EHÎ ÇELEBİ

Osmanlı âlimlerinden. İsmi Yûsuf bin Cüneyd Tokadî olup, Ehî Çelebi diye meşhûrdur. Doğum târihi belli değildir. Tokat’ta doğdu. 905 (m. 1499) senesinde İstanbul’da vefât etti. Aksaray ile Topkapı arasında yaptırdığı câminin yanında medfûndur.

Ehî Çelebi, ilk tahsilini Merzifon’da yaptı. Merzifon Medresesi’nde müderris olan Seyyid Ahmed Kırimî’den okudu. Sonra Sultan Bâyezîd Hân’ın hocası Molla Selâhaddîn’den ve Molla Hüsrev’den ilim tahsil etti. İcâzet (diploma) aldıktan sonra, Bursa’da Molla Hüsrev’in yaptırdığı medreseye müderris oldu. Sonra Edirne’de Taşlık Medrese’ye, daha sonra İstanbul’da Kalenderhâne Medresesi’ne ve Mahmûd Paşa Medresesi’ne müderris oldu. Çok talebe yetiştirdi. Bilâhare yine Bursa’da Sultan Medresesi’ne ta’yin oldu. Sonunda İstanbul’da Sahn-ı semân medreselerine ta’yin edilerek, ilim âşıklarına bilgiler sundu. Bu vazîfede iken Allahü teâlânın rahmetine kavuştu. Oturmakta olduğu evin yakınlarında bir mescid yaptırdı. Sahip olduğu kıymetli kitaplarını, devrinin âlimlerine vakfetti. Ömrünü ilim ve ibâdetle geçirdi.

Ehî Çelebi, kıymetli eserler yazdı. Vikâye’nin Sadruşşeri’a şerhine haşiye yaparak, “Zahîret-ül-ukbâ” ismini verdi. Beydâvî haşiyesi meşhûrdur. “Hediyyet-ül-mehdiyyîn” kitabında, insanı küfre sürükleyen sözlerin ne olduğunu bildirdi. Bu eser, İstanbul’da Hakîkat Kitabevi tarafından bastırılmıştır.

Hediyyet-ül-mehdiyyîn’den ba’zı bölümler:

Îmân bahsi: îmân ile İslâm birdir. Çünkü İslâm, İslâmiyetin bildirdiği hükümleri kabûl etmektir. Bu ise tasdikin kendisidir. Bu bakımdan, imân ile İslâm birbirinden ayrılamaz. Kâfirler ve ba’zı günahkâr mü’minler için kabirde azâb, müttekî mü’minler için ni’met ve mükâfat haktır. Münker ve Nekîr ismindeki meleklerin suâl sorması haktır. Haşr-ı cismânî diye meşhûr olan cesedlerin (toplanması) haktır. Kirâmen kâtibîn isimli meleklerin, kulların amellerini yazdıkları defterlerin, mü’minlere sağ taraflarından, kâfirlere ise, sol ve arka taraflarından verilmesi ve amelleri sebebi ile hesaba çekilmeleri haktır. Kevser havuzu haktır. Delîli Kevser sûresi’dir. Sırat köprüsünden geçmek haktır. Cennet ve Cehennem haktır. Onlar şimdi de mevcûtturlar. A’zâların kullar hakkında şâhidlik yapacakları haktır.

Allahü teâlâ, kendisine şirk (ortak) koşulmasını af ve mağfiret etmez. Bundan başka küçük ve büyük günah sahiplerinden dilediğini af ve mağfiret eder. Kulun işlediği küçük günahtan dolayı azâb görmesi, büyük günah işliyenin de, o büyük günâhı helâl saymadı ise affa uğraması caizdir. Günâhı helâl saymak küfürdür.

Peygamberlerin (aleyhimüsselâm), evliyânın, âlimlerin ve zühd sahibi kimselerin şefaat etmeleri haktır ve gerçektir. Tövbesiz bile vefât etseler, büyük günah işlemiş olan mü’minler ebediyyen (sonsuz) Cehennemde kalmaz.

Öldürülen bir kimse eceli ile ölmüştür. Peygamberlerin (aleyhimüsselâm) gönderilmesinin hikmeti, mü’minleri Cennet ve sevâb ile müjdelemek, kâfirleri ise Cehennem ve azâb ile korkutmaktır. Allahü teâlâ, Peygamberlerini mu’cizelerle te’yid eder (Onlara yardım eder). Peygamberlerin evveli Âdem aleyhisselâm, sonuncusu ve en üstünü Muhammed aleyhisselâmdır. Melekler, Allahü teâlânın kullarıdır. Allahü teâlânın emirlerine uyarlar. Erkek ve dişi değildirler. Allahü teâlâ, kullarına peygamberleri vasıtasıyla kitaplar gönderdi. Bu kitaplarında, farzları, vâcibleri, yasak kıldığı şeyleri, güzel va’dlerini ve acı azablarını bildirdi.

