Türklerin meşhûr âlim, şâir ve edebiyatçılarından. İsmi, Ali Şîr bin Gıyâseddîn Muhammed olup, lakabı Nizâmüddîn’dir. Çağatay Türklerindendir. Babası, Kiçkine Bahâdır ve Kiçkine Bahşı diye tanınan Gıyâsüddîn Muhammed, Tîmûroğullarından Ebü’l-Kâsım Bâbür Şah ve Sultan Ebû Sa’îd’in hizmetinde bulunmuş olan emirlerden idi. Ali Şîr Nevâî, 844 (m. 1441) senesi Ramazân-ı şerîf ayının onyedinci günü, şimdi Afganistan’da bulunan Hirat şehrinde doğdu. 906 (m. 1500) senesinde orada vefât etti.
Ali Şîr’in babası Gıyâseddîn Kiçkine, oğlunun terbiye ve eğitimine çok önem vermişti. Küçüklüğünde mektebe giderken, Sultan Hüseyn Baykara ile mekteb arkadaşı idi. Aynı zamanda süt kardeşi oldukları kaynaklarda zikredilmektedir. Bu iki Arkadaş birbirleriyle sözleşip, ikisinden hangisi devletin idâresine geçerse, diğerini unutmamak, hizmet etmek üzere karar vermişlerdi.
Ali Şîr, bir müddet Horasan’da, sonra Semerkand’da bulunup ilim tahsil etti. Aradan epey zaman geçtikten sonra, Sultan Hüseyn Baykara Hirat’ta tahta geçince çocukluğunda Ali Şîr ile yaptığı sözleşmeyi unutmayıp, onu araştırdı. Semerkand’da bulunduğunu haber aldı. Mâverâünnehr meliki olan Sultan Ahmed Mirzâ’ya haber gönderip, Ali Şîr’in Hirat’a gönderilmesini istedi.
Sultan Ahmed Mirzâ’nın yardımıyla Hirat’a gönderilen Ali Şîr, Sultan Hüseyn Baykara tarafından fevkalâde bir şekilde karşılandı. Derhâl mühürdârlık ve daha sonra da vezirlik vazîfesi verildi.
Ali Şîr, vakitlerini ilim öğrenmek, kitap okumak ve ilmi tetkiklerde bulunmakla geçirirdi. Öyle ki, makamı, âlimler ve edîbler cemiyeti hâline gelmiş idi. Edîb ve şâirlere ve bütün ilim, san’at ve hüner sahiplerine yardım ederdi. Böylece maârif ve sanayinin gelişmesine yardımcı oldu.
Sultan Hüseyn, çocukluktan arkadaşı ve yüksek ilim sahibi olan Ali Şîr’i çok sever, hürmet ederdi. Hattâ, Hirat’ta bulunmadığı zamanlar, yerine onu vekîl bırakırdı. O da sultan bulunmadığı zamanlar sultâna vekâlet eder, onun adına fermanlar çıkarırdı.
Böyle bir müddet devam ettikten sonra, bu işlerden usanıp istifâ etmek istedi ise de, Sultan Hüseyn ondan ayrılmak istemediği için istifâsını kabûl etmedi. Fakat ayrılmakta çok ısrar ettiği için, onu saraydaki vazîfeden muaf tutup, Esterâbâd şehrinin vâliliğine ta’yin etti. Ali Şîr Nevâî, orada da çok durmayıp istifâ etti ve Hirat’a dönüp inzivâya çekildi. Sâdece ilim ile meşgûl olmaya başladı. Bu arada Sultan Baykara ile de irtibâtını kesmeyip görüşür, dâima ona muhabbet ve iltifât gösterirdi. Vazifeden ayrıldıktan sonra da sultânın en çok i’timâd ettiği ve yaptığı işlerde kendisiyle istişâre ettiği bir zât olarak kaldı.
