Osmanlı devri âlim ve velîlerinden. 870 (m. 1465) senesinde Bursa’da doğdu. İsmi, Muhammed bin Durmuş’tur. Geyikli Baba türbesinde bulunup, onun zaviyesinde şeyhlik yaptığı için Gazâlî nisbet edildi.
“Mecnûn ki fenâ destini seyretti serâ ser,
Gamhâneme geldi, dedi: Hâlim ne birâder?”
şeklindeki bir beytinden dolayı “Deli Birâder” lakabı verildi ve bu lakabıyla meşhûr oldu. Yetmiş yaşını geçmiş olduğu hâlde, 941 (m. 1534) senesinde Mekke-i mükerremede vefât edip, orada yaptırdığı mescidin avlusuna defnedildi.
Zamanın âlimlerinden naklî ve aklî ilimleri öğrenerek yetişen Deli Birâder Efendi, Muhyiddîn-i Acemî’nin hizmetinde bulunarak icâzet aldı. Eksikliklerini tamamladı. Tasavvuf erbâbıyla görüşüp, kalbini tasfiyeye ve nefsini tezkiyeye çalıştı. Ahlâkını Resûl-i ekremin (s.a.v.) güzel huyları ile süsledi. Herkesin sevdiği, sohbetini dinlemeye can attığı bir kimse oldu. Deli Birâder Mehmed Efendi, güzel ahlâk ile donatılmış, serbest tabiatlı, ya’nî bir yerde uzun müddet kalmayıp, hareket ve değişikliği seven halîm-selîm bir zât idi. Temiz kalbli ve doğru i’tikâdlı, zarif bir kimse idi. Merasimli işlerden ve yapmacık davranışlarından hiç hoşlanmaz, herkesle iyi geçinirdi. İnsanlarla konuşurken, nükteli ve latif kelimeler kullanırdı. Şiir söylemeye kabiliyetli olup, şiirlerinde. Gazâlî mahlasını kullanırdı. Fârisî lisânını da çok güzel konuşur, tûti dilli dedikleri kimselerin onun yanında dilleri tutulurdu. İkinci Bâyezîd Hân’ın oğlu Şehzâde Korkut Manisa sancakbeyi iken onunla sohbet arkadaşı oldu. Beraber oturup kalkarlar, beraberce yer içerlerdi. Şehzâde Korkut ile birlikte Mısır’a gitti. Şehzâde Korkut’la beraber tekrar Anadolu’ya döndü. Şehzâde’nin vefâtına kadar ondan hiç ayrılmadı. Şehzâde Korkut vefât edince, Yavuz Sultan Selim Hân tarafından Bursa’daki Geyikli Baba zaviyesinde vazîfelendirildi. Burada bir müddet ibâdet ve tâatle, riyâzet ve mücâhede ile meşgûl oldu. Daha sonra Anadolu kadıaskeri Kadri Çelebi tarafından, Agnâsî Medresesi’ne müderris ta’yin edildi. Sonra Bursa’da Bâyezîd Paşa Medresesi’ne müderris oldu. Bundan sonra Sivrihisar’da, Akşehir’de de müderrislik ve kadı nâibliği yaptı. Sonra Amasya’daki Hüseyniyye Medresesi müderrisi oldu. Bilâhare İstanbul’da Fâtih Sultan Mehmed Hân’ın vakıflarının idâresinde vazîfelendirildi. Buradan emekli olup, Beşiktaş tarafında uzlete çekilmeyi arzu etti. Bir câmi, dergâh ve bunlara gelir getirecek hamam inşâ etmeyi istiyordu. Onun bu hayırlı arzusundan haberdâr olan ve onu çok seven devlet erkânı, bu arzusunu gerçekleştirmek için aralarında para toplayıp verdiler. Pâdişâh Kanunî Sultan Süleymân Hân ve Vezîr-i a’zam İbrâhim Paşa da ihsânlarda bulundu. Bu esnada Edirne’de köprü inşasıyla meşgûl olan Mustafa Paşa, İstanbul’a dönmeden vefât edince, vârisleri Paşa’nın adına onbin akçe verdiler. Deli Birâder Efendi de, köprüye ve Mustafa Paşa’nın vefâtına şöyle bir şiirle târih düşürdü.
“Bildi merhum Mustafa Paşa,
Hakîkatte köprüdür bu dünyâ.
Yaptı bir köprü harcedip varın,
Ede ta kim bu ma’nâya imâ.
Dahî köprü tamâm olmadan,
Etti ona hücum sel-i fenâ.
Geçti merhum dediler târih,
Köprüden geçti Mustafa Paşa.”
