BÂYEZÎD-İ VELÎ (Sultan İkinci Bâyezîd Hân)

Fıkıh, astronomi ve diğer ilimlerde âlim, hattât, âbid, velî, sekizinci Osmanlı Sultânı. Fâtih Sultan Mehmed Hân’ın oğludur. Annesi Gülbahar Hâtun’dur. 851 (m. 1447) senesinde doğdu. 886 (m. 1481)’da babasının vefâtı üzerine Osmanlı Pâdişâhı oldu. 918 (m. 1512) yılında padişahlıktan ayrılarak, yerini oğlu Yavuz Sultan Selim Hân’a bıraktı. Tahttan ferâgâtından bir ay sonra, İstanbul’dan bugün Bulgaristan sınırları dâhilinde olan Dimetoka’ya giderken yolda vefât etti. Cenâzesi İstanbul’a getirilip, kendi yaptırdığı Bâyezid Câmii yanına defnedildi. Daha sonra oğlu Yavuz Sultan Selim Hân tarafından mezarı üstüne türbe yaptırıldı.

Küçük yaştan i’tibâren tam bir ihtimâmla yetiştirilen Şehzâde Bâyezid, devrin en mümtaz âlimlerinin ilimlerinden istifâde etti. Daha yedi yaşında iken, Amasya Beylerbeyi Hadım Ali Paşa nezâretinde Amasya vâlisi oldu.

Amasya, Selçuklular devrinden beri önemli bir ilim ve kültür merkezi idi. Osmanlı pâdişâhlarından birçokları, şehzâdeliklerinde Amasya’da vâlilik yapmışlardı. Bir pâdişâh adayının yetişmesi için, bu vilâyette bütün şartlar müsaitti. O bölgede ötedenberi yetişen âlimler olduğu gibi, ihtiyâç duyulan sahalarda da hâriçten âlimler getiriliyordu. Şehzâde Bâyezid, Amasya’da çevresindeki üst seviyede devlet görevlilerinden olan lalası Hadım Ali Paşa, Nişancısı Kemâleddîn Ahmed Çelebi (Kemâl Paşa), def-tardân Hacı Mahmûd Çelebi-zâde Sa’deddîn Çelebi, dîvân kâtibi Sa’dî Çelebi nezâretinde ilmini arttırıp, idârecilik bilgilerini geliştirdi. Seyyid Sadreddîn Muhammed Horasanî ve Zeynüddîn Hafi hazretlerinin halîfelerinden Abdürrahîm Merzifon! gibi evliyâdan feyz aldı. Amasya müftîsi Zeynüddîn Halîl Çelebi’den ve vefâtını müteakip yerine geçen Gerçekoğlu Muslihuddîn Mustafa Efendi’den, yeni nişancısı Müeyyed-zâde Ali Çelebi’den, Çandarlı-zâde Tâceddîn İbrâhim Çelebi’den, Muslih-zâde Kâdı Şemseddîn Mehmed Çelebi’den, Cemâleddîn Aksaray! evlâdından Muhyiddîn Mehmed Çelebi ve kardeşinden, Selâhaddîn Mûsâ Çelebi’den, Hatîb Molla Kâsım’dan ilim öğrendi. Şeyh Hamdullah Âgâh’dan hat dersleri aldı. Seyyid Sadreddîn Muhammed’in oğlu ve halîfesi Seyyid İbrâhim Çelebi’yi, ikâmet yeri olan Amasya yakınlarındaki Yenice köyünde ziyâret edip, feyzinden istifâde etti. O mübârek zâttan “Babam” diye bahsederdi. Çelebi Halîfe adıyla meşhûr Cemâl-i Halvetî’nin ve Ebüssü’ûd Efendi’nin babası Yavsı Şeyh nâmıyla meşhûr Muhyiddîn İskilîbi gibi evliyânın büyüklerinin duâlarına kavuştu. Her ilimde bilgi sahibi oldu. Türkçeden başka; Arabca, Farsça ve Uygurcayı öğrendi. Mâiyyetine verilen kumandan ve cengâverlerden; silâh talimlerini, ata binmesini, ok atmasını öğrendi. İdârecilikte mahir hâle geldi. Daha şehzâdeliğinde birçok hayırlı işler yapıp, birçok hayırlara vesile oldu. Garîblerin, kimsesizlerin duâsını aldı. Çelebi Halîfe, sultan olacağını Allahü teâlânın izniyle kırk gün önceden haber verdi. Çok duâ etti. Babası Fâtih Sultan Mehmed Hân’ın vefâtı üzerine İstanbul’a da’vet edildi. Bâyezîd Hân gelinceye kadar, İstanbul’da bulunan oğlu Şehzâde korkut vekâleten tahta çıktı. Bu arada Konya vâlisi olan kardeşi Şehzâde Cem de, babasının vefâtından haberdâr oldu. Fakat kendisine taraftar olan Vezîr-i a’zam Karamanî Mehmed Paşa’nın öldüğünü de öğrenince Bursa’yı ele geçirdi. Kendi adına hutbe okuttu. Sultan Bâyezîd Hân ise, İstanbul’da tahta geçtikten sonra, babasının cenâzesinin kaldırılması ile meşgûl oldu. Ebü’l-Vefâ Konevî’nin imamlığında, müezzinlerin “Er kişi niyetine” nidâları arasında başlanan cenâze namazı, gözyaşları arasında bitti. Fâtih Sultan Mehmed Hân’ın tabutu, yeni pâdişâhın, paşaların, ulemânın, fakir ve zengin birçok kimsenin omuzlarında, kendi yaptırdığı Fâtih Câmii’nin kıble cihetine defnedildi.

