DÂVÛD-İ HALVETÎ

Osmanlılar zamanında Mudurnu’da yetişen evliyâdan. Ali Bey adında bir zâtın oğlu olup, “Uzun Dâvûd” ve “Dâvûd-i Mudurnî” diye tanınırdı. Doğum târihi belli değildir. Halvetî şeyhlerinden Seyyid Yahyâ-i Şirvânî’nin yüksek talebelerinden Şeyh Habîb’in sohbetlerine devam edip, tasavvufun yüksek ma’rifetlerine kavuştu. Meczûb bir zât idi. İsfendiyâroğlu Kızıl Ahmed adında bir zât, Şeyh Davud’a bir mektûp yazarak, tasavvuf talebeleri arasında pek ma’lûm, başkalarına ise mestur (gizli) olan “devâir-i hamse”den bahseden bir eser yazmasını rica etmişti. Şeyh Dâvûd da, onun ricasını kabûl edip, devâir-i sülûktan yedi dâireyi açıklayan “Gülşen-i tevhîd” adında bir kitap yazıp gönderdi. Bu eser, Arabca ve Türkçe şiirlerle, tasavvufta cezbe ve sülûk hâllerini anlatmaktadır. Tasavvuf ehli arasında çok okunmuş ve uyulmuştur. Tasavvuftaki yüksek hakîkatleri anlatan kıymetli bir eserdir. Ayrıca halîfelerinden “Kâşifi” mahlaslı bir şâirin, Şihristânî’nin “Milel ve Nihâl” kitabı tarzında, “Tehzîb-ül-akâid ve müfîdet-ül-fevâid” isminde bir eseri de mevcûttur. Dâvûd-i Halvetî, 913 (m. 1507) sesinde Mudurnu’da vefât etti.

“Şakâyık-ı Nu’mâniyye” kitabının sahibi şöyle anlatır: Doğduğum andan bülûğ yaşına girinceye kadar dilim çözülüp konuşamamıştım. Birgün babam beni alıp, Şeyh Davud’a götürdü ve benim bu hastalıktan bir an önce kurtulmam için duâ etmesini rica etti. Tâhâ sûresi 25-28. âyet-i kerîmelerinde nieâlen: “Ey Rabbim! Benim, göğsüme genişlik ver. İşimi kolaylaştır. Dilimden düğümü (şu peltekliği) çöz. Böylece sözümü iyi anlasınlar!” buyurulduğu gibi duâ etti. Kendi mübârek ağızlarından, benim ağzıma birşeyler okudu. Dilim hemen çözüldü. Evimize döndüğümde annemi görünce; “Anacığım, artık ben konuşuyorum” diye seslendim.”

Yine şeyhin dostlarından biri şöyle anlatır. “Ba’zı arkadaşlarımla Karaman diyârına seyahate çıkmıştık. Yolumuz susuz bir bozkıra uğradı. Susuzluk ve sıcak hava hâlimi perişan etmiş, helak olayazmıştım. Bu hâlde iken, karşıdan bir kalabalık topluluk göründü. Onlarda su bulabilirim ümidi. İle sevinmiştim. Yakınımıza geldiklerinde gördüm ki, meczûb bir derviş, zikrederek (Allah, Allah diyerek) yürüyordu ve elinde su dolu bir ibrik taşıyordu. Bana doğru bakınca, elindeki ibriği havaya fırlattı. Havadan yere düştüğünde, o ânda hararetim geçiverdi. Bu zâtın kim olduğunu araştırınca, kâfilenin reîsinin Şeyh Dâvûd ve meczubun da, talebelerinden Şeyh Süleymân adında bir kimse olduğunu anladım. Hemen Şeyh’e koştum. Onun bu açık kerâmetini görünce, büyüklüğünü anlayıp ona talebe, oldum.”

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Şakâyık-ı Nu’mâniyye tercümesi (Mecdî Efendi) sh. 374

2) Şakâyık-ı Nu’mâniyye cild-1, sh. 415

3) Sicilli Osmânî cild-2, sh. 324

4) Tâc-üt-tevârih cild-2, sh. 597

5) Osmanlı Müellifleri cild-1, sh. 69