Hiçbir veli, Peygamberin (a.s.) derecesine ulaşamaz. Velînin kerâmeti haktır. Peygamber efendimizden (s.a.v.) sonra insanların en üstünü Ebû Bekr-i Sıddîk’tır. Hazreti Ebû Bekr, Resûl-ı ekremi, gerek Peygamber olarak, gerekse O’nun mi’râcını hiç tereddüt etmeden tasdik etti. Hazreti Ebû Bekr’den sonra insanların en üstünü Hazreti Ömer’dir. Hazreti Ömer, da’vâlarda hak ile bâtılı birbirinden ayırdığı için ona Fârûk denilmiştir. Sonra Osmân-ı zinnûreyn (r.a.) gelir. Resûl-i ekrem (s.a.v.). Hazreti Osman’ı kerimeleri Rukiyye ve Ümmü Gülsüm ile tezvic eyledi. Bu sebeple ona, zinnûreyn (iki nûr sahibi) dendi. Sonra Hazreti Ali insanların en üstünüdür. Onların hilâfeti de bu tertip üzeredir.

Hayatta olanların, vefât etmiş olanlara duâ etmelerinde büyük fâideler vardır. Allahü teâlâ, duâları kabûl eder. Bu sebeble hacetleri giderir.

Peygamberler (aleyhimüsselâm) mukarreb meleklerden üstündürler. Meleklerin mukarrebleri beşerin avâmından, sâlihler de meleklerin avvâmından üstündür. Peygamber efendimiz, (s.a.v.) ve Peygamberlerden (aleyhimüsselâm) birini hafife almak, onları basit görmek küfürdür.

Bir kimse küfür olduğunu bildiği hâlde, küfrü icâbettiren bir sözü, o sözün doğru olduğuna inanarak söylerse îmânı gider. Bir kimse, küfrü gerektiren bir sözü, inanarak söylemezse veya bilmeden söylerse, yine îmânı gider. Yüz sene sonra da olsa, bir küfrü yapmak için azmeden kimsenin, o ânda îmânı gider. Fakat bir gayr-i müslim, müslüman olmak için azmetse müslüman olmaz, insanı dinden çıkaracak bir şeyi konuşan kimseye gülenin îmânı gider.

Helâle haram, harama helâl olarak inanan kimsenin îmânı gider. Bir kimse kendisinin küfrüne rıza gösterirse îmânı gider.

“Allahü teâlâ gökte biliyor” denip, bununla Allahü teâlâya mekân (yer) nisbet etmek kasdedilirse, küfürdür. Allahü teâlânın küfürden râzı olduğuna inanmak, küfürdür.

Bir kimse başkasına zulüm ederken, zulme uğrayan ona; “Allahü teâlâdan korkmuyor musun?” dese, o da “Hayır korkmuyorum” dese, imansız olur. Mazlûm zâlime; “Yaptığın bu zulüm, Allahü teâlânın takdîridir” dese, zâlim de; “Bunu ben yapıyorum. Allahü teâlânın takdîri ile değil” derse îmânı gider.

Bir kimse, evliyânın rûhları burada hazırdır dese, imânı gider. (Burada rûhların hazır olacağına inanmak değil, rûhların hazır olduğunu söylemek küfürdür. Ya’nî rûhların hazır olduklarını bilmediği hâlde, hazırdır diyerek, gaybden haber verdiği için îmânı gitmektedir. Evliyânın rûhları. Allahü teâlâ gibi hazırdır demek küfürdür. Allahü teâlânın alîm, kadir ve mütekellim ve hazır olması gibi, hiç kimse alîm, kadir ve mütekellim ve hazır değildir.)

Sevâb umarak, haram olan birşeyi sadaka olarak vermek, küfürdür. Kendisine verilen sadakanın haram olduğunu bilerek, “Allah kabûl etsin” dese ve veren dahî “Âmin” dese ikisinin de imânı gider.

Bir kimse, Peygamberlere (aleyhimüsselâm) inandım, amma Âdem aleyhisselâm peygamber midir, bilmiyorum dese, îmânı gider.

Bir kimse, Âdem aleyhisselâm buğday yemese idi, biz şaki olmazdık dese îmânı gider.

Bir kimse; Resûlullah (s.a.v.) yemek yedikten sonra mübârek parmağını yalardı dese, bir başkası bu iş terbiyesizliktir dese, îmânı gider.

Bir kimse, Allahü teâlâ bana Cennet verirse, sensiz Cennete girmem dese, yahut filân ile Cennete girmeğe emr olunsam, girmem, yahut Allahü teâlâ bana Cennet verse istemem dese, bu sözler küfürdür.