Ba’zı zarurî işleri halleden Sultan Bâyezîd Hân, kardeşi Cem mes’elesini halletmek istedi. Cem Sultan tarafından gelen, memleketi paylaşma teklifini reddetti. Yapılan savaşta yenilen Cem Sultan, Mısır’a gitti. Memlûk Sultânı Kayıtbay’dan çok yakınlık gördü. Hac mevsiminde Hicaz’a gidip, haccetmekle şereflendi. Resûl-i ekremin (s.a.v.) mübârek kabrini ziyâret etti. Kâhire’ye geri dönünce, Karamanoğlu Kâsım Bey’in da’veti ve ba’zı fitnecilerin kışkırtmaları neticesi tekrar saltanat da’vâsına kalkıştı. Tekrar Anadolu’ya geldi. Bu teşebbüsünde de muvaffak olamayıp, Mersin taraflarına çekildi. Orada kendisine elçi gönderilip, Kudüs-i şerîfte ikâmet etmesi karşılığında, eski gelirlerinin tamâmının verilmeye devam edileceği bildirildi. Ancak Sultan Cem, devlet topraklarından hisse isteğinde ısrar etti. Üzerine Hersek-zâde Ahmed Paşa komutasında ordu gönderilince, çâreyi firarda bulup, Rumeli tarafına gitmek niyetiyle bir Rodos gemisine bindi. Ancak Rodos şövalyelerinin sahtekârlığı neticesi Rodos adasında hapsedildi. Sultan Cem, Rodos’ta çok sıkıntı çekti. Daha sonra şövalyeler tarafından Roma yakınlarında Papa’ya teslim edildi. Papa ve diğer Avrupa kralları, Cem Sultan’ı kendi arzuları doğrultusunda kullanmak istiyorlardı. O ise; “Şimdi ben Macaristan’a gitsem, onların askeri ile müslüman askeri üzerine kılıç çeksem, İslâm âlimleri, Allah korusun benim küfrüme fetvâ verirler. Ben dînimi, Osmanlı memleketine değil, cihan saltanatına bile değişmem” diye cevap verdi. Papa’nın emeli kursağında kaldı. Cem Sultan bu hâdiseden sonra, elini Hakka her açtığında; “Yâ Rabbi! Eğer bu din düşmanları, benim varlığımla müslümanların üstüne saldırmaya kalkışacaklarsa; beni o günlere eriştirme. En kısa zamanda canımı al” diye duâ ederdi. Napoli’de 900 (m. 1495) senesi Cemâzil-evvel ayının yirmidokuzuncu günü, hamamda tellâk tarafından zehirlendi. Kelime-i şehâdet getirerek rûhunu teslim etti. Yanında bulunan adamlarından Sinân Bey, kimseye haber vermeden yıkayıp, sarığının tülbenti ile kefenledi. Cem Sultan, ölmeden önce cenâzesinin kâfir diyarında bırakılmamasını, ölüsünün müslümanlar aleyhinde kullanılmasına fırsat verilmemesini istemişti. Ancak adamları, ellerinden geleni yapmışlarsa da, ânında vefât haberini İstanbul’a ulaştırmaya muvaffak olamadılar. Aylar sonra İstanbul’a ulaşan haber neticesinde, cenâzesinin nakli için adam gönderilmiş, ancak Papa ve krallar, Cem Sultan’ın cenâzesini satmak için ellerinden geleni yapmışlardı. Bâyezîd Hân’ın italya’yı işgal ile tehdidi neticesinde, Napoli kralı tarafından Osmanlılara teslim edilen cenâze, Bursa’da defnedildi.