Ali Şîr, çok kuvvetli bir şâir idi. Kendisi Türk olup, Türkçe şiirler söylerdi. Arabî ve Fârisî lisanlarına da hakkıyla vâkıf idi. Fârisî şiirleri de pek makbûl olduğundan, “Züllisâneyn” (iki dil sahibi) ismiyle de tanınırdı. Türkçe şiirlerinde Nevâî ve Fârisî şiirlerinde Fânî mahlasını kullanmıştır. Arabî ve Fârisî lisanlarını kendi ana dili gibi bilip, bu dillerin edebî inceliklerine de hakkıyla vâkıf olduğundan, onlardan da istifâde ederek, Türk dili ve edebiyatını bulunduğu seviyeden daha üstün seviyeye getirmek için çok gayret etti.
Aklı, zekâsı, hafızası pek kuvvetli olan Ali Şîr Nevâî, duygulu ve ince bir kalbe sahip idi. Lisânın, edebiyatın inceliklerini gayet ustalıkla ve çok iyi kullanırdı. Fevkalâde güzel şiirler söylemiştir. Türkçe şiirlerini dört dîvâna taksim edip, birini çocukluğunda, ikincisini gençliğinde, üçüncüsünü olgunluğunda ve dördüncüsünü de ihtiyârlığında söylediği şiirlere tahsis etmiştir. Dîvânlarında toplam 37.000 beyt vardır.
Şairliği yanında, ilim ve edebiyatta da yüksek olup, üstâd denilmeye lâyıktır. Türk dili ve edebiyatı üzerine çok çalışıp, çok kıymetli eserler vermiştir. Kendisinden önce Türk dili üzerine o kıymet ve sağlamlıkta eser yazan bulunmadığı gibi, kendisinden sonra da uzun zaman, o kadar ciddî ve sağlam eser yazılmamıştır. Eserleri çağatay şivesinde olduğundan, şimdi kolay anlaşılamaz ise de, ehli tarafından gayet iyi anlaşılmaktadır.
Hayrat ve iyilikleri de çok olup, birçok medreseler ve binalar yaptırmıştır. Pek büyük ve mükemmel olan kütüphânesini dâima ilim sahiplerine açık tutardı. Mevlânâ Abdurrahmân Câmî ve başka âlim ve evliyâ zâtlarla dostluğu ve sohbetleri vardır.
Yalnız ilim ve ebebiyâtta değil, bilhassa vezirlik ve vâlilik yaptığı sıralarda, memleketin i’mârı ve teknik bakımdan gelişip ilerlemesine çok gayret etmiştir. Sultânın da kendisine çok yardım etmesiyle, çok çalışıp gayret ederek, Hirat’ın bir ilim ve edebiyat merkezi hâline gelmesine sebep oldu. Diğer âlim ve velîler arasında, o zamanın en meşhûr evliyâsından olan Molla Câmî hazretlerine karşı ayrı bir muhabbet ve bağlılığı vardı.
İlim, edebiyat ve şiirdeki üstünlüğü ve hizmetlerinin çokluğu sebebiyle, haklı bir şöhrete kavuşan Ali Şîr Nevâî, herkes tarafından sevilip sayılan, örnek bir şahsiyet oldu. Meclislerin adamı idi. Ya’nî onun bulunduğu meclislerde herkes susar, kimse onun bulunduğu yerde kendisini konuşmaya selâhiyetli görmezdi. Kültürüne köklü hizmetlerde bulunan, dînini, dilini, milletini, vatanını çok seven büyük bir âlim ve büyük bir fikir adamı idi.
Sultan Hüseyn Baykara, Hirat’ın kuzeyinde bulunan geniş bir araziyi Ali Şîr’e hediye etmişti. O da bu arazi üzerinde kendi ismini taşıyan bir mahalle kurdu. Burada güzel ve büyük bir ev, câmi, medrese, hân, dergâh, hastahâne ve bir Dâr-ül-huffaz yaptırdı. Bu yerler şimdi de Küçe-i Ali Şîr ismiyle tanınır. Maddî durumu müsait ve kendisi de çok iyilik, hayır ve hasenat yapmaya meyilli olduğundan, insanların hizmeti için çok bina yaptırdı. Hirat’ta Horasan ve başka yerlerde Allah rızâsı için yaptırdığı hayır eserlerinin sayısı üçyüzyetmişi bulmaktadır. Ayrıca bu hayır kurumlarının devam etmesi için de, birçok malını bu eserlerin bakımı için vakfetti. Din ilimlerinin öğrenilmesine çok sevinir, yardımcı olur, destek sağlardı. Tasavvuf ehline karşı çok muhabbetli idi. Allahü teâlânın emirlerine uymakta çok gayretli ve hassas idi. Din büyükleri ile birlikte sohbet etmekten büyük lezzet alırdı. Sohbetleri o kadar tatlı ve fâideli idi ki, o zamanda ve daha sonra gelenler, tatlı ve hoş bir sohbeti anlatmak için, kısaca “Nevâî sohbeti” ta’birini kullanırlardı.
