HÂCE ABDÜLVEHHÂB BUHÂRÎ

Hindistan’da yaşayan evliyânın büyüklerinden. İsmi Abdülvehhâb’dır, Buhârî nisbetiyle bilinir. Seyyid Celâl Buhârî’nin torunlarındandır. Seyyid Celâl’in, Seyyid Ahmed ve Seyyid Mahmûd adında iki oğlu vardı.

Abdülvehhâb-ı Buhârî, Seyyid Ahmed’in oğullarındandır. Doğum yeri ve târihi bilinmemektedir. 932 (m. 1526)’de Dehlî’de vefât etti. Kabri, Şah Abdullah’ın yanındadır. Hindistan’daki Mültan’da, Seyyid Sadreddîn Buhârî’den naklî ve ma’nevî ilimleri tahsil edip, yüksek derecelere kavuştu. Mültan’da bulunduğu zamanlarda, hocası ve eniştesi Seyyid Sadreddîn Buhârî’den şu sözleri duydu: “Dünyâda iki büyük ni’met vardır. Bunlar, bütün ni’metlerden üstündür, lâkin insanlar bu iki ni’metin kıymetini bilmiyorlar. Onlara kavuşmaktan gâfil bulunuyorlar. Birincisi; iki cihanın efendisi Muhammed aleyhisselâmın mübârek vücûdunun, Medîne-i münevverede bulunmasıdır, ikincisi ise; Kur’ân-ı kerîmdir. Hak teâlâ, onunla söylüyor ve insanlar bundan gâfillerdir.” O, bu sözleri duyunca, hocasının huzûrundan kalkıp, Medîne-i münevvereye gitmek için izin istedi ve Resûlullah (s.a.v.) efendimizi ziyâret yolunu tuttu. Bu saadetle şereflenip, tekrar memleketine döndü. Sultan İskender Lodî zamanında Dehlî’ye geldi. Sultan onun büyüklüğünü anlayıp, aşırı derecede iltifât gösterdi. Ona talebe oldu. Ta’zim ve hürmet etti.. Sultan’ın ona sevgisi, onu araması ve ona olan muhabbeti o derece idi ki, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Şemseddîn-i Tebrîzî ile olan muhabbeti gibi idi.

Dehlî’den ikinci defa Haremeyn’i ziyâret etmek üzere ayrıldı. Ziyâretle şereflendikten sonra, tekrar memleketine döndü.

İlim ve amel sahibi olan Abdülvehhâb-ı Buhârî hazretleri, hâl ve muhabbet ehlinden idi. Tasavvufun yüksek derecelerine kavuşmuştu. Bir tefsîri vardır. Kur’ân-ı kerîmin tamâmına yakınını, Resûlullahın (s.a.v.) medhi ve zikri ile tefsîr etmiştir. Orada aşk-ı ilâhî inceliklerinden ve muhabbetullah sırlarından çok şeyleri açıklamıştır. Tefsîrinin bir yerinde; “Ey îmân edenler; namazlarınızda rükû’ ve secde edin. Rabbinize ibâdet edin ve hayır yapın” meâlindeki Hac sûresi 77. âyet-i kerîmesini tefsîr ederken buyurur ki: “En büyük hayır ve iyilik; söz, fiil ve hâlde Resûlullaha (sallallahü aleyhi ve sellem) uymaktır. Resûlullaha (s.a.v.) tam tâbi olmak için, kâmil bir zâtın sohbetinde bulunmak lâzımdır, öyleleri vardır ki, Allah adamlarından biri ile bir sohbette, ma’rifet ve saadete kavuşur. Kalbinde Allah sevgisi artar ve o zâtın kalbinden kendi kalbine feyz akar. Bu bir sohbet, onun ömrünü arttırıcı olur. O zâta olan muhabbeti, Allah ve Resûlüne olan muhabbetini arttırır.

Hâllerin kalbden kalbe geçişinin hikmetine gelince; Allahü teâlâ, Muhammed aleyhisselâmı ülfet, rahmet ve keremle yarattı. Onu kendi ahlâkıyla ahlâklandırdı. Bu ahlâkdan biri şevk’tir. Resûlullah (s.a.v.), Allahü teâlâdan bildirerek buyurdu ki: “Ebrârın beni görme şevki uzadı. Benim onları görme şevkim daha kuvvetlidir.” Demek ki, Resûlullahı (s.a.v.) bu ahlâkta kemâl üzere yarattı ve O, şevk sahiplerine müştak (âşık) oldu. O’nun şevki, şevk sahiplerinden kuvvetli oldu. Resûlullahın (s.a.v.) bu şevki, kalbden kalbe kıyâmete kadar, vârislerine ve tâbilerine zamanındaki gibi intikâl eder. Bu da, sohbet ve ülfetle (yakınlıkla) şevk sahiplerinden şevk sahiblerine geçmekle olur. Sohbet ülfet için, ülfet ni’met için, ni’met lezzet için, lezzet ise kavuşmak içindir. Kavuşmanın çeşitlerinin ve semerelerinin artmasının ise sonu yoktur. Yazı ve söz ile anlatılması ve anlaşılması çok zordur.”

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Ahbâr-ül-ahyâr sh. 221