Böylece kapanmış olan Cem Sultan hâdisesi, Sultan İkinci Bâyezîd Hân’a rahat hareket etme imkânı verdi. Kardeşinin yaban ellerde rezîl olmaması ve kendi aleyhine kullanılmaması için ödediği yüklü paradan kurtuldu. Vakıf ve tımar, yeniçeri ocağının arttırılması gibi mevzûlarda yeni düzenlemelerde bulundu.

Cem Sultan hâdisesinin devam ettiği sıralarda, fırsatı ganîmet bilen ba’zı sınır komşuları, Osmanlı topraklarına saldırmaya yeltenmişlerdi. Ancak Sultan Bâyezîd Hân, Rumeli topraklarına yaptığı bir seyahatle, bu tür faaliyetlerin önüne geçti. 889 (m. 1494) yılında Kili ve Akkirman kalelerinin fethi niyetiyle yola çıkıp, Edirne’ye geldi. Edirne’de bir dâruşşifâ (hastahâne), câmi, medrese ve imâret inşâsı için emir verdi. Şehrin ileri gelen ulemâ ve evliyâsına bol bol ihsânlarda bulundu. Şehirde çıkan bir yangın sebebiyle zarar gören yerleri hemen ta’mir ettirdi. Buradan sefere çıkıp, Tuna’dan geçerek, Kili ve Akkirman’ı aldı. Ele geçen ganîmetleri gazilere dağıtıp, bir kısmı ile Edirne’de temeli atılan külliyesini yaptırdı. 891 (m. 1486)’de sınıra tecâvüz eden Boğdan Beyi’nin üzerine asker gönderilip, mesele halledildi. Bu arada Mısır-Memlûk sultânı ile arası bir hayli açıldı. Cem Sultan’a sâhib çıkmalarından ve hacılara yapılan hizmette Osmanlıların yardımının reddînden dolayı Memlûkler hakkında iyi düşünmez olmuştu. Ayrıca, Hindistan’daki müslüman Behmenî pâdişâhı Hâce Cihân’ın Osmanlıya gönderdiği elcisi, Memlûklerin Cidde vâlisi tarafından esîr alınıp, para ve hediyelerine el konulmuştu. Bu hâdise, bardağı taşıran son damla oldu. 890 (m. 1485)’da başlayan savaş, altı yıl devam etti. Savaş, iki tarafın denkliği ile neticelendi. Tunus Beyi’nin arabuluculuğu ile Adana-Tarsus bölgesindeki Ramazanoğulları toprakları Osmanlılara bırakıldı. Venediklilerin Karadağlılara saldırması üzerine, bizzat Pâdişâh, Mora seferine çıktı. Tahta çıktığından beri, donanma üzerinde ehemmiyetle duran Pâdişâh, bu ihtimâmının faydasını Mora’da gördü. Dört sene süren bu savaşlar esnasında; İnebahtı, Modon, Koron ve Draç kaleleri alındı.

