Osmanlılar zamanında yetişen İslâm âlimlerinden. Kâdı ve müderris. İsmi, Mahmûd bin Abdullah (veya Ubeydullah) olup lakabı Bedreddîn’dir. Bedreddîn Mahmûd Efendi diye tanınır. Doğum târihi ve yeri bilinmemektedir. Kaynak eserlerde hâl tercümesi hakkında fazla ma’lûmat yoktur. 937 (m. 1530) senesinde Edirne vilâyetinde kadı iken vefât etti.
Diğer birçok âlim, gibi Bedreddîn Mahmûd da küçük yaşta ilim tahsiline başladı. O zamanın büyük âlimlerinden olan; Mevlânâ Lütfî, Şücâ’üddîn-i Rûmî ve Mevlânâ Müeyyed-zâde gibi zâtlardan ilim öğrendi. Büyük bir âlim olarak yetişti.
Âlimler arasında şânı yüksek, hürmet ve i’tibâr sahibi oldu. Evvelâ Bursa’da; Çendik Medresesi ve Yıldırım Bâyezîd Hân Medresesi’nde, daha sonra İstanbul’da Eski Ali (veya Atîk Ali) Paşa Medresesi’nde ve bundan sonra Edirne vilâyetinde bulunan Üç Şerefeli medreselerinin ve daha sonra da İstanbul’da bulunan Sahn-ı semân medreselerinin birinde müderris oldu. Bunlardan başka, değişik yerlerde büyük medreselerde müderris olarak vazîfe yaptı. İlim öğrenmek istidâdı bulunan yüzlerce talebenin, kendisi gibi ilimde yükselerek kemâle gelmelerine vesile oldu. Medreselerde uzun zaman vazîfe yaptıktan sonra, bir miktar da kadılık yapması uygun görüldü. Önce Haleb’de bir müddet kadılık yaptı. Daha sonra Edirne vilâyetine kadı olarak ta’yin edildi. Uzun müddet Edirne kadılığı yaptı. Hiç kimsenin hakkını yemeden, adâlet ile bu vazîfeyi yaptıktan sonra, dîn-i İslâmın hükümlerini en güzel ve doğru şekilde yerine getirmekte iken, 937 (m. 1530) senesinde vefât etti.
Medhedilen, beğenilen birçok güzel hasletin kendisinde toplandığı, mübârek bir zât olan Bedreddîn Mahmûd hazretlerinin, tatlı dilli ve güleryüzlü bir hâli vardı. İnsanlara fâideli olmaktan zevk alırdı. İnsanlar, onun sohbetlerinde bulunmaktan ma’nevî lezzet duyarlardı. Hayır ve hasenat sahibi, eli açık, çok cömert bir zât idi. Edirne’de bulunduğu sırada, bir câmi yaptırarak, büyük hayra vesile oldu.
Edirne’ye gitmesi şöyle rivâyet edilir: Bedreddîn Mahmûd (r.a.), Atîk Ali Paşa Medresesi’nde müderris idi. Zâten kendisi de, bu medresenin kurucusu olan Atîk Ali Paşa’nın azâdlılarından idi. Buradaki vazîfesinde on senesini tamamladığı sırada, Yavuz Sultan Selim Hân da Mısır seferinden dönüyordu. Bedreddîn Mahmûd, Sultânı karşılamak üzere Antakya’ya gitti. Orada kendisini önce Sultan Selim Hân’ın dâmâdı olan Ferhat Paşa gördü. Ferhat Paşa, çok sevdiği bu zâtı birden karşısında görünce, hayret ve latife ederek; “Burada ne arıyorsun? Niye geldin?” diye suâl eyledi. O da, latife ve nükte yoluyla şöyle cevap verdi. “Burada (Antakya’da) medfûn bulunan Habîb-i Neccâr hazretlerine, bulunduğum medresede daha kaç yıl kalacağımı suâl etmeye geldim.” Ferhat Paşa bu cevaptan çok hoşlanıp, bu hâli Sultâna arzedince, o da bu latife ve nükteye memnun olup, Bedreddîn Mahmûd bin Abdullah’ı, Edirne’de bulunan Üç Şerefeli medreselerinden birine verdi. O da, bu yeni vazîfesine başlamak üzere Edirne’ye gitti.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Şakâyık-ı Nu’mâniyye tercümesi (Mecdî Efendi) sh. 467
2) Sicilli Osmânî cild-2, sh. 11
3) Şezerât-üz-zeheb cild-8, sh. 227