Evliyânın büyüklerinden. İsmi, Ebû Bekr bin Abdullah Alevî Şâzilî olup, lakabı Ayderûs’tur. 851 (m. 1508) senesinde Aden’de vefât etti. Kabri ziyâret mahallidir.
Ebû Bekr Ayderûs, ilmi önce babasından ve sonra zamanın büyük âlimlerinden öğrendi. Sehâvî’nin hadîs-i şerîf derslerinde bulundu. Tasavvuf yolunu ve edebini, Allahü teâlânın sevgili kulu Cemâlüddîn Muhammed bin Ahmed Dehmânî Kayrevânî’den öğrendi. Şâziliyye yolunun büyük velîleri arasına girdi. Hocalarının silsilesi; Cemâlüddîn Muhammed, İbrâhim bin Mahmûd Mevâhibî, Muhammed Ebü’l-Fütûh (İbn-ül-Magribî), Ebû Abdullah Muhammed bin Hüseyn Teymî, Nâsıruddîn İbn-ül-Mübellik İskenderi, Tâcüddîn İbni Atâ İskenderi, Ebü’l-Abbâs Mürsî ve Ebü’l-Hasen Şâzilî hazretlerine uzanır.
Ebû Bekr Ayderûs, Yemen’de kahve çekirdeğinden kahve elde edip içenlerin öncüsü oldu. Bir seyahati esnasında, kahve ağaçlarının olduğu bir yere geldi. Çok miktarda olup, kimsenin dokunmadığı bu ağacın meyvesinden tattı. Beynin faaliyetini arttırdığını ve uyarıcı etki yapıp, ibâdette zindelik verdiğini gördü. Onu azık olarak ve içecek olarak kullanmaya başladı. Talebeleri de kahve çekirdeğini kavurup öğüttüler ve içecek olarak kullandılar. Kahve, Yemen’de yayıldı. Daha sonra Hicaz, Şam, Mısır ve başka memleketler de kahveyi öğrendiler.
Büyük âlim Ebü’t-Tayyib Gazzî, kahveye dâir eserinde dedi ki: “Kahvenin ilk defa ortaya çıkışı, Süleymân aleyhisselâm zamanında oldu. Süleymân aleyhisselâm bir yere gitmek istediğinde, bir halıya biner, rüzgâra emrederdi. Sevdikleriyle birlikte olduğu hâlde, kuşlar da gölge ederek, istediği yere giderdi. Şehre indiğinde, ahâli hürmet ve saygı ile karşılar, hem sultan, hem de peygamber olan Süleymân, birgün bir şehre indi. Ahâliden kimse onu karşılamadı. Cinlere vezîr olan Demriyât’ı gönderip, sebebini öğrenmek istedi. Demriyât onları ağlarken buldu ve sebebini sordu. Ahâli de; “Bize bir hastalık isâbet etmişti de, o sebeple yeryüzünün sultânı ve Allahü teâlânın peygamberi olan Süleymân aleyhisselâmı karşılayamadık” dediler. Demriyât dönüp durumu Süleymân aleyhisselâma arz etti. Âsâf bin Berhıyâ, Süleymân aleyhisselâmın veziri olup, hakim ve çok akıllı idi. İsm-i a’zamı bilirdi. Duâsı makbûl idi. Allahü teâlâdan, Süleymân aleyhisselâma o kavmin hastalığına sebep olan şeyi ve ilâcını bildirmesini istedi. Duâsı kabûl olup, Cebrâil aleyhisselâm geldi ve Süleymân aleyhisselâma, emrindeki cinlere Yemen’den kahve çekirdeği getirmelerini, bunu kavurmalarını, suyla pişirmelerini ve suyla beraber o kavme içmelerini emret diye bildirdi. Süleymân aleyhisselâm da cinlere bu husûsta emir verdi. Onlar da buyurulanı yaptılar. O kavim Allahü teâlânın izniyle şifâ buldu. Hastalıktan eser kalmadı. Sonradan o kavim kahveyi unuttular.”