Bu sıralarda doğu Anadolu ve İran’da ortaya çıkan İsmâil Safevî, Tebrîz’de şeyhliği şahlığa çevirmiş, Osmanlı topraklarına göz dikmişti. Bu gayesinin tahakkuku için, kendi bozuk fikirlerine inandırdığı kimseleri, Anadolu içlerine gönderdi. Halîfelerinden Şahkulu adında biri, bilhassa Eshâb-ı Kirâm düşmanı Türkmenlerin bulunduğu yerlerde bir hayli taraftar buldu. Başına topladığı çapulcularla Antalya’da faaliyet göstermiş, üstüne gönderilen Karagöz Ahmed Paşa’yı şehîd ederek Kütahya’yı ele geçirmişti. Hadım Ali Paşa ve Şehzâde Ahmed komutasında gönderilen kuvvetler, Şahkulu isyanını bastırdılar. Yapılan savaşta Şahkulu ve Hadım Ali Paşa öldü. Sultan Bâyezîd Hân da, Şah İsmâil’i iki ateş arasında bırakmak düşüncesiyle, Mâverâünnehr taraflarına hâkim olan Şeybânî hükümdârı Şeybek Hân’la haberleşip, Safevîlere hücum etmesini teşvik etti. Ancak, Trabzon vâlisi olan Şehzâde Selîm (Yavuz), bir an önce İran üzerine sefer düzenlenip zulme son verilmesini istiyordu. Bu hâdiseler sırasında, yaşlılığından dolayı nisbeten hareketsiz kalan Pâdişâh, oğullarından birine tahtı teslim etmek istiyordu. En büyük oğlu Ahmed Amasya’da, Korkut Antalya’da, Şehinşah Konya’da, Selîm Trabzon’da vâli olarak bulunuyordu. Oğullarından Şehzâde Ahmed’i yerine geçirmeyi düşünen Sultan Bâyezîd Hân, Şahkulu isyanında vezîr Hadım Ali Paşa refakatinde Şehzâde Ahmed’i vazîfelendirmiştî. Ancak şehzâdenin en büyük destekçilerinden olan Hadım Ali Paşa’nın şehîd olması işi değiştirdi. Merkezde Şehzâde Selîm taraftarları güç kazandı. Zaten yeniçeriler de onu istiyorlardı. Şehzâde Korkut çok seviliyorsa da, erkek evlâdı olmadığı için şansını kaybediyordu. Saltanat çekişmesi Şehzâde Selîm’in tahta da’vet edilmesi üzerine halledildi. Sultan Bâyezîd Hân, tahtını oğluna teslim ettikten sonra, daha önceden düzenlettirdiği Dimetoka’daki saraya gitmek üzere yola çıktı. Edirne’ye doğru yaklaşırken, Havsa yakınlarında bir köyde vefât etti.

Sultan Bâyezîd Hân. İlme ve âlimlere, velîlere, Allahü teâlânın sevgili kullarına çok hürmet eder, onlara ihsânlarda bulunurdu. Allahü teâlânın rızâsı için ilim öğrenen ve yine Allahü teâlânın rızâsı için insanlara nasihat eden âlimlerin, Allah adamlarının sözlerinden çıkmaz, onların nasihatlerini can kulağı ile dinlerdi. Kendisi de, devlet işlerinden arta kalan vakitlerinde hep kitap mütâlâa etmek ve ibâdet etmekle meşgûl olurdu. Fâtih Sultan Mehmed Hân zamanında İstanbul’un ilim merkezi yapılması için başlatılan çalışmalar, Bâyezîd Hân zamanında da devam etti. Ülkesindeki ve diğer İslâm ülkelerindeki ba’zı âlimlere maaş bağlattı. Bunlar arasında Hirat’ta Hüseyn Baykara’nın ülkesinde bulunan Molla Câmî hazretlerine ve Nakşibendî yolunun merkezi olan Buhârâ’daki dergâhın şeyhine, her sene beşbin akçe gönderirdi. Kendi şahsî mülkünden verdiği hediye ve sadakalar da bir hayli yekûn tutardı. Molla Câmî hazretlerini ve Ubeydüllah-i Ahrâr hazretlerinin oğlunu İstanbul’a da’vet etti. Molla Câmî hazretleri, Bâyezîd Hân’a kasideler yazıp, “Silsilet-üz-zeheb” adlı pek kıymetli eserini ithaf etti. Fakat da’vete icabeti mümkün olmadı. Ubeydüllah-i Ahrâr hazretlerinin oğlu Hâce Abdülhâdî, İstanbul’a gelip, Sultan Bâyezîd Hân’la görüştü, İstanbul’un fethine katılan ma’nevî ordunun kumandanının kim olduğu mevzûunda konuşulurken, Bâyezîd Hân, babasından duyduğu gibi o mübârek zâtı ta’rîf edip; “Semerkand taraflarından imiş. Orada böyle mübârek bir kimse var mıdır?” diye sordu. Hâce Abdülhâdî de; “Ta’rîf ettiğiniz kimse, babam Ubeydüllah-i Ahrâr hazretlerinden başkası değildir, İstanbul’un fethine rastlayan günde, beyaz atına atlayıp, gözden koybolduğunu ve bir müddet sonra da geri dönüp; “Türk Sultânı Muhammed Hân, kâfirlerle harp ediyordu. Onun yardımına gittim. Gâlib geldi” buyurduğunu, orada bulunan talebeleri anlatırdı. Sizin söylediğiniz vasıflar da onda mevcût idi” dedi. Bâyezîd Hân, Hâce Abdülhâdî’ye çok hürmet ve iltifâtlarda bulundu. Duâlarına mazhar oldu.

