Evliyânın büyüklerinden. İsmi Ali, lakabı Nûreddîn, nisbeti Şevnî’dir. Doğum yeri ve târihi bilinmemektedir. 944 (m. 1537) senesinde Mısır’da vefât etti. Kâdiriyye Medresesi’nin kapısında bulunan Kubbe-i mücâvereye defnedildi. Ali Şevnî hazretleri, Resûl-i ekreme (s.a.v.) çok salevât okurdu. Çok kerâmetleri görüldü. Âlim, kâmil, zâhid olup, takvâ ve vera’ sahibi bir zât idi.
Şöyle anlatılır: “Birgün Mısır’dan gelen misâfirini uğurlamak için bir gemiye binmişti. O anda gemi denize açılmaya başladı. Ali Şevnî de gemideydi. Ne yaptıysalar, gemiyi kıyıya yanaştıramadılar. Allahü teâlâya tevekkül etti. Gemi Mısır’a gelince, kıyıya yanasti. Ali Şevnî, bunun üzerine Mısır’a yerleşti. Magrib’e dönmedi.”
Kendisi şöyle anlatır: “Ben küçükken, Şevnî’de çobanlık yapardım. Resûl-i ekreme (s.a.v.) salevât-ı şerîfe okumayı çok seviyordum. Yanımda bulunan yiyecekleri diğer çoban arkadaşlarıma verir, onlara şöyle derdim: “Siz bu yiyecekleri yiyin, sonra hep birlikte Resûlullah efendimize (s.a.v.) salevât-ı şerîfe okuyalım.” Onlar yemeklerini yedikten sonra, bütün günümüzü salevât-ı şerîfe okumakla geçirirdik.”
Abdülvehhâb-ı Şa’rânî şöyle anlattı: “Bir gece şöyle bir rü’yâ gördüm: Beyaz ve çok güzel bir yer üzerinde, Ali Şevnî önde, ben arkada yürüyorduk. Yerden semâya kadar yükselen burçlar vardı. Aniden, semâdan bir zincir sarkıtıldı. Zincir gümüşten olup, ucunda bir su kovası duruyordu. Su kovasının içinde süt gibi bir sıvı vardı. Ağız hizâzına gelince, önce Ali Şevnî o tastan içti. Sonra artanını bana verdi. Ben de içtim. Tadı baldan daha lezzetli idi. Bir süre sonra Şevnî hazretleri benim yanımdan ayrıldı ve gözden kayboldu. Ben bir süre daha gittim. Aynı şekilde altın bir zincir semâdan indi. Ucunda, eni boyu birer karış olan dört köşeli birşey vardı. Bunun üç gözü bulunuyordu. Her gözde başka başka şeyler yazıyordu. Üsttekinde; “Bu göz, Allahü teâlâdandır”, ortadakinde; “Bu göz Arş’tandır”, alttakinde; “Bu göz, Kur’ân-ı kerîmdendir” diye yazıyordu. O ânda içime gelen his ile, orta gözden içtim. Sonra geri dönerek Şevnî hazretlerinin yanına geldim. Ona olanları anlattım ve; “Orta gözden içtim” dedim. Bunun üzerine o; “Ey Abdülvehhâb! Ahlâkın rahmet olacak” buyurdu. Bu hâdiseye çok sevindi. Ertesi gün rü’yâmı anlatıca, rü’yâdaki gibi tâ’bir etti.”
Ali Şevnî, herkesle iyi geçinirdi. Sohbetleri çok güzel idi. Hiç kimseyi kırmaz ve incitmezdi. Huyu ve ahlâkı herkese örnek idi. Herkese ikramda bulunurdu. Tebessüm, yüzünden hiç eksik olmazdı. Müslümanlardan birinin başına bir belâ gelse, çok üzülürdü. Resûlullah efendimizi (s.a.v.) devamlı rü’yâsında görürdü..
Abdülvehhâb-ı Şa’rânî, şöyle anlatır: “Rü’yâmda şöyle gördüm: Birisi Mısır sokaklarında şöyle bağırıyordu: “Resûlullah (s.a.v.) Nûreddîn Şevnî’nin yanındadır. Kim orada bulunmak isterse, Süyûfiyye Medresesi’ne gitsin” Ben de hemen oraya gittim. Medresenin giriş kapısında Ebû Hüreyre’yi (r.a.) gördüm. Ona selâm verdim, ikinci kapıda, Mikdâd bin Esved’i (r.a.) gördüm. Ona da selâm verdim. Sonra Ali Sevnî’nin odasının kapısına geldim. Ali Şevnî’yi gördüm, fakat Resûl-i ekremi (s.a.v.) göremedim. Daha sonra dikkatle bakınca, Resûlullahı da gördüm. Selâm verdim. Selâmımı aldı ve; “Hoşgeldin” buyurdu. Bana sünnet-i seniyyesinden ba’zı husûsları ısrarla tavsiye etti. Uyandıktan sonra rü’yâmı Ali Şevnî’ye anlattığım zaman, çok ağladı ve sakalı göz yaşları ile ıslandı.”
Yine Abdülvehhâb-ı Şa’rânî şöyle anlattı: “Bir gece rüyamda İmâm-ı Şafiî’yi gördüm. Bana; “Beni ziyâret etmediğiniz için, seni, Nûreddîn Trablûsî’yi ve Nûreddîn Şevnî’yi ayıplıyorum” dedi. Ben de; “İnşâallah hemen sizi ziyâret edeceğiz” dedim. Bu sırada İmâm-ı Şafiî bana; karpuz, taze süt ve yumuşak ekmek getirdi ve; “Bunları ye!” buyurdu. Sabah olunca, rü’yâmı hemen Nûreddîn Trablûsî’ye anlattım. Bunun üzerine o, derhâl ziyâret için yola çıktı. Sonra Nûreddîn Şevnî’ye gittim. Rü’yâmı ona da anlattım. Onun yanında Şerîf Avar isminde bir zât vardı. O; “Bunlar boş sözlerdir, İmâm-ı Şafiî gibi bir zât, sizi kendisini ziyâret etmediğiniz için nasıl ayıplar?” dedi. Şerîf Avar o gece rü’yâsında benim söylediklerimi doğrulayan biri rü’yâ görmüş ve hemen Ali Sevnî’nin yanına gelip durumu anlattı ve İmâm-ı Şafiî’nin rü’yâsında ona şöyle dediğini söyledi: “Mısır’da Şevnî olmasaydı, belâ ve musibet inerdi.”
Yine Abdülvehhâb-ı Şa’rânî şöyle anlattı: “Ali Şevnî’yi, vefâtından sonra rü’yâmda gördüm. Kabri çok genişti. Üzerinde ipekten yeşil bir yorgan vardı. İkibuçuk sene sonra tekrar rü’yâmda gördüm. Bana; “Beni ört, çünkü çıplağım” dedi. O gece oğlum vefât etti. Oğlumu Nûreddîn Şevnî’nin yanına defnettik. Defin esnasında, Nûreddîn Sevnî’nin kabrinin bir kısmı açılmıştı. Ali Şevnî’nin bedeninin, toprak üzerinde çıplak olarak durduğunu gördüm. Kefeni çürümüştü. Fakat bedeni, nasıl defnedilmişse o hâlde duruyordu. Hâlâ sırtından kan damlıyordu. Onun üzerini bir bez ile örttüm.
¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾
1) Câmi’u kerâmât-il-evliyâ cild-2, sh. 195
2) Tabakât-ül-kübrâ cild-2, sh. 171