Bu şiiri okuyan merhum Paşa’nın hanımı, yüz altın daha hediye etti. Deli Birâder Efendi, toplanan paralarla arzusunu gerçekleştirdi. Halk, onun sohbetine hücum etti. Bu arada, hamamın da şifâ saçtığı, halk arasında yayıldı. Diğer hamamcılar, müşteri bulamaz oldular. Hamamcılar toplanıp şikâyetçi oldular. Deli Birâder Efendi de, fitne çıkmasına meydan vermemek için zaviyesini Ateş Baba isminde bir talebesine bıraktı. Pâdişâhtan da izin alarak Mekke-i mükerremeye gitti. Orada hac vazîfesini îfâ edip, Resûl-i ekremin (s.a.v.) makâm-ı mübârekesine yüz sürdükten sonra, Mekke’de yerleşti. Orada da bir mescid yaptırıp, yanında latif bir bahçe tanzîm ettirdi. İbâdet, tâat, insanlara nasihat ve dostlarla sohbet ederek vakit geçirdi.
941 (m. 1534) senesinde, birgün dostlarını da’vet etti. Onlara çeşitli ikramlarda bulundu. Bir müddet sonra rahatsızlanıp, dostlarından müsâade istedi. “Müsâadenizle azıcık uyuyayım, rahatsızlığım geçer” dedi. Bir müddet sonra uyanıp gözlerini açtı. “Ey ahbablanm! Elhamdülillah sohbetle geldik sohbetle gittik, ülfetle geldik ülfetle gittik” deyip, tövbe ve istiğfar eyledi. Arkasından Kelîme-i şehâdet söyleyerek rûhunu Hakka teslîm eyledi. Yaptırmış olduğu mescidin avlusuna defnedildi.
Deli Birâder Mehmed Efendi, Şehzâde Korkut ile beraber iken, “Dâfi’ul-gumûm ve râfi’ul-humûm” adlı bir eser yazdı. Güzel şiirler söyledi. Şiirleri, sevenleri tarafından bir dîvânda toplandı. Şiirlerinden ba’zıları:
Sanmayın kim diyâr-ı gurbette,
Kişi mesrûr olup safa sürmez;
Dûr olur gerçi kim ahbabından,
Hele a’dâ yüzün dahî görmez.
Beşiktaş’ta yaptırdığı hamamdan şikâyet edilmesi üzerine şu şiiri söyledi:
Dostlarım, hâlim n’ola bir hâne bünyâd
eyledim.
Bir aceb kasr-ı emel hatırda âbâd eyledim.
Günde otuz akçenin dört aylığın bir
haftada,
Harc-ı senk ve ücret bina ve ırgâd eyledim.
Çün beter bir iş değildir onu da vakf
eyleyip,
Akıbet olmuş mübârek deyü âzâd eyledim.
Akşehir’e ta’yin edilişini de şöyle anlatır:
Bi-hamdillah edip lütf-i Huda sevk,
Muhabbed nûru verdi canıma şevk.
Tadıp bir çeşni dahi mezâkım,
Bir öz ki seyre düştü iştiyâkım.
Gözüme bir acîb sûret göründü,
Cemâlin arz edip dedi. “Gör şimdi”.
Görücek bilmezem onu ne sandım,
Ki onunla cihandan usandım.
Perişan etti zülfün ol pîr-i şân,
Görüp cem’ıyyetim oldu perişan.
Meh-i rûh serayım edip hüveydâ,
Beni mehrinden etti mest-ü-şeydâ.
Olup bir subhdem şevkim ziyâde,
Ravh-ı vadiye azm ettim piyade.
Hazâni vakti idi. Akşehir’in,
Yeni ziyâlığı vaktiydi dehrin.
Kılıp ol vâdi-i hayrette seyrân,
Olup sun-ı Hudâ fikriyle hayran.
Anadolu kadıaskeri olan Kadri Efendi’den, kendisine vazîfe verilip verilmeyeceğini sorunca, “Payına düşmedi” sözüyle karşılaşan Deli Birâder Efendi, şu şiirini söyledi:
“Deminde yağmasa bârân-ı ihsân,
Letâfet-i sebzezârı taze olmaz.
Cihanda küçük ve büyük katında,
Keremden rast-ı terâveze olmaz.
Efendi lütfet ölçüp-biçmeği ko.
Metâ-ı himmete endaze olmaz.”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Şakâyık-ı Nu’mâniyye tercümesi (Mecdî Efendi) sh. 471
2) Hadikat-ül-cevâmi’ cild-2, sh. 115
3) Tezkire-i Sehî, İstanbul 1325, sh. 86
4) Tezkire (Latifî) İstanbul 1314, sh. 254