâh’a yakınlığından istifâde etmek istiyenlerin verdiği sıkıntıdan dolayı Uşak’a dönmeye karar verdi. Yol hazırlıklarının yapıldığını haber alan Pâdişâh, bu büyük zâtın İstanbul’da kalması için ricada bulundu. Uşâkî hazretleri, Sultan Üçüncü Murâd Hân’ın ricasını kabûl edip, İstanbul’da kalmağa karar verdi. Pâdişâh’ın emriyle Kâsımpaşa civarında Hüsâmeddîn-i Uşâkî’nin adına bir dergâh inşâ edildi. Hasen Uşâkî burada uzun zaman kalarak, çok talebe yetiştirdi. Sohbetlerinde çok kimseler kemâle geldi. Hilâfet verdiği talebelerini Anadolu’nun çeşitli yerlerine, halka doğru yolu göstermeleri için gönderdi.
Hasen Uşâkî İstanbul’a geldiği zaman, evliyânın büyüklerinden Ümmî Sinân hazretleriyle görüştü. Ümmî Sinân ona Halvetîlik tarikatında hilâfet verdi. Şeyh Ahmed-i Semerkandî ise, ona “Kübreviyye” ve “Nûr-i Bahriyye” yolunun hilâfetini vermişti. Hüsameddîn Uşâkî de bu yolları birleştirerek, Uşâkîlik tarikatını kurdu.
Âşık Edîb Efendi, Hüsâmeddîn-i Uşâkî hakkında bir beytinde şöyle demektedir:
Hüsâmî himmetiyle ejder-i nefsi zebûn
eyler.
Medet ey pîr-i cânperver Hüsâmeddîn-i Uşâkî!
Şeyh Müştak Kadirî ise onun büyüklüğünü şu beytinde aksettirmektedir:
Eder bir anda vâsıl kûy-i yâre cümle
muştâki,
Nigâh-ı Himmet eylerse Hüsâmeddîn-i Uşâkî.
Şöyle anlatılır: “İnsanların kalabalığından rahatsız olan Hüsameddîn Uşâkî, Pâdişâh’tan hacca gitmek ve Resûlullah efendimizi (s.a.v.) ziyâret etmek için izin istedi. Pâdişâh ona izin verdi. Sefere çıkmadan önce, oğlu Mustafa Efendi’ye hanımının hâmile olduğunu söyleyerek; “Bizim bu fânî âlemi terketmemiz yakındır. O saâdetli oğlumun ismini Abdürrahîm koy ve kendisinin ilim ve terbiyesi ile meşgûl ol” diye vasıyyette bulundu.
Hüsameddîn Uşâkî, hac farizasını yerine getirip geri dönerken, Konya’da rahatsızlandı ve orada vefât etti. Cenâze namazı Konya’da kılındı. Vasıyyeti üzerine İstanbul’a götürülmek üzere yola çıkarıldı. Konya vâlisi, yola çıkmadan önce Hüsameddîn Uşâkî’nin kokmaması için ilaçlatmak istedi. Fakat oğulları ve talebeleri buna karşı çıkarak, Uşâkî hazretlerinin kokmıyacağını söylediler ve ilâçlatmadılar. Mübârek bedeni, hiç kokmadan İstanbul’a getirildi şimdiki kabrinin bulunduğu yere defnedildi.
Bir zelzele yüzünden Hüsâmeddîn Uşâkî’nin türbe ve dergâhı harâb olmuş ve çökmüştü. Kabir, sokak zemininden çok aşağı kaymıştı. Yağmur suları kabre doluyordu. Zamanın Pâdişâhı Sultan İkinci Abdülhamîd Hân bir gece rü’yâsında onu gördü. Uşakî hazretleri sultâna; “Kabrimdeki mahzuru izâle ediniz” dedi. Sultan uyanınca, hemen yakını Hacı Ali Paşa’yı huzûruna çağırıp, rü’yâsını ona anlattı. Sultan Abdülhamîd Hân, dergâhın yerini bilmiyordu. Hacı Ali Paşa’ya dergâhın ve türbenin yerini bulmasını söyledi. Hacı Ali Paşa, Kâsımpaşa’da dergâhın ve türbenin yerini araştırarak, buldu. Dergâhın zelzeleden ve su baskınından sonra yıkık ve dökük bir hâlde olduğunu sultâna bildirdi. Sultânın emri ile, dergâh türbe yeniden yaptırılarak şimdiki hâline getirildi.
Şöyle anlatılır: “Kâsımpaşa’da, Uşâkî hazretlerinin dergâhı yakınlarında Ali Efendi isminde bir zât vardı. Ali Efendi misk satıcısı idi. Birşey tartarken, hak geçmesin diye çok dikkat ederdi. Ali Efendi Hac farizasını yerine getirmek için Mekke-i mükerremeye gitmişti. Hacı olduktan sonra, Resûl-i ekremin (s.a.v.) kabr-i şerîfini ziyâret için Medîne-i münevvereye gitmek istedi. Fakat ayaklarındaki bir hastalıktan dolayı gidemedi. Bu duruma çok üzüldü. Bir gece rü’yâsında Peygamber efendimizi (s.a.v.) gördü. Resûl-i ekrem (s.a.v.) ona; “Ağlama! Kâsımpaşa’da evlâdım Hüsâmeddîn-i Uşâkî’nin kabrini ziyâret et, onu ziyâret etmek, beni ziyâret gibidir” buyurdu. Sonra İstanbul’a dönen Ali Efendi, hergün işe giderken Uşâkî hazretlerinin kabrini ziyâret etmeği kendisine vazîfe ve âdet edinmişti. Vefât ederken bunu çocuklarına vasıyyet etti.”
Hüsâmeddîn Uşâkî, çeşitli eserler yazdı. Bunlardan ba’zıları şunlardır: 1-Evrâd-ı kebir, 2- Hizb-üt-tesbîh, 3-Ahzâb-ı Usbûiye 4- Şerhu virdi Settâr.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Sefîne-i evliyâ cild-4, sh. 179
2) Mir’ât-ı İstanbul cild-1, sh. 529
3) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh. 995, 1003
4) Hadikat-ül-cevâmi’ cild-2, sh. 23