Sultan Bâyezîd Hân, bilhassa Amasya’dan tanıdığı, ilim ve feyzinden istifâde ettiği Çelebi Halîfe’ye çok hürmet ederdi. Vezîr Koca Mustafa Paşa’nın bugün kendi adıyla anılan semtte yaptırdığı câmi ve dergâhı, Çelebi Halîfe’ye tahsis etti. İstanbul’da sık sık olan zelzeleden ve başgösteren veba felâketinden kurtulmak için, Çelebi Halîfe ve talebelerini Medîne-i münevvereye gönderdi. Resûlullahın (s.a.v.) huzûrunda duâ etmesini istedi. Ancak Çelebi Halîfe Üsküdar tarafına geçip şehirden ayrılır-ayrılmaz, bıçak keser gibi veba kesildi. Çelebi Halîfe yoluna devam edip, Şam yakınlarında vefât etti.

Bâyezîd Hân, daha şehzâdeliğinde başladığı i’mâr faaliyetlerine ömrünün sonuna kadar devam etti. Amasya’da yaptırdığı medrese, câmi ve zaviyeden sonra, Edirne’de dâruş-şifâ ve külliye, İstanbul’da Bâyezîd Câmii, medrese ve imâret, memleketin çeşitli yerlerinde daha birçok faydalı eserler, ilim yuvalan inşâ ettirdi. Bâyezîd Hân, İstanbul’da yaptırdığı câminin açılışında hazır bulundu. Zenbilli Ali Efendi’nin kardeşi meşhûr âlim ve vâ’iz Muhyiddîn Mehmed Çelebi’ye va’z ettirdi. Pâdişâh, câmide ilk namaz kıldıracak olan kimsenin, bülûğ çağından bugüne, bir defa dahî olsa ikindi namazının sünnetini terk etmemiş bir kimse olmasını arzu etti. Cemâate ilân edildi. Kimse çıkmadı. Pâdişâh, mecbûr kalıp; “Elhamdülillah, müddet-i ömrümüzde hiçbir vakit kaçırmadık” diyerek, imamete geçti.

Sultan İkinci Bâyezîd Hân’ın, otuz seneden fazla süren saltanatı boyunca sulh ve sükûnu tercih etmesi, donanmayı yenileyip hazırlıklar yapması, kendisinden sonra başa geçen oğlu Yavuz Sultan Selim Hân’ın fasılasız cihâd ile meşgûl olmasına vesîle oldu. Bir taraftan devlet teşkilâtını sağlamlaştırarak halkın huzûr ve sükûnunu te’min etmek için uğraşırken, diğer taraftan doğudan batıya kadar müslümanların mes’eleleri ile ilgilendi.

İspanyol ve Portekizlilerin Endülüs müslümanlarına karşı giriştikleri katliâmlara karşı, Kemâl Reîs kumandasında bir donanma gönderilmesine teşebbüs edildi. Ancak çeşitli sebeplerle donanma gönderilemedi.

Ahlâkı ve fazileti sebebiyle İslâm alemince çok sevilen Bâyezîd Hân, vefât edince, Kâhire’de Memlûk Sultânı ve halk tarafından gıyabında cenâze namazı kılındı.

Bütün ömrü boyunca hep ilim ve ibâdetle vakit geçiren Bâyezîd Hân, “Adlî” mahlasıyla pek güzel şiirler yazdı. Bir dîvânda toplanan bu şiirleri yayınlanmıştır.

¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

1) Tâc-üt-Tevârih cild-2, sh. 2

2) Târih-i Solak-zâde sh. 268

3) Amasya Târihi cild-3, sh. 222

4) Hadikat-ül-cevâmi’ cild-1, sh. 13

5) Endülüs Târihi (Ziya Paşa) İstanbul 1304, cild-3, sh. 244

6) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh. 1005, 1069

7) Rehber Ansiklopedisi cild-2, sh. 283

8) Tezkiret-üş-şuarâ (Kınalı-zâde hasen Çelebi) cild-1, sh. 78

9) Tuhfe-i hattâtîn sh. 140

10) Reşehât ayn-ül-hayât (Murâd Kazvînî) sh. 229