HÂCE ABDÜLKEBÎR EVLİYÂ

Hindistan’da yetişen Allah dostlarının büyüklerinden. Ne zaman doğduğu bilinmemektedir. Aslen Pâni-püt şehrindendir. Babası meşhûr âlim ve evliyâ Abdülkuddûs hazretleridir. “Şeyh-i kebîr”, “Vâlâ pîr” lakabları verildi. Onuncu asrın ilk yarısında Pâni-püt şehrinde vefât etti.

Küçük yaşta, yüksek babası Abdülkuddûs hazretlerinin feyzlerinden istifâde etti. Sayılamayacak kadar çok kerâmetleri görüldü. Daha yürümeye başladığı zamanlarda, elinin hareketiyle elbisesinin kollarında bir arslan görünüp kaybolurdu. Talebesi olmakla şereflendiği hocalarından ve yüksek babasından kısa zamanda çok şey öğrendi. Zamanın ilim ve hâl sahipleri, onun büyüklüğünü kabûl ve tasdik ederler, hizmetinde bulunmayı şeref sayarlardı. Huzûruna gelenler, o mübârek zâtın heybetinden bir tek söz söyleyemeyip, başları önünde, geldikleri gibi giderlerdi. Allah dostları ile sohbet etmekten çok hoşlanır, sık sık ziyâfetler vererek fakirlerin gönlünü abr, insanları da sohbetleri ile şereflendirirdi. Dört oğlunun dördü de babalarına talebe olup, yüksek derecelere kavuştular.

İnsanlar, Hâce Abdülkebîr Evliyâ’ya talebe olmak için birbirleriyle yarış ederlerdi. Zengin, fakir, âmir, me’mûr, âlim, câhil, duyan herkes ona koşar, istifâde etmenin yollarını arardı. Birgün zamanın Dehlî Sultânı İskender bin Behûl Lodî, veziri Meyan Behûde bin Havas Hân ve Melik Muhammed Misvânî’yi yanına aldı. Üçü bir olup, kerâmet ve hâllerini duyup da ziyâretle şereflenemedikleri Hâce Abdülkebîr Evliyâ’ya gitmeye niyet ettiler. İçlerinde de bir şüphe vardı. Aralarında konuşup; “Herbirimiz değişik birşey arzu edelim. Bizim arzularımızı bilip de ikram ederse, onun büyüklüğü aşikârdır” dediler. Yolculuktan sonra birgün gece yarısı huzûr-ı âlilerine dâhil oldular. Hâce Abdülkebîr Evliyâ, misâfirlerine yemek ikram etti. Sultan İskender’in önüne ceylan eti, vezir Meyan Behûde’nin önüne yahni, Melik Muhammed Misvânî’nin önüne de tatlı koydu. Hepsinin de yeni pişmiş olduğu gözüküyordu. Herkesin önüne arzu ettiği yemekler gelmiş, hepsinin şaşkınlıktan ağızları açık kalmıştı. Onların bu hâlini gören Hâce Abdülkebîr Evliyâ; “Dostlar, hayrete ne hacet var? Allahü teâlâya tevekkül edip oturan fakir bir kulcağızını O, halka karşı asla mahcûb etmez” buyurdu. Misâfirler yemeklerini yediler. Bu zamana kadar gelip hizmetinde bulunamadıkları için çok üzülüp, özürler dilediler. Sultan, o mübârek zâtın hizmetçilerine rica edip yalvararak, iki köyü hizmetlerine vakfetti. Vezîr de bir köy bağışladı. Melik Muhammed ise, biricik kızını Abdülkebîr Evliyâ hazretlerinin nikahıyla şereflendirdi.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Siyer-ül-aktâb sh. 230