EBÜ’L-ABBÂS HARÎSÎ

Evliyânın büyüklerinden. İsmi, Ahmed bin Yûsuf olup, künyesi Ebü’l-Abbâs Harîsî’dir. Doğum târihi ve yeri bilinmemektedir. 945 (m. 1538) senesinde Mısır’ın Dimyat bölgesinde vefât etti. Kabri orada olup, ziyâret mahallidir.

Abdülvehhâb-ı Şa’rânî onun hakkında şöyle dedi: “Otuz yıl kadar Ebü’l-Abbâs Hârisî ile birlikte oldum. Onun sohbetlerini dinledim. Bu zaman içinde, bir ân dahî boş durmadı. Ömrünü ilim öğrenmek ve öğretmekle ve ibâdet etmekle geçirdi. Yedi vecih üzere Kur’ân-ı kerîm okurdu. Sonra Muhammed bin Anân hazretlerinin sohbetlerine devam etti. Her emrini titizlikle gözetti ve hizmetinde bulundu. Kızını ona verip, akraba oldu.

Ebü’l-Abbâs Harîsî, evliyânın büyüklerinden Ali Mürsafî’den de ilim ve edeb öğrendi. İcâzet (diploma) aldı. Talebe yetiştirdi. Çok kimseler, Ebü’l-Abbâs Harîsî’nin terbiyesinde dünyâ ve âhıret saadetine kavuştular. Onbinden fazla talebesi vardı. Çok kerâmetleri görüldü. Kerâmet göstermek ve kerâmetlerinin duyulmasını istemezdi. Abdülvehhâb-ı Şa’rânî şöyle anlattı: Bir defasında basur illetine tutuldum. Çok rahatsız oldum. Sıkıldım, daraldım. En sonunda derdimi Hârisî hazretlerine arzettim. Buyurdu ki: “İnşâallah yarın ikindi namazından sonra birşeyin kalmaz.” Buyurduğu günün ikindi namazını kıldım. O hastalıktan bende hiç eser kalmadığını gördüm.”

Yine Abdülvehhâb-ı Şa’rânî, onun hakkında şöyle dedi: “Ebü’l-Abbâs Hârisî çok hayır ve hasenat yapardı. Dimyat, Mahalle ve Mısır’ın başka yerlerinde çok câmi yaptırdı. Çok cömertti. Herkese güleryüz ve tatlı dil gösterir, gönüllerini alırdı. Hiç öfkelenmezdi. Zarif ve kibardı. Herkesle iyi geçinir, kimsenin kalbini kırmazdı. Çok kerre yalnız kalır, kimseyle, görüşmez, ibâdet ve tefekkürle meşgûl olurdu. Konuşması çok tatlıydı. Çok geceler, yatsı namazından sonra onun sohbetinde bulundum. Sohbeti sabaha kadar sürdü. Bu esnada hiç oturuşunu bozmadan oturdu. Hâlbuki ben, birçok defalar dizlerimin ağrımasından oturuş şeklimi değiştirdim.”

Ebü’l-Abbâs Hârisî başkalarından gelen sıkıntılara karşı çok sabırlı idi. Kimseye karşılık vermez, sükût ederdi.

Abdülvehhâb-ı Şa’rânî şöyle anlatır: “Vefâtından sonra onun kabrini ziyâret etmek istedim. O esnada Ümmü Hand Medresesi’nin damında idim ve onun kabrine doğru bakıyordum. Birden kabrinin üzerinde görünüp, bana doğru gelmeye başladı ve; “Sabretmelisin, sana bu lâzımdır” buyurdu ve kayboldu.”

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Tabakât-ül-kübrâ cild-2, sh. 170

2) Câmi’u kerâmât-il-evliyâ cild-1, sh. 327