EBÜSSÜ’ÛD CÂRİHÎ

Evliyânın büyüklerinden. İsmi, Ebüssü’ûd Cârihî’dir. Doğum târihi ve yeri bilinmemektedir. 930 (m. 1523) senesinde Mısır’da vefât etti. Amr bin As Câmii civarındaki kendi dergâhına defnedildi.

Ebüssü’ûd Cârihî, ilim ve edebi Şehâbeddîn Merhûmî’den öğrendi. Tasavvuf yoluna girdi. Hârika ve kerâmetler sahibi idi. Çok talebe yetiştirdi. Halktan ve devlet adamlarından çok hürmet gördü. Herkes ona hizmet edip, duâsına kavuşmak isterdi. Dergâhını ta’mir ederler, kiremit taşır harç getirirlerdi.

Ebüssü’ûd Cârihî, yer altında bir sığınak yaptı. Ramazân-ı şerîf ayının başında oraya girer ibâdet ve tefekkürle meşgûl olurdu. Çok az yer, yalnız Kadir gecesi bir tas su içerdi. Belbîs’den bir talebe geldi. Fakat Cârihî onu talebeliğe kabûl etmedi. Bunun üzerine talebe; “Ben uzak yerden geldim. Siz huzûrunuza kabûl etmediniz” dedi. O da; “Uzak yerden geldiğini söyliyerek bana minnet mi yüklüyorsun? Şimdi geldiğin yere dön, üç sene sonra gel” buyurdu. Cârihî, talebelerini çeşitli imtihanlara tâbi tutardı. Bir yıl imtihana tâbi tutmadığını huzûruna almazdı. Şemsüddîn Ebû Sîrî, Ebüssü’ûd Cârihî’nin ileri gelen talebelerinden idi. O şöyle bildirdi; “Cârihî, beni çok imtihana tâbi tuttu. Vefâtına kadar süren birçok imtihanından geçtim, ömrümde ona hiç i’tirâz etmedim.”

Ebüssü’ûd Cârihî buyurdu ki: “Otuzüç yaşında idim. senelerce çalışıp öğrendiğim bilgileri ve güzel ahlâkı, insanlara öğretmek için çırpınıyordum. Tek kişi olsun, benden Allahü teâlâya kavuşturan yolu taleb etmiyordu. Gelenler, ancak şu sözleri söylemek için geliyorlardı: “Efendim bana zulmetti”, “Hanımım beni üzüyor”, “Hizmetçim kaçtı”, “Komşum bana eziyet ediyor”, “Ortağım bana hiyânet etti”. Ben de bu sözler karşısında onlarla uğraşmak istemedim. Yalnızlığı seçtim. Bunun, benim için daha hayırlı olduğunu anladım. Ne kimse beni anladı. Ne de ben kimseyi tanıyabildim.”

Çok zaman Ebüssü’ûd Cârihî’yi hâl kaplar, kendinden geçerdi. Birgün vâli ona, bir sepet içinde muz ve nar getirdi. Fakat o kabûl etmedi. Bunun üzerine vâli; “Bunu Allahü teâlânın rızâsı için getirdim” dedi. Cârihî de; “Niyyetin öyle ise, onu fakirlere vermen daha iyidir” buyurdu. Vâli, o muz ve nar sepetini alıp geri döndü. Evine gitti. Cârihî, vâli gittikten sonra, biri a’mâ, iki fakiri ona gönderip; “Muz ve nardan Allahü teâlânın rızâsı için bize veriniz” demelerini söyledi. O iki fakir de vâliye gidip, muz ve nar istediler. Fakat vâli onları kovdu. Hiçbir şey vermedi. Fakirler geri geldiler ve durumu Cârihî’ye söylediler. Bunun üzerine Cârihî, birini vâliye gönderip, şöyle söylemesini tenbîh etti: “Sen, muzun ve narın Allah için olduğunu söylerken yalan söyledin ve sen, Allah için bize birşey ver diyenleri de kovdun. Bundan sonra sakın bizim dergâhımıza gelme.” Sonradan o vâlinin bedeninde bir hastalık meydana geldi ve çok geçmeden de öldü.

Ebüssü’ûd Cârihî, vefâtından önce bir talebesine şu tavsiyeyi yaptı: “Müridin olmasın. Şeyhlik yoluna tevessül etme. İmkân nisbetinde insanlardan uzak dur. Çünkü bu zaman kaçmak zamanıdır.”

Münâvî onun hakkında şöyle dedi: “Cârihî’nin gece karanlığında yazdığı yazılar ile gündüz yazdıkları arasında hiç fark yoktu.” Cârihî buyurdu ki: “Rabbinin ismini hürmetle ve O’ndan korkarak an.”

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Câmi’u kerâmât-il-evliyâ cild-1, sh. 274

2) Tabakât-ül-kübrâ cild-2, sh. 129