Hindistan’da yetişen evliyânın meşhûrlarından. Doğum târihi bilinmemekte olup, 989 (m. 1581) senesinde vefât etti. Vefât ettiğinde doksanbeş yaşını geçmişti. Kabri, kendi memleketi Tânîser’dedir. Evliyânın meşhûrlarından olan Şeyh Abdülkuddûs hazretlerinin en başta gelen talebelerinden ve büyük halîfelerinden. Tasavvufda yetişip, üstün hâlleri kendisini öyle kaplamıştı ki, çok kerre sekr (tasavvuf sarhoşluğu) hâlinde olurdu. Namaz vakitlerinde, talebeleri ayılması için uğraşırlar “Hak, Hak” diyerek yanında Allahü teâlânın ismini yüksek sesle söyleyerek ayıltırlardı.
İmâm-ı Rabbânî hazretleri, babası Abdülehad’dan (k.s.) şöyle nakletmiştir: “Şeyh Celâl Tânîserî’nin ölüm hastalığı, sekerât hâli günlerce uzadı. Öyle ki, bundan dolayı bir şaşkınlık, bir ızdırab hâsıl oldu. Onaltı gün sonra kendine gelince, talebelerinin büyüklerinden olan Şeyh Nizâm bu hâle üzüldüğü için; “Efendim, bu ne hâldir?” dedi. Bunun üzerine Celâl” Tânîserî coşarak şu beyti okudu:
“Vücûdundan fânî olan kimseler,
Harften sûretten, ma’nâya geçerler.”
İmâm-ı Rabbânî hazretleri, bu hâdiseyi naklederek anlattıktan sonra ağlamış, gözyaşları mübârek yanaklarından akmıştır. Sonra da bir müddet, tam bir inkisar hâli ile başını önüne eğmiştir.
Celâl Tânîserî hazretlerinin, yazdığı birçok risaleleri vardır. “İrşâd-üt-tâlibîn” adlı risalesinde şöyle buyurmuştur: “Âşıklar, keşf ve kerâmet konaklarında durmak istemesinler. Daha yukarılara çıksınlar. Hiçbir şeye bağlı kalmasınlar. Herşeyden kesilerek ve uzaklaşarak, can çıkarcasına ilerlesinler. Bu da şöyle olur ki, ibâdetlere, zühde (dünyâya düşkün olmamaya), takvâya (haramlardan sakınmaya) ve riyâzete (nefsin isteklerine uymamaya) dikkat etsinler. Bunları vesile bilsinler. Az yemek yesinler, hattâ can çıkıncaya kadar uğraşsınlar. Ölmeden evvel ölüp (nefslerini tam ıslâh edip), Hakka kavuşsunlar. Kendini tasavvuf yolunda sananlar ve câhil sûfiler (câhil tarikatçılar) bu husûsta hatâya düşüyorlar ve doğru yoldan çıkıyorlar. Bundan Allahü teâlâya sığınırız. Selef-i sâlihînden (radıyallahü anhüm ecmâîn) rivâyet edildi ki “Usulsüz vüsul (kavuşma) olmaz, usûl; dînin emirlerine ve tasavvufda bulunduğu yola uymaktır.” Kur’ân-ı kerîm okumak ve din ilimleriyle meşgûl olmak en iyi iştir...”
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Zubdet-ül-makâmât (Berekât-ı Ahmediyye) sh. 103
2) Umdet-ül-makâmât sh. 111