Ebû Bekr Ayderûs’un kerâmetlerinden ba’zıları şunlardır: Ebû Bekr Ayderûs, fıkıh âlimi Muhammed bin Ebî Bekr bin Sâig’in çocuklarının yanına uğradı. Onlar, koyunlarını, sulamak için bir kuyu başında duruyorlardı, insanların kuyunun suyunu bitirdiklerini gördü. Ebû Bekr Ayderûs hizmetçisine; “Kovayı al ve koyunları sula” buyurdu. Hizmetçi koyunları suladıktan sonra, diğer hayvanlar da suya kandılar ve insanlar su kaplarını doldurdular.
Yine birgün Haremeyn’den dönerken, Zeylâ denilen yere girdi. O zaman oranın hâkimi Muhammed bin Atîk idi. İttifâkla bildirildiğine göre, bu zâtın, kendisine çok düşkün olduğu hizmetçisi vefât etmişti. Ebû Bekr Ayderûs, ta’ziye ve sabr tavsiye etmek için Hâkim’in yanına vardı. Bu husûsta ona hiçbir şey fayda vermiyordu. Onu büyük bir üzüntü içinde gördü. Devamlı ağlıyordu. Ayderûs, hizmetçinin yüzünü açtı ve onu ismiyle çağırdı. Hizmetçi, Ayderûs’a cevap verdi. Allahü teâlâ, ona rûhunu iade etti. Hizmetçi kalkıp, hazırlanmış olan keşkekten onlarla beraber yedi. Uzun bir müddet daha yaşadı.
Ayderûs, fakirlere yardım etmek ve ihtiyâçlarını görmek için çok borç para isterdi. Hattâ borçları ikiyüzbin dinârı geçti. Bununla birlikte o, zâhiren ödeyememe korkusu içinde görünmüyordu. Sonunda ba’zıları onu kötülediler. O, şöyle buyurdu: “Rabbimle benim arama girmeyiniz. Ben bu şekilde aldığım parayı, O’nun rızâsından başka yere sarfetmedim. Rabbim, benim borcumu ödemeden, beni bu dünyâdan çıkarmıyacağını bana va’detti.” Söylediği gibi oldu. Allahü teâlâ, kendi nezdinde ihsânı bol birinin vasıtasıyla, ölmeden önce onun borcunun ödenmesini kolaylaştırdı. Emîr Nâsıruddîn bin Abdullah, Ayderûs’un oğluyla parayı gönderdi. Sonra çarşıda; “Kimin Ebû Bekr Ayderûs’da alacağı varsa gelsin!” diye nidâ edildi ve bütün borçları ödendi. Bunun sebebi şu idi: Emîr Nâsıruddîn’in Sultan Mücâhid’in yanında büyük bir yeri vardı. Ba’zıları onu Mücâhid’e kötülediler ve onun yanında Emîr’in dedikodusunu yaptılar. Sultan Mücâhid, Nâsıruddîn’den yüz çevirdi ve onu yerinden azletmeye karar verdi. Nâsıruddîn, rü’yâsında Ebû Bekr Ayderûs’u gördü. Ebû Bekr Ayderûs ona; “Allahü teâlâ, bu nemmâma karşı sana yardım etsin” dedi. Ertesi gün, Ayderûs hazretlerinin durumu anlatan mektûbu geldi. Sultan mektûbu okuyunca, dedikoducuyu derhâl oradan uzaklaştırdı. Nâsıruddîn’e yeniden sevgi göstermeye ve i’timâd duymaya başladı.
Ebû Bekr Ayderûs, kişinin niyetini ve içinden geçirdiği şeyi haber verirdi. Birgün birisine; Rebî’ul-evvel ayında Haleb’e gittiğini, Kasırîn Caddesi’nde filancanın evinde kaldığını hatırlıyor musun?” dedi. O “Evet, siz o sene Haleb’de miydiniz?” dedi. Orada bulunanlardan ba’zıları, Ayderûs’un ne Şam’a, ne de Mısır’a (hiçbir yere) gitmediğini söylediler. O kişi, Allaha yemîn ederek, Ayderûs’un söylediğinin aynen vâki olduğunu söyledi.
Sâlih bir zât olan Ahmed bin Sâlim şöyle anlatır: “Muhammed bin Îsâ Bâncar, ba’zı hediyelerle birlikte beni Ebû Bekr Ayderûs’a gönderdi. Kendisine daha ilk selâm verişte, beni ve yanımda neler olduğunu söyledi. Ben hediyeleri ona anlatmadan; “Filancaya verin” buyurdular. Yanımdaki şeylerin ne olduğunu Allahü teâlâdan başka bilen yoktu.”
