Hindistan’da yetişen evliyânın büyüklerinden. İsmi Abdülmelik, lakabı Emânullah, nisbeti Pâni-pütî ve Hindî’dir. Daha çok Emân Pâni-pütî diye tanınır. Hindistan’da Pânî-püt şehrinde yetişti. Doğum târihi tesbit edilemeyen Emânullah Pâni-püti, 957 (m. 1550) senesi Rebî’ul-evvel ayının onikinci günü vefât etti.
Şeyh Hasen’in ve Muhammed Mevdûd Lârî’nin talebesidir. Tasavvufta Kâdiriyye yoluna bağlı idi. Emânullah Pâni-püti (r.a.) bilhassa tasavvuf yoluna âit yüksek hakîkatleri, ince sırları açıklayıp beyan etmekte çok üstün idi. Zâhirî ve bâtınî ilimlerde derin âlim idi. İfâde ve ikna kabiliyeti o derece idi ki, sohbetinde tasavvufa âit ma’rifetleri açıklamaya, izah etmeye başladığı zaman, en inadçı kimse bile ikna olur kabûl ederdi. Sözleri o kadar açık ve anlaşılır idi ki, dinleyenlerden birinin anlıyamaması, kabûl etmemesi düşünülemezdi. Tasavvuf ve vahdet-i vücûd ilimlerine dâir birçok kitap ve risale yazmış olup, bunlardan, onun bu ilmin inceliklerine ve hakîkatine ermiş olduğu anlaşılmaktadır, İsbât-ül-ehâdiyye ve Mevlânâ Abdürrahmân Câmî hazretlerinin Levâih isimli eserine yaptığı geniş ve uzun şerh meşhûrdur.
Emânullah Pâni-püti, Resûlullah efendimizin (s.a.v.) Ehl-i beytin, Eshâb-ı Kirâmın ve onların yollarında bulunan büyüklerin muhabbeti ile yanmakta idi. Meclisinde, bir kitaptan talebelerine ders okuturken, sokakta oynayan ve seyyidlerden olan bir çocuk görse, derhâl kitabı eline alıp ayağa kalkar ve o çocuk ayakta bulunduğu müddetçe oturmazdı.
Meclisinde dünyâ sözü konuşulmaz, lüzumsuz birşey söylenmez, dedikodu yapılmazdı. Vakitlerini, cenâb-ı Hakkı zikretmekle ve ilim tâliblerine ilim öğretmekle geçirirdi. Bu yolun büyüklerine son derece bağlı olup, devamlı o büyüklerin kitaplarını okuyup mütâlâa eder, talebelerine de o kitaplardan okuturdu. Talebelerini şeklî aşkdan men eder, ilim öğrenmenin de çok lüzumlu olduğunu söylerdi. Birisi talebe olmak arzusuyla huzûruna gelse, ona; “Birşeyler oku. İlim öğren. Bizim yolumuz budur” buyururdu.
Yemek yemek, uyumak gibi şeylerle pek alâkası olmayan Emân Pâni-pütî hazretlerinin, sırtını yere koyarak yatıp uyuduğu görülmezdi. Yemek yiyeceği zaman, sanki yemeğin tuzuna bakıyormuş gibi çok az yerdi. Talebelerine, bu yolun esâsının büyüklere teslimiyet olduğunu söyler, bunda gevşeklik göstermemelerini sıkı sıkıya tenbîh ederdi.
Emân Pâni-pütî, ibâdetlerde ve bilhassa namazda öyle huşû’ içinde bulunurdu ki, namaza durduğu zaman yüzünün rengi değişir, ayakta durmaya mecali kalmazdı. Çoğu zaman namaza durup, Fâtiha’yı okumaya başladığında; “İyyâke na’büdü ve iyyâke neste’în” der, daha ileri devam etmeye mecali kalmayıp, bayılarak düştüğü olurdu.