Çeşitli ilimlere dâir yazmış olduğu kıymetli eserlerinden ba’zılarının isimleri şöyledir: 1) Garâib-üs-sıgar (çocuklukta yazdığı şiirler), 2) Nevâdir-uş-şebâb (gençlikte yazdığı şiirler), 3) Bedî’ul-vasat (olgunluk devresinde yazdığı şiirler), 4) Fevâid-ül-kiber (yaşlılığında yazdığı şiirler). Bu dört kısımda 37.000 beyt bulunup, ayrıca 27.500 beytlik bir dîvânı daha vardır. 5) İskendernâme, 6) Târih-ül-enbiyâ (Türkçe), 7) Hayret-ül-ebrâr, 8) Seb’a-i seyyare, 9) Sedd-i İskenderî, 10) Sirâc-ül-müslimîn, 11) Seyf-ül-hâdî ve rakâbet-ül-münâdî, 12) Ferhâd ve Şirin, 13) Lisân-üt-tayr, 14) Leylâ ve Mecnûn, 15) Mecâlis-ün-nefâis, 16) Mahbûb-ül-kulûb fil-ahlâk, 17) Mîzân-ül-evzân (Türkçe), 18) Nazm-ül-cevher (Türkçe), 19) Hamset-ül-mütehayyirîn, 20) Tuhfet-ül-mülûk (Fârisî), 21) Münşeât (Türkçe), 22) Muhâkemet-ül-lügateyn. (Bu eseri Farsça ve Türkçe arasında edîbâne ve münekkıdâne bir mukayese olup, Türk dilinin Farsçadan daha zengin ve daha mükemmel olduğunu isbât etmek düşüncesiyle yazılmıştır.)
905 (m. 1499) senesi sonlarında Astarâbâd seferinden dönen Sultan Hüseyn Baykara’yı karşılamaya çıkan Ali Şîr, yolda kalbinden rahatsızlandı. Sultan Hüseyn, onu bizzat kendi tahtırevanında Hirat’a getirdi. 906 (m. 1500) senesinde, altmış yaşlarında iken, kendi sarayında (evinde) vefât etti. Sarayı civarında yaptırdığı Kudsiye Câmii yanında, kendisi için önceden hazırlattığı türbeye defnedildi.
Ömrünü, vakitlerinin hepsini, kıymetli, güzel ve fâideli işlere harcetmek, bayağılıktan ve basit işlerden sakınmak, Ali Şîr Nevâî’nin başlıca husûsiyetlerinden idi. Güzel ahlâk sahibi, çok kıymetli bir zât idi. İhlâs sahibi olup, her yaptığı işi yalnız Allahü teâlânın rızâsını düşünerek yapardı. Büyük servete, zenginliğe sahip idi ve servetinin hepsini hayırlı ve fâideli işler için kullanırdı. Otuz küsur senelik me’mûriyet hayâtı boyunca, devletten hiç maaş almamış, üstelik devlete her sene çok miktarda para vererek, yardımda bulunmuştur. Kaynaklarda zikredildiğine göre, kendi memleketinden ayrılıp ilim tahsili için gittiği başka memleketlerde parasız kalıp sıkıntı çektiği bildiriliyor ise de, bu sıkıntısı, parası olmadığı için değil, servetinden uzak kalıp, o anda istifâde imkânı olmadığı için kullanamadığındandır. İlminin çokluğu yanında, mimarlık ve hattâtlıkta da mehâret sahibi olup, bu sahalarda da kıymetli eserler vermiştir.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Kâmûs-ül-a’lâm cild-4, sh. 3195
2) Esmâ-ül-müellifîn cild-2, sh. 739
3) Rehber Ansiklopedisi cild-1, sh. 183