Ömer bin Ahmed Amûdî yanıma geldiğinde, Ebû Bekr Ayderûs ona ikramda bulundu ve bu ikramında mübalağa gösterdi. Şeyh Ömer, yemeğin çokluğunu görünce, içinden bu isrâftır dedi. Bunun üzerine Ebû Bekr Ayderûs; “Size ikramda bulunduk, niyetimiz bu olduğu halde siz isrâftır dediniz” buyurdu. Amûdî istiğfar etti. Kalbinden geçenlere tövbe etti.
Talebeleri bir sıkıntı ve belâya düçâr olduklarında, Ebû Bekr Ayderûs’tan yardım isterler ve Allahü teâlâ onları bu vesileyle o dertten kurtarırdı. Nitekim, Âmir bin Abdülvehhâb’ın emirlerinden, Emîr Mercan bin Abdullah dedi ki: “Harpte San’a-i ûlâ denilen yerde idik. Düşman üzerimize yüklendi ve arkadaşlarım dağıldı ve yaralandılar. Her tarafımızı düşmanlar çevirdi. Hocam Ebû Bekr’in ismini söyleyip, Allahü teâlâdan yardım istedim. Vallahi, güpegündüz ve ayan beyân gördüm ki, atımın perçeminden tuttu, onların arasından beni aldı ve evime ulaştırdı.”
Dâvûd bin Hüseyn Habânî şöyle anlatır: “Bir yerde zâlim bir vâli bana eziyet etti. Günlerce “Yâsîn” sûresini, bu adamın bana olan şerrine son vermesi için Allaha yalvararak okudum. Sonra rü’yâmda gördüm ki, birisi bana; “Ey Ebû Bekr Ayderûs de!” diyordu. Böyle söyledim. Zâlimin bana olan zulmü sona erdi. Hâlbuki Ayderûs’u tanımıyordum. Onu suâl ettim. Onun Aden’de oturduğunu söylediler. Onun huzûruna vardığımda, başımdan geçenleri ben haber vermeden o bana haber verdi.
Seyyid Celîl Muhammed bin Ahmed Vatab şöyle anlatır: “Habeş diyarında geziyordum. Üzerime hırsızlar saldırdı. Katırımı ve onun üzerindeki şeyleri aldılar. Beni öldürmek istediler. Şeyh Ebû Bekr’in adını söyliyerek üç kerre; “Ey Ebâ Bekr Ayderûsî” diye seslendim. Bir zât çıkageldi. Onlara saldırdı. Katırımı ve üzerindeki şeyleri bana geri verdi ve; “Cenâb-ı Hakkın emânında olmayı istedin, kurtuldun” dedi.
Neîmân-ı Mehrî şöyle anlatır: “Hindistan’a giden bir gemiye binmiştim. Gemi bir yerinden su almaya başladı. Gemidekiler bağrışıyor ve ba’zıları kendi hocasının adını söyliyerek yardım istiyordu. Ben de hocam Ebû Bekr Ayderûs’u söyledim. Bana bir uyuklama geldi. O an hocamı gördüm. Elinde bir mendil ile gemideki çatlağın olduğu yere doğru yönelmişti, orayı gösteriyordu. Sevinerek uyandım. Avazımın çıktığı kadar bağırıyor ve üzüntüden kurtulmuş bir şekilde; “Ey gemidekiler sevininiz ve benden sorunuz” diyordum. Onlar benim bu sevincimi görünce, bu hâle rağmen niye sevindiğimi sordular. Onlara gördüklerimi haber verdim. Baktıklarında, çatlağın mendille sağlam bir şekilde tıkanmış olduğunu gördüler.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Mu’cem-ül-müellifîn cild-3, sh. 65
2) Câmiu kerâmât-il-evliyâ cild-1, sh. 263
3) Şezerât-üz-zeheb cild-8, sh. 39
4) En-Nûr-us-safir sh. 77
5) El-Kevâkib-üs-sâire cild-1, sh. 113