HACI RAMAZAN

Osmanlılar zamanında yetişen İslâm âlimlerinden. Kastamonuludur. Hacı Ramazan Efendi diye tanınır. Doğum târihi tesbit edilememiştir. 920 (m. 1514) senesinde İstanbul’da vefât etti. Kaynaklarda, hakkında fazla ma’lûmât yoktur.

Zamanında bulunan âlim ve evliyânın en büyüklerinden olan Kastamonulu Hacı Ramazan, çok ibâdet ederdi. Geceleri namaz kılmakla ve gündüzleri oruç tutmakla geçirirdi. İnsanlardan ayrı, kendi hâlinde bir yaşayışı vardı. Allahü teâlânın muhabbeti ile yanardı. Allahü teâlânın hidâyet ve ihsânlarına mazhar olmuş olan yüksek zâtların üstünü, irfan sahiplerinin yükseği idi. İnsanlar onu mübârek kabûl edip, bereketlenmek için yanında ve sohbetlerinde bulunurlardı.

Rivâyet edilir ki, Hacı Ramazan’ın kızından olan bir torunu vardı. Bu çocuk, bir zaman şiddetli bir hastalığa yakalandı. Öyle ki, başında bulunanlar ve akrabâları, çocuğun rûhunu teslim etmek üzere olduğunu görerek, yaşamasından ümit kestiler. Bu sırada çocuğun annesi, babasına (Hacı Ramazan’a) giderek, oğlunun sıhhate kavuşması için Allahü teâlâya duâ etmesini rica eyledi. O da murâkabe yoluyla Allahü teâlâya teveccüh eyledi. Daha sonra kalbine gelen ilhamı kızına bildirip; “Murâkabede senin oğlunu (torunumu) namaz kılarken gördüm. Bu hâl, onun sıhhatine, yaşıyacağına ve sâlih bir kimse olacağına alâmet ve işârettir” buyurdu.

Hacı Ramazan’ın kızı bu habere çok sevinip, çocuğunun iyileşmesini beklemeye başladı. Bu hâdiseden bir gün sonra, bu çocukcağız hastalıktan şifâ bulup, hiç hasta olmamış gibi tamamen sıhhate kavuştu. Çocuğun bu hâline şâhid olanlar, ölüm hâlindeki bir hastanın bu kadar kısa bir müddette iyileşip sıhhate kavuşmasının normal bir hâdise olmadığını, bunun, o büyük zâtın bir kerâmeti olduğunu anladılar.

Hacı Ramazan’ın memleketi olan Kastamonu’da vazîfe yapan müderrislerden birisi şöyle anlatır: “Bir arefe günü idi. Bakmakla mükellef olduğum kimselerin bayramlık ihtiyâçlarını ve eve lâzım olacak şeyleri almak için hiç param yoktu. Bu durumdan dolayı üzüntü içindeydim. Şehrimizin ileri gelenlerinden borcum olmayan kimse yoktu. Bu sebepten, onların birinden yardım istemek veya borç almak gibi bir imkânım da yoktu. Hepsine borcum olduğundan kimseye gitmeye cür’ et edemedim. Bu hâlin verdiği ızdırabla, çaresizlik içinde ve kimin kapısına gideceğimi bilemez bir hâlde iken, istiğfar edip, Allahü teâlâya sığınıyor ve yalnız O’na güveniyordum. Tam bu sırada kapı çalındı. Bu sıkıntılı hâlde bizi arayan kim olabilir ki, diye düşünerek, hayret ve merakla kapıyı açtım. Kapıda Hacı Ramazan vardı. Selâm verip, kapıyı kendisinin çaldığını söyledi. Benimle merhabalaştıktan sonra, bana dürülmüş bir kâğıt vererek; “Bu kâğıdın içinde abîr (hoş kokulu otların terkibinden meydana getirilen ve sürülen bir çeşit koku) vardır. Onu sürersiniz, güzel koku sürünmek sünnettir” buyurdu. Ben daha kâğıdı açıp içindeki abîri koklamadan, o zâtın güleryüzlü hâli, misk ve anber misâli tatlı olan o sözlerini dinlemekle zâten rahatlayıp ferahlamıştım. Öyle büyük zâtları görmek, bir iki sözünü duymak bile insanı rahatlatıp kalbini ferahlatıyordu. O mübârek zât da, bu sıkıntılı hâlimde gelerek, kalb hânemi ıtr (güzel koku) ile kokulandırıp, beni çok sevindirdikten sonra, veda edip ayrıldı.

Ben içeri girip dürülü kâğıdı açtığımda, hayretler içinde kaldım. Çünkü kâğıdın içinde bir miktar abîr ve bundan başka iki büyük altın vardı. Öyle ki, bu altınlardan sâdece biri, bütün borçlarımı ödemeye, diğeri de bütün ihtiyâçlarımızı rahatlıkla almaya kâfi geliyordu. Hemen çarşıya gidip, borçlarımın tamâmını dağıttıktan sonra, lüzumlu olan ihtiyâçlarımızı da aldım. Hacı Ramazan hazretlerine çok duâ ederek evime döndüm. Demek ki, kerâmet olarak benim durumumu anlamış ve hiç belli etmeden de bana bu altınları vermişti. Onun daha böyle nice kerâmetleri görülmüştür.

Rivâyet edilir ki; Hacı Ramazanın ömrünün sonunda, hastalığı artıp vefâtı yaklaştığında, âlimlerden Şeyh Muhyiddîn Efendi isminde bir zât, onu ziyârete geldi. Söz arasında Hacı Ramazan Efendi, bu Muhyiddîn Efendi’ye hitaben buyurdu ki: “Hak celle ve a’lâ hazretlerinin emri ile, ben herhalde yârın öleceğim. Namazımı sizin kıldırmanız uygun görülmüştür.” Hakîkaten dediği gibi, ertesi gün vefât edip, mübârek rûhu melekût âlemine yükselince, vasıyyeti gereği namazını Muhyiddîn Efendi kıldırdı.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Sicilli Osmânî cild-2, sh. 418

2) Şakâyık-ı Nu’mâniyye tercümesi (Mecdî Efendi) sh. 433, 434