Namaz beş vakitten fazla veya zekât nisabından fazla yahut oruç bir aydan fazla olsa, onlardan hiçbir şey yapmazdım demek küfürdür.

Meleklere dâir mes’eleler: Cebrâil ve Mikâil şâhidlik etseler, onların şehâdetlerini kabûl etmem yahut gökten melekler inse, şâhidliklerini kabûl etmem demek küfürdür. Meleklerden birisini ayıplamak küfürdür.

Kur’ân-ı kerîme dâir mes’eleler: Kur’ân-ı kerîmden bir âyet-i kerîmeyi inkâr etmek yahut onunla alay etmek yahut onu ayıplamak, kötülemek küfürdür. Kur’ân-ı kerîmi, def veya bir çubuğun vuruşlarına göre ayarlıyarak, onların eşliğinde okumak küfürdür.

Namaz, zekât ve oruca dâir mes’eleler: Bir kimseye, gel namaz kıl deseler, o dahî kılmam dese, imansız olur demişler. Amma muradı, senin sözünle kılmam, Allahü teâlânın emri ile kılarım dese, imânsız olmaz. Namazı bile bile terkedip kazasını aklından bile geçirmeyip. Allahü teâlânın azâbından korkmıyan kimsenin îmânı gider. Abdestsiz olduğunu bile bile namaz kılan kimsenin îmânı gider.

Bir kimseye, zekâtını ver dense, o da vermiyeceğim dese, o kimsenin imansız olacağı söylenir. “Keşke Ramazân-ı şerîf orucu farz olmasa idi” sözü, hafife alarak, ağır ve meşakkatli görüldüğünden dolayı söylenirse küfür olur.

Zikirlere dâir mes’eleler: Bir kişi haram taam yerken Bismillah dese, îmânı gider. Bir kimseye lâ ilahe illallah de, dense, o da demem dese, bu sözü, senin emrinle demem şeklinde te’vil olunamazsa, küfür olur. Ezan ile alay etmek küfürdür. Ezan, alay edilerek tekrar edilse küfürdür.

İlim, ulemâ ve sâlihlere dâir mes’eleler: Bir kimse, başkasına ey dinsiz dese, o şahıs da buyurun emrinizdeyim dese, imansız olur. Fakat sükût etse, îmânı gitmez. Bir kimse, bir müslümana kâfir dese, böyle söyleyen kimsenin îmânı gider. Bir kimseye küfrü gerektiren birşeyi emreden kimsenin îmânı gider.

Bir kimse beline siyah bir ip bağlayıp bu zünnârdır dese veya bunu kasdetse îmânı gider. Bir kimse, eğer bu iş böyle ise kâfir olayım derse, o anda îmânı gider.

Kerahatle alâkalı mes’eleler: Âlimin ve âdil sultânın elini öpmek caizdir. Fıkıh kitaplarına bakmak, onları mütâlâa etmek, geceleyin yapılan ibâdetten üstündür. Fıkıh dersi, Kur’ân-ı kerîm okumaktan üstündür. Âlim bir genç, âlim olmayan yaşlı bir kimseden üstündür. Niyet doğru olunca, ilim öğrenmek ve onunla amel etmek, bütün iyi amelleri yapmaktan daha üstündür. Çünkü onun fâidesi daha umûmîdir. İhtiyâç miktarı öğrendikten sonra daha fazlası ile meşgûl olmak, farzlarda herhangi bir eksikliği olmadığı zaman çok faziletlidir. Niyetin doğru olması demek, maksadın Allahü teâlânın rızâsı olmasıdır.

Âlimin câhil üzerinde hakkı ile, hocanın talebesi üzerindeki hakkı birdir. Bu haklardan bâ’zıları şunlardır: Onlardan önce söze başlamamak. Onlar hazır olmasalar bile, onların yerinde oturmamak. Onların sözlerini reddetmemek. Yürürken onların önüne geçmemek.

İbâdetlere dâir mes’eleler: Kişinin, gerek uyumak için yattığı zaman, gerekse, başka zamanlarda ayağını kıbleye uzatması mekrûhtur. Yemekten önce ellerini yıkamak sünnettir. Yemekten önce elleri yıkarken, önce gençler, sonra yaşlılar ellerini yıkarlar. Yemekten sonra önce ihtiyârlar, sonra gençler ellerini yıkarlar. Yemeğe başlarken, önce gençlerin ellerini yıkaması, yaşlıların yemek için gençleri beklememesi içindir.

İçerisinde Allahü teâlânın ism-i şerîfi bulunan bir kâğıda birşey koymak mekrûhtur. Allahü teâlânın ism-i şerîfinin, kâğıdın içinde veya dışında olması arasında fark yoktur. Farzdan sonra sünnet ile meşgûl olmak, duâ ile meşgûl olmaktan üstündür. Allahü teâlânın ism-i şerîfini duyanın ta’zim olarak celle celâlühü veya teâlâ yahut tebâreke veya sübhânehû demesi gerekir.

