FENÂRÎ-ZÂDE MUHYİDDÎN ÇELEBİ

Osmanlı şeyhülislâmlarının onüçüncüsü ve Hanefî mezhebi fıkıh âlimlerinden. İsmi, Muhyiddîn bin Mehmed bin Ali bin Yûsuf Bâlî bin Şemseddîn el-Fenârî’dir. İlk Osmanlı şeyhülislâmı Molla Fenârînin torunu olması sebebiyle Fenârî-zâde diye bilinir. Babası, Rumeli Kadıaskeri Mehmed Şah Efendi’dir. 851 (m. 1447) senesinde Bursa’da doğdu. 954 (m. 1548) senesinde İstanbul’da vefât etti. Eyyûb Sultan Câmii civarında medfûndur.

İlk tahsilini babasından aldıktan sonra, Hatîb-zâde ve Efdal-zâde’den fıkıh ilmini, diğer naklî ve aklî ilimleri tahsil edip çok istifâde etti. Molla Hatîb-zâde’nin yanında mülâzım (stajyer) olarak müderrislik yaptı. İstanbul’da bulunan Ali Paşa Medresesi’ne müderris olarak ta’yin edildi. Bursa’daki Sultan Medresesi’ne müderris olduktan sonra Sahn-ı semân medreselerinden birinde müderrislik vazîfesini yürüttü. Daha sonra 925 (m. 1519) senesinde Edirne ve 926 (m. 1520) senesinde İstanbul kadılıklarına ta’yin edildi. Adâlet ve doğrulukla hükmetti. İnsanları doğru yola da’vet edip, onların kurtuluş ve saadeti için çalıştı. 929 (m. 1522) senesinde Anadolu kadıaskeri olup hizmet ettikten sonra Rumeli kadıaskerliğine ta’yin edildi. Bu makamlarda 15 yıl müddetle doğruluk, adâlet ve dürüstlük üzere vazîfe yaptıktan sonra, 944 (m. 1537) senesinde bu vazîfeden ayrılıp emekli oldu. Bu sırada hac ibâdetini ifâ etti. Bir sene Mekke’de mücavir olarak kalıp, orada tefsîr okuttuktan sonra, tekrar İstanbul’a döndü. 948 (m. 1542) senesinde şeyhülislâm olarak ta’yin olundu. 3 yıl 6 ay müddetle bu şerefli ve ulvî vazîfeyi yürüttükten sonra, 952 (m. 1545) senesinde ihtiyârlığı ve rahatsızlığı sebebiyle şeyhülislâmlık vazîfesinden kendi isteğiyle istifâ edip, ikinci defa emekli oldu. Vefât edinceye kadar tefsîr okutmaya ve eser yazmaya gayret sarf etti. İbâdet ve tâatla meşgûl iken vefât etti. Dreski ve Rumeli hisarında mescid yaptırdı.

Fenârî-zâde Muhyiddîn Efendi, fakir ve sâlih kimselere çok muhabbet eden, sâlih kimselerle beraber bulunmaktan hoşlanan, âlim ve faziletli bir zât idi. Zâhid (dünyâya düşkün olmayan), vera’ ve takvâ sahibi idi. Çeşitli faziletleri ve pekçok husûsiyetleriyle tanınan Fenârî-zâde Muhyiddîn Efendi; güzel ahlâk, haya, yumuşaklık ve vekar ile kendini süslemişti. Tasavvuf yolunda yüksek derecelere ulaşmış ve ma’rifetullaha kavuşmuş idi. Alışverişte, helâl ve haram konusuna çok dikkat eder, kul hakkından sakınırdı. Eli harama dokunmamış, Allahü teâlânın huzûrunda eğildiğinden başka bir kimseye baş eğmemişti. Dâima abdestli bulunurdu. Konuştuğu zaman tatlı ve akıcı bir üslûbla konuşurdu. Hak ve hakîkati anlatmaktan çekinmez, büyük küçük herkese saygı ve sevgide kusur etmezdi.

Nakl edilir ki: Fenârî-zâde Muhyiddîn Efendi, zamanının vezirlerinden Ayâs Paşa’ya bir hâdiseden dolayı kırılmıştı. Mekke-i mükerremede mücavir olarak bulunduğu sırada, Kâ’be-i muazzamanın eşiğine yüz sürüp, Allahü teâlâya Ayâs Paşa’nın helaki için bedduâ etti. Bedduâdan sonra, zikr edilen vezirin helak olacağı kendine ma’lûm olup, bu vezir helak oldu diye söyledi. Kısa zaman içinde vezirin öldüğü haberi duyuldu.

Hayâtının başından sonuna kadar ilim tahsil etmek, ilim öğrenmek ve eser yazmakla meşgûl olan Fenârî-zâde Muhyiddîn Efendi; Arabca, Farsça ve Türkçe dillerine hâkim idi. Mekke-i mükerremede mücavir iken tefsîr okuttuğunda, tefsîr ilmine dâir bir eser yazmaya başlamıştı. Ancak bu tefsîri tamamlıyamamıştır. Fıkıh ve tefsîr ilimlerindeki yüksek derecesi yanında şairliği de bulunan Fenârî-zâde Muhyiddîn Çelebi, şiirlerinde Muhyî mahlasını kullanmıştır. Fenârî-zâde’nin şu eserleri vardır 1-Fıkıh ilmine dâir Sadr-üş-Şerî’a’ya yazdığı ta’likâtı. 2- Hidâye’ye ta’likâtı, 3-Me’ânî ilmine dâir Hâşiye-i Şerh-i Miftâh, 4- Dîvân (Şiirlerinin toplandığı eseri).

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Şakâyık-ı Nu’mâniyye tercümesi (Mecdî Efendi) sh. 387

2) Sicilli Osmanî cild-4, sh. 344

3) Kâmûs-ul-a’lâm cild-6, sh. 4233

4) Devhat-ül-meşâyıh sh. 22

5) Osmanlı müellifleri cild-2, sh. 18

6) Tezkire-i Sehî Bey sh. 72

7) Kevâkib-üs-sâire cild-2, sh. 52

8) Fevâid-ül-behiyye sh. 183

9) Keşf-üz-zünûn sh. 1549

10) Mu’cem-ül-müellifîn cild-11, sh. 73

11) Şezerât-üz-zeheb cild-8, sh. 305