Emânullah hazretleri, ba’zı eski dostlarını, bu yolda bulunan ba’zı tanıdıklarını ziyâret etmek için zaman zaman Dehlî’ye gelip, ziyâretlerde bulunurdu. Bir defasında yine Dehlî’ye gidecekti. Yola çıkacağı zaman talebelerine bakıp; “Bu defa inşâallah iki seferden biri olur?” buyurdu. Talebelerinin önde gelenlerinden olan Zekeriyyâ Ecvedehnî; “Sefer (yolculuk) esnasında dostlarınız, talebeleriniz de yanınızda bulunacaklar” deyince, buyurdu ki: “Eğer zâhirî bir sefer ise, dostlarla birlikte olur. Ama başka bir sefer ise, dostlarımı Allahü teâlâya ısmarladım. O’na emânet ettim.” Bundan sonra evine girip herkesle ve hattâ herşeyle vedâlaştı. Öyle ki, okuduğu kitabı açıp baktı ve; “Senden çok haz ve lezzet aldım, çok fâidelendim” diyerek veda etti; Bu şekilde odaya ve duvarlara dahî veda ettikten sonra, aynı gün sıtmaya yakalandı. “Çok su ısıtın, yeni kaplar getirin ki, bugün bütün ömür düşünceleri gidiyor” buyurdu. Çok yemekler hazırlattı. O gün, Emânullah hazretlerinin de mensûbu bulunduğu Kâdiriyye yolunun müessisi (kurucusu) olan Gavs-üs-sekaleyn Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin vefâtının sene-i devriyesi idi. “Dostlardan önce ve önde gitmemeli” buyurup, o gün hazırlattığı çeşitli yemekleri, dostlarına ikram etti. Gayet neş’eli göründü. Ertesi gün kendisinde ölüm hâlleri görülmeye başladı. Bir ara “Tasavvuf büyükleri hazırlar ve bekliyorlar” buyurup, Kelime-i tevhîdi söyleyerek rûhunu teslim etti.
Emânullah hazretlerinin talebeleri pekçok olup, en önde gelenlerinden birisi Tâcüddîn bin Zekeriyyâ Ecvedehnî’dir. Güzel ahlâk ve ma’rifette, tasavvuf ve tevhîde âit kitaplar yazmakta hocasının yolunda idi. Diğerlerinden;
Şeyh Hüseyn Çeştî’nin yazısı güzel ahlâkı iyi olup, hâl ve zevk sahibi idi.
Mevlânâ Hüseyn Nakşî, gayet cömert, gönül sahibi, hoşsohbet, ahbablarının hatırını gözeten mübârek bir zât idi.
Diğer talebeleri de, güzel ahlâk sahibi, temiz kimseler idi.
Emânullah Pâni-pütî hazretleri buyurdu ki:
“Bize göre dervişliğin esâsı iki şeydir. Birincisi; ahlâkını, hâl ve hareketlerini Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uygun olarak süsleyip, her ân edebe riâyet etmek, ikincisi ise; Resûlullah efendimizi ve O’nun Ehl-i beytini çok sevmektir.”
“Muhabbetin tam ve olgun olmasının alâmeti, sevdiğinin yakınlarını, onunla alâkalı olanları da sevmektir. Hakîkî sevgi bunu îcâb ettirir. O hâlde Allahü teâlâyı çok sevmenin alâmeti Resûlullah efendimizi (s.a.v.) çok sevmek, O’na tâbi olmaktır. Çünkü Resûlullah efendimiz (s.a.v.), Allahü teâlânın mahbûbu ya’nî sevgilisidir. Resûlullah efendimizi (s.a.v.) çok sevmek, insanı, O’nun Ehl-i beytini de çok sevmeye sevkeder. Sevgilinin sevdiklerini de sevmek, sevginin gereğidir.”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Esmâ-ül-müellifîn cild-1, sh. 627
2) Ahbâr-ül-ahyâr sh. 247