Kur’ân-ı kerîm, ezan, ikâmet, Cum’a veya iki bayramda hutbe okuyana, namaz kılmakta olan cemâate selâm verilmez. Selâm veren, selâmına cevap olarak verilen selâmı duymazsa, selâma cevap verenden, selâma cevap verme borcu düşmez. Selâm veren sağır ise, selâma cevap verenin dudaklarını hareket ettirerek selâm verdiğini o kimseye göstermesi lâzımdır.

İhtiyâr bir kadın aksırırsa veya selâm verirse, ona işitebileceği bir şekilde yerhamükellah denir ve selâmına cevap verilir. Aksıran kimse Elhamdülillah derse, yerhamükellah denir, yoksa denmez.

Güzel bir rü’yâ görülürse, Allahü teâlâya hamdedilir. Çünkü güzel rü’yâ görmek ni’mettir. Eğer hoşa gitmeyen Bir rü’yâ görülürse, onun şerrinden Allahü teâlâya sığınılır. Rü’yâ, istenirse, sâlih bir müslümana anlatılır, istenmezse anlatılmaz.

Bir kimse bir toplulukta bir kötülük görür, o topluluk da, onun sözü ile o kötülüğü terkedeceklerse, sükût etmesi caiz değildir. Eğer söylediği vakit o kötülüğü terk edemiyeceklerini bilirse, sükût edebilir. Bununla beraber, onları o kötülükten nehyetmek daha faziletlidir.

Evlâd hakkında şefkatli olmalı, onlara, bunu yaparsan yahut bunu yapmazsan güzel olur şeklinde söylemeli, onlara emir ile söylememelidir. Çünkü ba’zan çoluk-çocuk, emredilen işi yapmazlar da emre karşı gelirlerse, emre karşı gelmenin cezasını çekmeye müstehak olurlar.

Tırnakları Cum’a günü kesmek sünnettir. Tırnak çok uzun olduğu hâlde, Cum’a gününe kadar tehir etmek mekrûhtur. Çünkü, tırnağı uzun olan kimsenin rızkı dar olur. Resûl-i ekrem (s.a.v.), bir hadîs-i şerîfte; “Cum’a günü tırnaklarını keseni, Allahü teâlâ, gelecek Cum’a gününe kadar ve üç gün fazlası ile belâlardan korur” buyurmuştur.

Kişinin kendisine, çoluk-çocuğuna ve güç durumda bulunan ana-babasına lâzım olan şeyleri alabilmek için çalışıp kazanması farzdır.

Eğer malının çokluğu ile övünmeye vesile olmayacaksa, fazlasını kazanmak mübahtır.

Kabir üzerine oturulmaz. Kabirlerdeki yaş otları kesmek mekrûhtur. Çünkü bu otlar, Allahü teâlâyı tesbih etmektedir. Bu otlar sebebiyle, meyyitten azâb giderilir. Meyyit, onun sebebiyle yalnızlığını giderir. Kabirlerdeki kuru otları koparmakta mahzur yoktur.

Yalan söylemek üç yerde caizdir: 1-İnsanlar arasında sulh yapmak için, 2-Harbde, 3- Kadın ile kocasının arasını bulmak için.

Kişinin, müslüman olmayan annesinin ve babasının nafakasını te’min etmesi, onları ziyâret etmesi gerekir.

Yeme ve içmeye dâir mes’eleler Tuzluk ve sahanı ekmek üzerine koymak mekrûhtur. Eli ve bıçağı ekmekle silmek mekrûhtur. Yemekte isrâf etmek men olunmuştur. Tok iken yemek de böyledir. Ekmeğin içini yiyip, dış kısmını bırakmak mekrûhtur. Sıcak yemek yenmez ve koklanmaz. Yemek sonrasında elleri mendil ile silmeden önce parmakları yalamak, tabağı sıyırmak, yemeğe tuzla başlayıp tuzla bitirmek sünnettir.

Baba ile oğul çölde olup, beraberlerinde olan su, abdest için yalnızca birisine yetecek durumda olsa, öncelik babanındır. İçmek için ihtiyâç olduğunda, öncelik oğulundur.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-13, sh. 286

2) Esmâ-ül-müellifîn cild-2, sh. 563

3) Fevâid-ül-behiyye sh. 226

4) Şakâyık-ı Nu’mâniyye tercümesi (Mecdî Efendi) sh. 292

5) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh. 1085

6) Rehber Ansiklopedisi cild-4, sh. 381

7) Eshâb-ı Kirâm sh. 410

8) Hediyyet-ül-mehdiyyîn